Alevilik ve Kemalizm

Osmanlı tarihi boyunca sürekli olarak asimilasyona maruz kalan Alevilerin, Kemalizmle birlikte dinsel inançlarını yaşama şansı bulduklarını, kimliklerini serbestçe ifade ettiklerini iddia etmek zordur. Cumhuriyet, insanını, etnik, dinsel ve kültürel zenginliğiyle kabul edip buna göre bir vatandaş tanımı yapmak yerine, belirli bir inanç sistemini ve etnik aidiyeti diğerlerine dayatma yolunu seçtiği için bu anlamda kapsayıcı olamamıştır. Alevi toplumu da Cumhuriyetin sınırlarını çizdiği makbul vatandaş tanımına uymadığı için dışlanmıştır. Günümüzde de Kemalizmin ideolojik olarak değişime kapalı yapısını düşündüğümüz zaman, Alevilerin bu ideolojiden medet ummak yerine demokratik bir toplum tahayyülü yolunda çaba sarf etmekten başka bir seçenekleri yoktur.

yazı resim

Alevilik ve Kemalizm
Alevi toplumunun Kemalizmle olan ilişkisinin sorunlu olduğunu iddia etmek yanlış olmaz. Her Alevi bireyin kendiliğinden Kemalist olması, Kemalizmi bilmemesinden kaynaklandığı gibi adeta bir kültürel unsur gibi nesilden nesile aktarılmasının da bu hususta önemli bir payı vardır. Toplumun genel olarak siyasi tarihi bilmemesi ve eğitim sisteminden kaynaklanan ve maniple edilerek anlatılan Türkiye tarihi, devlet merkezli bir bakış açısının hâkim olmasına ve böyle bir mantalitenin ortaya çıkarmasına sebep olmaktadır. Bu bağlamda, okumayan, okumayı sevmeyen ve kendine dayatılan resmi tarihten başka bir bilgilenme, bilinçlenme kaynağı olmayan toplum kesimleri ve özelde Aleviler Kemalizmi soğukkanlı bir bakış açısıyla değerlendirmekten bile oldukça uzaktırlar.
Alevilerin Kemalizme pozitif bakışının temelini oluşturan en önemli öğe, Osmanlı kurum ve kuruluşlarının kaldırılmasıyla gerçekleşen bir dizi değişim ve dönüşüm hamlelerinin kendiliğinden modern bir topluma yol açtığı yolundaki mitostur. Bu inanç, toplumsal değişme ve gelişmelerin büyük altüst oluşların başka bir deyişle devrimlerin üretim biçimi ve üretim ilişkilerinin değişmesiyle gerçekleşebileceğini bilmemekle maluldür. Kemalist reformlar, Osmanlının üretim ilişkilerine dokunmadığı gibi, Osmanlının son döneminde gelişen kapitalist üretim ilişkilerini aynısıyla devam ettirmiştir. Büyük Buhrana kadar serbest piyasa ilişkilerine dayanan bir ekonomi politikası sürdürmüştür. Buhranla birlikte ise devletçi kalkınma modeli benimsediyse de aslolan serbest girişimdir başka bir deyişle kapitalizmdir. Bölüşüm ilişkilerine dokunulmayan toplumsal sınıfların değişmeden kaldığı, üretim araçlarının el değiştirmediği bir toplumun gerçek anlamda yeni bir toplum olduğundan bahsetmek safdillik olur. Bu tespitle ulaşılmak istenen sonuç, Kemalizmin üstyapısal kurumları değiştirmekle toplumsal değişimi gerçekleştirmediği aslında böyle bir niyetin de olmadığı ve dolayısıyla Osmanlı toplum yapısının korunduğudur. Her mahallede bir milyoner hayal edilmesi, köylü toplumun kente göçüyle gerçekleşecek bir toplumsal karmaşadan ya da dinamikten korkulması, statükonun korunmasının yegâne amaç olarak görülmesi nasıl bir toplum tahayyülünün hedeflendiğini göstermesi açısından ilginçtir.
