Askeri Vesayetten Sivil Otoriter Vesayete: Kısırdöngü,imkanlar ve Sınırlar

AKP, üçüncü hükümet dönemini askeri bir müdahaleye maruz kalmadan tamamlama fırsatı yakalamıştır. Zira bu fırsat, Türkiye’de demokrasinin rüştünü ispat etmesi açısından fevkalade önemlidir. Fakat AKP bu önemin farkında olmadığı gibi iktidar olmanın rahatlığıyla kaygısızca, umursuzca hareket etmektedir. Vesayetin her türlüsü demokratik toplum düzeni için tehdittir.

yazı resimYZ

Türkiye’de, çok partili siyasi hayata geçişte Demokrat Parti deneyimi çok önemlidir. Tek partili CHP döneminden sonra demokrasi yolunda atılan bu önemli adım, gelecek için de oldukça belirleyici olmuştur. Zira günümüze kadar gelen tarihsel sürecin nasıl şekillendiği on yıl süren DP iktidarıyla ve sonunda gerçekleşen askeri müdahale ile oldukça ilintilidir. Demokrasinin asgari müştereklerde, ortak iyide buluşulması anlamına geldiğini unutan CHP ve DP’nin giderek zıtlaşan siyasi mücadelesi ve özellikle DP’nin toplumun muhalefet odaklarını sindirmeye çalışması askeri müdahalenin bahanesi olmuştur. 1960 müdahalesi Türkiye’de bir anlamda darbe geleneğinin oluşmasını sağlayarak geleceği askerin vesayeti altına almıştır.1961 yılında hazırlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesine göre “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır”. Bu maddeye dayanarak neredeyse her on yılda bir sivil siyasete müdahale edilmiş ve mevcut demokratik sistem rafa kaldırılmıştır.

Günümüzde ise DP geleneğinden geldiğini iddia eden AKP, üçüncü genel seçimi de kazandı ve DP’nin rekoruna ortak oldu. Eğer üçüncü dönem iktidarını da herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan tamamlarsa bir ilki gerçekleştirecek ve Türkiye’de demokrasinin temellenmesi açısından çok önemli bir eşik aşılacak. Bu belirtilen husus meselenin bir boyutu. Diğer boyutu ise en az onun kadar önemli ve hatta daha da önemli. AKP’nin, üçüncü dönem iktidarında daha demokratik bir Türkiye adına neler yapacağı ya da böyle bir niyetinin olup olmadığı. Böyle bir soruya verilecek yanıtın cevabı mevcut gidişatın yönünün de değerlendirilmesiyle menfi yönde olacak gibi gözükmektedir. AKP sadece siyasal alandaki iktidarı ile yetinmeyerek iktidarını toplumun her alanına yaymak gibi bir amaç peşindedir. Askeri ve bürokratik vesayetten kurtulmakla yetinmemekte özellikle yaşam biçimlerini, siyasi ideolojilerini toplumun her kesimine kabul ettirmeyi düşünmektedirler. Düşünce özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, bağımsız basın gibi demokrasinin vazgeçilmez öğeleri iktidarın tehdidi altındadır. Vesayet rejiminden kurtulmakla hemen demokratik siyasi rejimin zemininin oluşmadığı görülecektir. AKP’nin demokrasi anlayışının sakatlığı da tam da buradadır. Zihinsel olarak demokratik olgunluğa, hoşgörüye, tarafsız adil yaklaşıma sahip olmadıkları görülecektir.

Türkiye’de liberal siyasal geçmişin ve bu geçmişe dayanan bir geleneğin olmaması da, sivil bir iktidarın demokrasinin yerleşmesi açısından ontolojik olarak yeterli olmadığını göstermektedir. Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiye’sinde liberalizm sadece ekonomik boyutuyla irdelenmiştir. Sol, sosyalist ideolojiyi benimseyenler bile liberalizmi bu boyutuyla düşünerek küçümsemişlerdir. Devletçilik de sadece ekonomik bir sistem olarak anlaşılmıştır. Her iki tercihin de siyasal, toplumsal boyutu ya da üstyapısal yansımalarının üzerinde durulmamıştır. Örneğin liberalizmin bir de siyasi boyutu vardır ki, demokrasinin gelişip yerleşik bir siyasal sistem olması açısından hayati önemdedir. Düşünceyi açıklama özgürlüğü, özgür basın, her türlü muhalefetin serbestçe yaşam şansı bulması, sendikal hak ve özgürlükler, siyasal partilerin serbestçe örgütlenip politika yapması ve daha sayamayacağımız kadar çok unsur demokrasinin varoluş koşullarıdır. Demokrasinin, farklılıklarla bir arada yaşama ve “öteki”ne tahammül gösterebilme olgunluğuna sahip olma anlamına geldiğini anlamak istemeyen ve toplumu tek tipleştirmeye çalışan AKP, belki de demokrasinin önündeki en önemli engel olacaktır.

