|
• İzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman |
21
|
|
|
|
Şanlı Tarhimiz Ecdadımızın Dünyaya Nasıl bir millet olduğumuzun göstergesdir.Yedi adam Osmanlı ecdadadımızın içinden çıkmış nice kahramanlara bir atfıtır bu Yedi adamın hikayesdir(Tamamiyle Hayal ürünüdür SADECEC İSLAM KAİDELERİ CE OSMANLI ECDADIMIZIN ÖRNEK AHLAKI GERÇEKTİR) |
|
22
|
|
|
|
Enver Paşa`ların, Hitler´in, von Papen`lerin, Talat Paşa`ların, Alman, İngiliz casuslarının, Türk istihbaratçılarının, Nazi hayranı milliyetçilerin, faili meçhul cinayetlerin, yarım kalan aşkların alışılmamış bir kurgu içinde anlatıldığı bir roman (Arka kapak yazısı)
|
|
23
|
|
|
|
Bugün hangi Erzurumlu’ya dokunsanız size onlarca işgal günleri veya Yanık Dere anısı anlatır. Ne yazık ki bu anılar kayda geçmemiştir. Yazılmayan binlerce anı hafızalarda kalmıştır. Onlar da günün birinde uçup gidecektir. Bütün bunların yanında yazılıp da okunmayan yüzlerce belge de var. |
|
24
|
|
|
|
Koçgiri adlı romanımın tanıtım yazısı |
|
25
|
|
|
|
Yan odaya geçtiğinde henüz ayakta olan sadık hizmetçisine seslenerek kendisi için bir madhu iksiri hazırlamasını istedi. Hizmetçi, efendisinden aldığı direktif üzerine odadan koşarcasına uzaklaşırken yardımcılarından derhal başrahibi uyandırmalarını istedi.
Başrahip gecenin şu vaktinde uyandırılmaya alışkındı. Koridorda koşuşturan ayak seslerini duyduğunda, acelenin kendisi için olduğunu anladı . Daha adamlar odaya ulaşmadan hazırlanmış ve yanına gelenleri kapıda karşılamıştı. Rahip, oradan ayrılmadan önce madhu iksirinin yapımı için gerekli olan malzemeleri aldı odadan. Sarayda ki tapınağa acele ile koştururken sabah önemli bir hareketliliğin yaşanacağını düşündü. Neydi acaba bu! Şu son günlerde Kral Nabukadnezar’ı bu kadar tedirgin eden ne olabilir di?
Bir taraftan bunları düşünürken öte yandan usulca;
“Asil bir soydan geliyorum nede olsa!
Ülkemin geleceğini ilgilendiren konulara karşı kayıtsız kalmak doğru olmaz.” Diye mırıldandı.
Gizli bir nefretle iyice kıstığı bakışlarını tapınağa uzanan koridorda dikkatlice gezdirip çevresinde kimsenin bulunmadığından emin olunca bu kez daha yüksek bir sesle konuşmasına kaldığı yerden devam etti;
“ Hem büyük babam bir zamanlar, bu hanedan tarafından tahtından alaşağı edilmemiş miydi…!
Ben ki, damarlarımda, büyük Kral Shamasshum-Ukin’in asil kanını taşıyorum;
O halde, bu hanedana günü gelince geçmişin hesabını sormak, atalarımın üzerimde bir hakkı!
Ey ateş tanrısı Athar, o güne dek içimdeki kini diri tut ve bana güç ver.”
Başrahip Esarhaddon son cümleyi bitirdiğinde tapınağın kapısına ulaşmıştı. Bakışlarını çevrede son bir kez sinsice dolaştırdıktan sonra içeri girdi.