Alevi toplumunun Kemalizme sempati duymasının diğer önemli bir nedeni de, halifeliğin kaldırılmasıyla, devletin din karşısında tarafsız bir konuma geldiği ve Alevilerin Sünni İslam dayatmasından kurtulduğu yolundaki inançtır. Bu mitin de temelsiz olduğunu hemen belirtmek gerekir. Halifeliğin kaldırılmasıyla ve yerine konulan Diyanet İşleri Başkanlığıyla Kemalist devlet gelişimin önünde engel olarak gördüğü geleneksel İslamı devlet denetimi altında tutmak istiyordu. Burada atlanan husus, Diyanetin Aleviliği ve hatta diğer Sünni mezheplerini bile dışlayarak sadece Sünni Hanefi İslamı temsil etmesidir. Bu bilinçli bir seçimdir. Osmanlıdan beri devam eden Sünni Hanefi saltanatı kurulan yeni devletle meşrulaştırılarak tahkim edilmiştir. Alevilik ise Osmanlıdan beri resmi anlamda tanınmayan bir inanç biçimiydi. Cumhuriyetin eşit yurttaş tanımı idealden reele bir türlü geçemediği için, anayasal düzlemdeki bu durum gerçeğe hiçbir zaman yansımamıştır. Devlet idaresinde görev almanın gizli temel şartı Sünni İslam inancına mensup olmayı şart koştuğu için Aleviler sürekli dışlanmışlardır. Diyanet bünyesinde sürekli olarak kadrolaşan Sünni İslam, inanç özgürlüğü ve laisizm ilkesini de sürekli olarak çiğneyerek Alevilere İslamın Sünni yorumunu dayatmıştır. İnançlarının gereğini gizli olarak gerçekleştirmeye çalışan Aleviler, dışlandıkları gibi inançlarıyla da alay edilmekten, aşağılanmaktan kurtulamamışlardır. Buradan hareketle ulaşılmak istenen sonuç, halifeliğin kaldırılmasının kendiliğinden inanç özgürlüğünü getirmediği, devlete hâkim olan Sünni İslam inancına mensup olanların daha ayrıcalıklı sayıldığı ve Aleviler açısından herhangi bir pozitif adımın atılmadığıdır. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı da Cumhuriyet Kurumu olarak ileri bir adımı mı yoksa düpedüz gerici bir adımı mı niteler, bu soru ciddiyetle sorulmalıdır.
Kemalizm ideolojisi şekillenirken, tekke ve zaviyelerin kapatılması salt o zamanki algıyla gericiliğe karşı bir önlem olmayıp aynı zamanda Alevilerin mağduriyetine de sebep olmuş bir adımdır. Toplumun geri kalmışlığının müsebbibi olarak görülen geleneksel dini kurumlar kaldırılırken, Aleviliğin inançlarını serbestçe yaşamalarını sağlayan Alevi-Bektaşi türbe ve tekkeleri de kapatılmıştır. Bu durum Aleviler için hayal kırıklığı olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşuna büyük destek veren Aleviler, yeni rejimden umduklarını bulamamışlardır. Sünni İslam yeni bir devlet kurumuyla temsil ve tahkim edilirken, Alevilerin ibadethaneleri kapatılmış ve mağdur edilmişlerdir.
Kemalizmin Aleviler açısından hayal kırıklığı olmasının önemli bir eşiği de Dersim meselesidir. Devlet otoritesinin tam anlamıyla tesisi için, Kürt ve Alevi olan ve bu anlamda da makbul vatandaş tanımına uymayan Dersimlilerin tedip edilmesi elzem olarak görülüyordu. Dersim ilinde kendi geleneksel yaşam biçimleriyle hayatlarını idame ettiren Aleviler, üstelik Cumhuriyetin kuruluşuna sempatiyle baktıkları da bilindiği halde, büyük bir katliama maruz kalmışlardır. Meselenin müzakere yoluyla çözümü mümkün olduğu halde, savaş uçakları ve kimyasal silahlar kullanılarak oldukça kanlı biçimde halledilen Dersim konusu Alevilerin Kemalizme bakışının menfileşmesinin önemli ayaklarından birisidir. Özellikle Cumhuriyet tarihinin aydınlanmaya muhtaç konusu olan Dersim meselesi orta ve batı Anadolu Alevileri tarafından tam olarak bilinmediği gibi, meseleden bir şekilde haberdar olanlar da kabullenmekte oldukça zorlanmaktadırlar. Bu durum oldukça düşündürücüdür.