AKP, sivil anayasa konusunu bile iktidarın nasıl perçinleneceği ve muhalefetsiz bir Türkiye’nin nasıl kurulacağı muvacehesinde değerlendirmektedir. Gerçekten sivil bir rejim ve demokratik düzen istenildiği kuşkuludur. Kemalist ideolojinin temsilcisi asker-sivil bürokrasi kadrosundan kurtulmak, iktidar açısından hayati önemdedir ve icraatları önündeki en büyük engel olarak görmektedirler. Fakat kurtulmak istedikleri siyasi rejimin yerine kendi Dünya görüşlerine uygun bir rejim ve kadro getirdiklerinde toplumun göstereceği refleksi görmezden geliyorlar. AKP’ye göre muhafazakâr Dünya görüşünün toplumun tüm kesimleri tarafından benimsenmemesi önemli değildir. Zira toplum zamanla, peyderpey değiştirilecektir. Toplumun üzerinde muhafazakâr hegemonya kurulacaktır. Mutabakatla, belirli ortak paydalarla buluşarak ve rızaya dayanarak ortak iyinin imal edilmesi düşüncesi zihinlerde hiçbir zaman var olmamıştır. İslamcılığın, tek tipleştirici, dışlayıcı, ötekileştirici ve demokratik toplum biçimine aykırı zihniyet biçimini de düşündüğümüz zaman durumun epeyce umutsuz olduğu ortadadır. Müslümanlığın bu toplumun ortak paydası olduğu iddiası da farklılıklara tahammülsüzlükten ve açıkça vahim bir yanılgıdan ibarettir.

Türk Sağı’nın tipik bir özelliği de ülkeyi büyük bir şantiye haline getirme ve bununla duyulan gururdur. Yollar, köprüler, barajlar, binalar yapmakla ülkeyi kalkındırmak adeta bir tutulur. Bütün bunlar yapıldığı zaman ülkenin otomatikman kalkındığı, müreffeh bir konuma geldiği savunulur. Sağ zihniyete sahip oldukları için işçinin, emekçinin, ücretlinin durumu zaten düşünülmez. Zenginlerin varlığıyla, sermayenin büyüklüğüyle, milli gelirin yüksekliğiyle övünülür. Oysaki ekonomik alanda da demokrasi eksikliği olduğu düşünülmez bile. Zira böyle bir kaygı zaten taşınılmaz. Düşük ücretler, vahşi yaşam koşulları, güvencesiz çalıştırma, asgari ücretten bile peşinen alınan vergiler önemli değildir. Varsıllık ile yoksulluk toplumun doğal hali olarak düşünülür ve aradaki uçurumun hiçbir önemi yoktur. Yoksullar için pozitif ayrımcılık hiçbir zaman gündemlerinde olmamıştır. Sosyal devletin tümüyle rafa kaldırılması bile düşünülür fakat tepkilerden çekinilerek cesaret edilmez. Sosyal devlete özgü bazı uygulamalar da popülist amaçlıdır. Üzerinde düşünülmeden sistemsiz bir şekilde uygulanır.

AKP’nin muhafazakâr toplum biçimini toplumun bütününe dayatması ve muhalefetsiz bir demokrasi hayali otoriter eğilimler taşıdığını göstermektedir. Devletin baskı aygıtlarını muhalefet hareketleri üzerinde fütursuzca uygulaması ve demokratik hak ve özgürlüklere karşı aşırı tepki bunun kanıtıdır. Bu tür yaklaşımların Türkiye’ye zarar vereceği ortadadır. Farklı siyasi görüşteki insanların eylem yapmaları hemen illegalite ile ilişkilendirilmektedir. Siyasi iktidar farklılıklara aşırı tepki göstermekte, bozgunculukla itham ederek itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. CHP’yi eleştirirken geçmişe vurgu yapılmakta ve İsmet İnönü’nün otoriter yönetim biçimi eleştirilmektedir. Atatürk’ten sonra mutlak otorite olarak yönetimi devralan İnönü’nün anti-demokratik uygulamaları sık sık gündeme getirilmektedir. Oysa neredeyse mutlak otorite haline gelen AKP ve mevcut liderinin siyasal pratiği de İnönü dönemini aratmayacak derecede otoriterdir ve “tek adam” lık yönetiminin özelliklerini fazlasıyla taşımaktadır. Nedense bu durum mevcut kamuoyu tarafından bile görmezden gelinmektedir.

AKP, üçüncü hükümet dönemini askeri bir müdahaleye maruz kalmadan tamamlama fırsatı yakalamıştır. Zira bu fırsat, Türkiye’de demokrasinin rüştünü ispat etmesi açısından fevkalade önemlidir. Fakat AKP bu önemin farkında olmadığı gibi iktidar olmanın rahatlığıyla kaygısızca, umursuzca hareket etmektedir. Vesayetin her türlüsü demokratik toplum düzeni için tehdittir. Fakat bu durumu demokrasinin yerleşmesi ve kurumlaşması açısından değil de Türkiye üzerinde kendi vesayetlerini kurma fırsatı olarak değerlendirmektedirler. Bu zihniyet yapısının ülkedeki siyasal, toplumsal kutuplaşmayı daha da artıracağı aşikârdır. Son tahlilde, AKP herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan üçüncü iktidarını tamamlasa bile Türkiye’de demokratik rejimin yerleşmesi açısından çaba harcamayacaktır. Özal’lı yıllar gibi AKP’li yıllar da, muhafazakâr liberalleşmenin gemi azıya aldığı fakat demokrasi adına pek bir şey yapılmadığı yıllar olarak hatırlanacaktır.
15 Haz. 2011

Başa Dön