|
|
26
|
|
|
|
Bu kitabı bir macera romanı okur gibi okumaya kalkarsanız bir şey anlayamazsınız. Dikkatinizi eser üzerine yoğunlaştırmalısınız. Tabii bu yoğunlaşma, ister istemez okuma hızınızı azaltıyor. Ancak merak etmeyiniz, bu geçici bir yavaşlama. Esere kendinizi kaptırdığınızda eski hızınıza ulaştığınızı fark ediyorsunuz. Yani eser; okuyucuya, okuma tekniğine göre kendiliğinden bir hız belirlemesi yapma özelliğine de sahip. |
|
27
|
|
|
|
Mikail yol boyunca dilsiz, onun görünmez eli erlerin üzerinden çekilince Aslan biçare kalmış. Gencecik beyin sırtında buzdan bir ürperti gezinir dururmuş. Yüksek başında ise bir tekkenin öğretisi, bir de Kudüs’ün ilahi güzelliği sırasıyla nöbette. Bir iki kez kendinden kaçabilmek için Mikail’e söz söylemeye yeltenmiş, nafile… Halep’e yaklaştıkça askerlerin fısıltılarında yakaladığı rivayete inanmaya başlamış, Mikail’e bulaşan cinlerden ürker olmuş. |
|
28
|
|
29
|
|
|
|
Kediler bilir, farenin ellerinde can vereceğini. Bilirler de oynamaktan da geri kalmazlar. Kurbanlarının endişesinden aldıkları haz, karınlarını doyurmanın zevkinden daha ağır basar sanki. Nadiren de olsa, belki de avcı merhamet eder, sıçan kurtuluverir ceremeden. Hiçbir belaya rastlamamışçasına da kemirmeye devam eder.
|
|
30
|
|
|
|
Babil’in asma bahçeleri yanıyor, tutuşuyor. Gökyüzüne yükselen duman ve is kapkara bulutlar oluşturuyordu orada! Göz gözü görmüyordu bu karanlıkta. Zifiri karanlık ise ürpertiyordu görenleri.
Nabukadnezar umutsuzca çığlık atmaya çalışıyor fakat nafile bir çaba oluyordu bu! Vücudunun tekrar değiştiğini görüyor… Ayakları kile, gövdesi demire, kolları bronza dönüşüyor… Başı ise altına. Vücudu: altın, bronz, demir ve kilden oluşan hareketsiz bir heykele dönüşmüştü şimdi.
Dağlardan gelen sel suları kilden oluşan bu ayakları aldı götürdü beraberinde! Nabukadnezar, korku dolu şaşkın bakışlarla izledi ayaklarının kopuşunu…
Ardından ateş ırmakları ulaştı bulunduğu yere. Önce mermer kaide yuvarlandı yere. Sonra bu ateş ırmağı mermer kaideyi yutarak bulunduğu yere ulaştı ve demirden gövdesini eritmeye başladı.
Nabukadnezar umutsuzluk içinde yalnızca izliyordu olup biteni. Elinden başka bir şey gelmiyordu! Hem sonra kaçıp uzaklaşması neyi değiştirirdi ki! Çaresizce ateş ırmağının vücudunun kalan son kısmını da yalayıp yutmasını izlemişti.
|
|
31
|
|
|
|
Adımları hızlanır hızlanmaz dünkü oyunun tekrarını yaşamış, zavallı. Her güçlü, umutlu adımında ne oğlana ne barakaya yaklaşabiliyormuş. Yorgunluk bedenini sarınca, bayılmaya imkân vermeden bağdaş kurup oturmuş, vazgeçmiş koşmacadan. Sade, gözlerini yummadan işini bitirip içeriye giren oğlanı, kulakları sağır eden gürültüyle sımsıkı kapanan büyük kapıyı, muhtemelen üzerinde aş pişen ocaktaki ateşten yükselip bacayı boğan, sonra çizgi çizgi göğe salınan kirli gümüşi dumanı seyre koyulmuş. Sabrının sonunu merak edermiş, şimdi senin usundan geçtiği gibi. |
|
32
|
|
|
|
"Şu almanlar, bu kadar çok alman Londra'da ne geziyor olabilir, hiç şüphe duymuyor musun, savaştan sonra eski SS subaylarının 'Totenkopf' yani ölümün başı ekibini gizliden tekrar kurduğunu duymuştum. Bir şey planlıyorlar ama ne, birkaç resimle bi işleri olamaz. |
