Öyküde
İlk Yirmi |
1
|
|
|
 |
Birçok gece göğsüne uzanıp, bir çocuk gibi büzüşerek uyudum sığınılası içinde. Gördün. Kokladın beni merhem sürer gibi yüreğime. Kokunu duydum ben senin, öyle uyudum binlerce yıl sonra, huzurla ve senin kucağında. Çok yorgunum, çok yoruldum diye seslendim sana saçlarımı okşarken sen. Sonra ağladım bazı geceler, boynuna akıttım gözyaşlarımı, öyle yakın buldum ki seni bir bilsen! Denedin. Ama bilemedin… |
|
2
|
|
|
 |
O gece, telefonum çaldı. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir bayan: “Ben, Emel” dedi. Kostüm sorumlusuymuş. Benden, bedenim, kilom, ayak numaram gibi bilgileri istedi. “Kostümlerinizi hazırlayacağım. Pazar günü görüşürüz” dedi. Heyecanım gittikçe artmaya başlıyordu. Şaka gibi başladığım bir olay gerçek mi oluyordu? Yoksa rüyada mı idim?
Biraz sonra bir telefon daha: “Rejiden arıyorum. Size rollerinizi |
|
3
|
|
|
 |
Sakız deyip de geçmeyin. Geçerseniz de ben size anlatayım. Her ne kadar çiğnerken cak cak cak diye ses de çıkarırsa onu çiğnemek ve çiğnedikten sonrada adeta uzaktan kumandalı bomba gibi patlatmak her babayiğidin ve de ana yiğidin harcı olabilecek bir şey değil. Uluslararası sakız ve çiğneme bilimleri uzmanları bu konuda çok önemli açıklamalar yapmışlardır yediyüzaltmışyedinci sakız ve muadillerini çiğneme ve sonrasında patlatma uluslar arası sempozyumunda... Çok değerli sakızoloji biliminin uzmanları sempozyumda dünya sakız sanayisinin ve sakızın gelecekte nasıl bir şekle gireceğinin bilimsel tartışmalarını yapmışlar ve her zamanki gibi, dünyada da başka bir örneği olmadığı aşikâr olan bu toplantı da hiç bir sakızoloji uzmanı uyumamış, hatta ve hatta şekerleme yapıp kestirme cihetine bile gidememiştir ki bu çok normal bir durumdur sakız sempozyumları ve toplantıları için. Nasıl uyusunlar ki cak cak ce sonrasında pat pat patlatılan sakızlardan... |
|
4
|
|
|
 |
Bizim mahallenin küçük zibidilerinden Burakcan çok akıllı cin gibi bir bebe... Geçenlerde yolda rastladım. Ne var ne yok dedim. İyiyim sağ ol Ahmet Amca, sen nasılsın? ''Epeydir görünmüyordun, yeni yeni icatların da var mı bu sıralar?'' Hemen cevap verdi kerata... ''Olmaz mı Ahmet Amca olmaz mı?'' Nedir, ne değildir derken ağzında ki baklayı çıkarttı... Baklayı da hiç sevmem ama bakalım nasıl bir bakla çıkartmış...
|
|
5
|
|
|
 |
Dolmuştaydım; günün yorgunluğu vardı üzerimde. Hafta sonu olduğu için trafik ağır ilerliyordu. ‘İnip yürüsem eve daha erken varırım,’ diye düşünüyordum ama yürümeye takatim yoktu. |
|
6
|
|
|
 |
Üç beş arkadaş, Balat’a muhabbete çağırmıştı bizi… Buradaki her şey bugün bana yabancı geliyor… Yaptığım ve yapacağım her fiil de anlamsız… Henüz nedenini bilemediğim sebepler yüreğimin sıkılmasına, hayallerimin donuklaşmasına, vücudumun hareketsizliğine sebep oluyor… Niye böyleyim? Onu da bilmiyorum… |
|
7
|
|
|
 |
Ama adam ve kadın bir hamam böceği değildi elbet. Zaman, düş, düşünmek ve sevmek onları insan yapıyordu. Ve bir hamam böceğinin ki gibi ezber si bir yaşam, hangi rivayet gerçekleşmiş olursa olsun, ne yazık ki onları zamana yenik bırakıyordu. |
|
8
|
|
|
 |
" Her şey hakkında yazmak istedim. Her şeyi... Bir zamanlar olduğumuz kişileri, her şeyi! Ve en sonunda her şey birbirine girdi ve ben başaramadım. Başaramadım! Neyle başlarsan başla, sonunda o kadar eksik oluyorsun. Lanet olası, saf kibir ve aptallık!"