Bütün bu anlatılanlar yanında Alevilerin Kemalist ideolojiyi ancak 1960lı yıllarda benimsediklerini de vurgulamak gerekir. Ondan önce klasik sağ tandanslı partilere oy veren Aleviler,1961 Anayasanın getirdiği göreli demokratik ortamda solla tanışıp bu ideolojiyi benimsemeye başladılar. Solun güçlendiğini gören CHPnin lideri İnönünün taban oluşturma kaygısıyla ortanın solu tezini ileri sürmesi, Alevilerin bu partiyi benimsemeye başlamasına yol açtı. Siyasal İslamın ve aşırı sağcı milliyetçiliğin yükselişi karşısında sığınılacak bir liman olarak görülen CHP, Alevilerden aldığı kayıtsız şartsız desteğe rağmen Alevilerin temel hak ve özgürlüklerini, inançsal konulardaki taleplerini dile getirmekte ne yazık ki oldukça duyarsız kalmıştır. Muhtelif zamanlarda kurulan Alevi partilerinin de kalıcı olamaması CHP yi Aleviler için oy verilecek yegâne parti konumuna getirmiştir. Bütün bu süreç boyunca CHP, Alevi partisi olarak lanse edilmekten rahatsızlık duymuştur. Anakronik olan şudur: Zaman zaman sol sapmalar gösterse de özünde 1930lu yılların katı devletçi, otoriter, dışlayıcı ideolojisini ısrarla vurgulayan ve koruyan, Cumhuriyet tarihi boyunca da Aleviler lehine herhangi bir adım atmayan CHP, Alevilerin büyük çoğunluğundan hala oy almakta ve yine ısrarla Alevilerin taleplerine kulak tıkamakta ve temsilcisi olmayı açıkça olmasa da reddetmektedir. Şimdiki CHPnin başında Dersimli bir Alevinin oluşu da ancak Stockholm sendromuyla açıklanabilir.
Kemalist devlet ideolojisinin, çoğulcu değil çoğunlukçu, antidemokratik, azınlıkların pozitif ayrımcığa değil dışlamaya maruz kaldığı, tek tipçi, militarist, Osmanlı gibi belirli bir mezhebe dayanan ayrımcı yapısını düşündüğümüz zaman, Alevilerin neden sistem tarafından kabul görmediğini daha iyi idrak ederiz. Alevilerin bununla birlikte, azınlık konumları gereği ezilmişlerin, sömürülenlerin, muhaliflerin ve sol düşüncenin yanında yer almasıyla Kemalist gelenek tarafından mimlenmesi bu çerçevede değerlendirilmelidir. Sistem tarafından kabul görmenin tek şartının ise, Türk, Sünni-İslam ideolojisini benimsemekle mümkün olabileceğini anlayan kimi Aleviler, kimliklerini kamusal alanda gizleyerek Sünni-İslam insan tipolojisi gibi görünür oldular. Bu da bir kaçış ya da gizlenme yolu değildi. Zira Maraş, Çorum, Sivas katliamları da Alevilerin Kemalist devletin periferisinde yer aldıklarının ve aslında asli unsur olmadıklarının kanıtıdır.
Osmanlı tarihi boyunca sürekli olarak asimilasyona maruz kalan Alevilerin, Kemalizmle birlikte dinsel inançlarını yaşama şansı bulduklarını, kimliklerini serbestçe ifade ettiklerini iddia etmek zordur. Cumhuriyet, insanını, etnik, dinsel ve kültürel zenginliğiyle kabul edip buna göre bir vatandaş tanımı yapmak yerine, belirli bir inanç sistemini ve etnik aidiyeti diğerlerine dayatma yolunu seçtiği için bu anlamda kapsayıcı olamamıştır. Alevi toplumu da Cumhuriyetin sınırlarını çizdiği makbul vatandaş tanımına uymadığı için dışlanmıştır. Günümüzde de Kemalizmin ideolojik olarak değişime kapalı yapısını düşündüğümüz zaman, Alevilerin bu ideolojiden medet ummak yerine demokratik bir toplum tahayyülü yolunda çaba sarf etmekten başka bir seçenekleri yoktur.
12-17 Eylül 2012

Başa Dön