|
33
|
|
|
|
Sen olsan aynını yapmaz mıydın? Hazırlıksız yakalanmak ne fenadır, yağmura, dost kazığına, dirhemsizliğe ki birine bağlıysan ed-devle yazar üzerinde. Aslan Bey de o misal, kimsesiz kalan kuşağın sihriyle tutulmuş oğlanın hayaline, sanki uzakta karaltısını görür gibi olunca koşar ayak çayırların denizine atılmış, biçare yüzücüler şeklinde. Bir ahşap kulübe belirmiş ufukta. |
|
34
|
|
|
|
Peki, sen anlar mısın sevdanın dilinden? Dur, öyle hemen atılmadan, uzak kal. Herkes bilir sanır, her şeyi. Başına gelince türlü yüzünü görür. Seni seveni istemek zorunda kalmak gücüne gitmez mi? Hele yaşın on üçse, civarında gönlüne ateşi ve suyu aynı anda taşıyan bir er yoksa bir de anan zorla dizini kırıp bedenini döşeğe sererse buna sevi denir mi?’ |
|
35
|
|
|
|
Niyeti bozuk olanların hızına şaşar kalırsın, ara ki bulasın onları. Hancının nerede olduğunu, ne yaptığını da hiç sorma. Olanlardan, karısının, kızının, Mikail’in günaha bulandığından habersiz de sanma. Kötülerin elleri uzun, gözleri şahin, kalpleri geniş, mideleri sağlamdır. |
|
36
|
|
|
|
Hiç yaşadığın sokaklardaki yarıklara uyanık gözle baktın mı? Senden önce yaşayanların hayaletlerinin çıkış kapısıdır, onlar. Gece geç vakit yeniden ürerler, yaşayanları ürkütmemek, kendilerine de rahat gezinecekleri yollar bulmak yüzünden… Eski hanelerini ararlar, su içtikleri, aş yedikleri kap kacak kırıntılarını toplarlar. Bazen hayatta olanlar da onlara benzer davranır. Akıllarında bayat bir gülüş, ezeli bir dost, durmuş bir sevdayla yalnızlığın müptelâsıdırlar. |
|
37
|
|
|
|
Bir diktatör halkını özgür kılabilir mi? Bir kadın kalbine yenik düşer mi? Bir bilge iktidara göz diker mi? Bir ruh acılardan, baskılardan nasıl kurtulur ve barış için savaşır mı?
Milattan önce altıncı yüzyılda Ege kıyılarında karanlık çağın küllerinden doğup halkın iktidarına uzanacak yeni bir dönem başladı.
Yasa koyucu tiranlar demokrasinin temellerini atarken en büyük yardımcıları Akdeniz boyunca mal taşıyan tüccarlar ve bilgi seven filozoflardı. Aklın ve sayıların hükümdarlığına inanlar derin sular boyunca geziyor, doğanın dilini çözüp onu değiştirmenin yollarını arıyorlardı.
Aralarından biri tanrılar ve kahramanlara inanan toplumda maddenin ilk halinin su olduğunu söyledi. Ona göre dünya su tarafından taşınıyordu. |
|
38
|
|
|
|
Bu kez göz çukurları üstünde yüklü bulutlar dolanan, Mikail’miş. Uzun zaman sonra Aslan da kime kızacağını şaşırıp nasip kalesinin yıkılmaz surlarının önünde nafile dövünecekmiş. Sen olsan, sebep olanı mı, katledeni mi yoksa yazıyı yazanı mı kusurlu bulurdun. Bence karşılığını bilsen de ne fark eder? Gönül tellerinden biri kopunca ruhunun ezgisi hep aksak kalır. |
|
39
|
|
|
|
‘Bundan çok önceydi… Senesini sorma. Rakamları ezip bükmeyi bırakalı epey oldu. Her yer kan ve gözyaşıyla doluydu. Uzaktan gelenlerin atları bozmuştu, sularımızın duruluğunu. Kirlettikleri sade o olsaydı, keşke… Aslan Beyi huzursuz kılan ise, ruhunda çöreklenmiş pastı. Yüzünü asıl bu yüzden döndü, artık Frenklerin yurdu sayılan Kudüs’e… Uzun yolunda yürümesinin nedeni, bitmez bir düş görmesiydi…’ |
|
|
|