The Hours Filminden |
|
9
|
|
|
 |
Küfürden uzak durmak için ben de kendimce bir yöntem buldum. Bunun bir kısmını yıllar önce bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Arkadaşım kızdığı zaman çocuğuna P...ç yerine, vay seni miçh diyormuş. İngilizce alelade bir isim. Diyor ki ''Hem kızgınlığım geçiyor, hem de çocuğuma küfretmemiş günaha girmemiş oluyorum, duygularım da içimde kalmıyor.'' |
|
10
|
|
|
 |
Catulle Mendès Fransız bir şair ve mektup yazarıydı. Ondan bir eseri serlevha edelim… |
|
11
|
|
|
 |
Bir başka hayati derecede önemli konuda şudur, Muzlarda Cumhuriyet oluyor da biz şeftalilerin ve de karpuzların adı sanı neden bir cumhuriyette geçmiyor diye hayıflanmaktadırlar... Öyle ya biz de insanlara enerji vermekteyiz, mutluluk vermekteyiz, onların serotoninini, dopamininini artırmaktayız ... Bize ne bize ne, bizlerde cumhuriyet olmak istiyoruz diye, şeftaliler ve de karpuzlar baş kaldırmışlardır... |
|
12
|
|
|
 |
Bazen gözlüğümü nereye koydum diye sağa sola bakınıyorum. Oradan kızım hemen sesleniyor ''Baba gözlüğün gözünde ya'' ben de ''Hay Allah kahır of ki of vay anam ben aslında sizi denemek için şaka yapmıştım'' diye geçiştiriyorum, sonra da dönüp dönüp kendime kızıyorum. Kızmakla da kalmıyorum bazen de kendime ceza veriyorum. Gidiyorum Ceza'nın CD'sini müzik setine koyuyorum ve sesi de sonuna kadar açarak dinliyorum ki aslında hiç de sevmem adamların müziğini... Bu da bana iki türlü bir ceza oluyor... |
|
13
|
|
|
 |
Yağış uzun süre devam etmedi. Yağmur kesildi, kasvetli bulutlar yavaş yavaş dağıldı, karanlık yerini aydınlığa bıraktı çünkü güneş yüzünü gösterdi. |
|
14
|
|
|
 |
Erkeklerin, kız arkadaşlarının babaları ile kontak kurma çabalarına muzip bir bakış açısıyla yaklaşan bir anlatı. |
|
15
|
|
|
 |
Hemen hemen aynı günlerde ise bir başka şey oldu. Onun da hemen ardından bir başka şey daha oldu. İlk olan neydi bende bilmediğim için ikinci kısımdan başlayacağız. |
|
16
|
|
|
 |
Ressam Van Gogh İle Serdar Yıldırım
Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.
Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. "
Van Gogh: " Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Gogh'un aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. "
Ben: " Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Gogh'um deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. "
|
|
17
|
|
|
 |
İçeri girdiğinde, gözlerine inanamadı Olfeus. Babasının anlattığı Hera’dan, Athena’dan bile çok daha güzeldi ve Efira’yı tarif etmek neredeyse imkansızdı.
Kedi tüylerinden yapılmış rengarenk bir yatakta çırılçıplak uyuyordu Efira. Hiç kıpırdamadan ve nefes bile almadan saatlerce izledi onu. Odanın içi onun kokusu ve nefesiyle dolmuştu. |
|
18
|
|
|
 |
Hikaye/roman kahramanlarının hayali birer varlık olduğunu düşünmeyiniz, onlar belki de anlatıcı kadar canlı kanlı yani somut birer varlıktırlar! |
|
19
|
|
|
 |
’’Ben Tuğçe, agu agu ve de gugu gugu, annem ile babamlay geçen akşam beni sarıp sarmaladılay atta diye babaanneme götürdüler. Ben de attayı hep babaannemler zannediyoydum ki, bir daha ki sefeye de dayımlara götüydüley... Hafta sonu da atta diye alt komşumuz, Burakların annesine babasına gittik. Kızıyoyum ama bak. Bu atta nasıl biy şey, kimse bana söylemeyecek mi?’’ |
|
20
|
|
|
 |
Yaklaşık 20 sene önce bir abimizin 5 yaşındaki oğlunu gece 3, 4 sularında apar topar acile götürmüştük… Minik Burağın ateşi bir hayli yüksekti. Yavrucuk yükselen ateş sebebiyle kusmaktan, kusmaya çalışmaktan bitap düşmüş, burnu ile nefes almakta zorlanır hale gelmişti. O pempecik yanakları sararıp solmuş, gözlerimizin içine yarı baygın bir şekilde bakıp duruyordu…
|
|