Türkiye'nin Yeni Vesayeti: Muhafazakar Hegemonya

Türkiyede, mevcut muhafazakâr iktidarın, kamuoyu ve sivil toplum üzerinde kurduğu hegemonya, alternatif düşünme ve bakma biçimlerini tümüyle etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır. Basın yoluyla iktidarın demokratik denetimi handiyse imkânsız hale gelmiştir. Yayınlanmamış bir kitabın bulunup imha edilmesi, Orwellin Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki düşünce polisi ni akla getirmektedir. Muhalif insanların, gazetecilerin suçlarının ne olduğunu dahi bilmeden içeri atılmaları ve bir türlü yargılanamamaları Kafkanın Dava sını andırmaktadır. Başta basın olmak üzere sivil toplum tamamen bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Muhalif insanlar siber iftira yoluyla gözaltına alınmakta ve suçlarını dahi öğrenemeden aylarca hapislerde tutulmaktadır. Muhalefet etme durumunu kendilerine yönelmiş bir düşmanca hamle olarak değerlendirmektedirler. Sivil toplum bileşenlerine baskı yaparak yıldırma, itibarsızlaştırma, ekonomik yaptırım yoluyla sindirme, tehditle işten attırma gibi eylemler sıradan bir hale gelmiştir.Yargı gibi,görevi demokratik denetim mekanizması olan ve adaleti tecelli ettirme gibi çok önemli işlevlere sahip bir kurum zapt edilmesi gereken bir kale olarak görülmüş ve ele geçirilmiş tir. Gerçek anlamda demokrasi, mevcut iktidar tarafından özlenen ve istenen bir değerler manzumesi nin önemli bir bileşeni olma özelliğini çoktan yitirmiştir. Tabii eğer böyle bir maksat var idiyse.

yazı resimYZ

Türkiyenin Yeni Vesayeti: Muhafazakâr Hegemonya
Türkiyede son yıllarda yaşanan gelişmeler genellikle istikrar adı altında genelleştirilerek değerlendirilir oldu. Bu istikrar atfının sebebi, tabii ki geçmiş dönemlerdeki koalisyon hükümetlerinin ülkeyi yönetemediği şeklindeki genel geçer değerlendirmelerin sonucuydu. Böyle bir sonuca ulaşmak için ülkenin yakın tarihine bakıldığında yeterince istikrarsız dönemler olduğu görülür, bu bir gerçektir. Bununla birlikte siyasi çalkantıların olmadığı, ekonomik krizlerin yaşanmadığı ülke gidişatının müspet bir biçimde cereyan ettiği iddia edilen ülkede hiç istikrarsızlık olamaz mı? Aksi iddialara rağmen, Demokrasi denilen soyut mevhumun istikrar dönemlerine somutlaşamaması sorun değil midir? Ekonomik göstergelerin her şeyin yolunda olduğuna işaret etmesine rağmen, neden gelir dağılımındaki adaletsizlik gittikçe derinleşmektedir? Neden liyakate değil de yandaşlığa prim verilir? Siyasi iktidar ve yandaşları hiç mi hata yapmaz, hata yapıyorlar ise neden gündeme gelmez? Ülkede siyasi iktidarın dezenformasyona başvurarak var olan önemli sorunları yokmuş gibi göstermesi neden görmezden gelinir? Muhalif yayın yapan medyanın sindirilmesi karşısında neden kimsenin sesi çıkmaz...

Yukarıda sorduğumuz sorulara mantıklı, doyurucu yanıt alamamamızın ve eleştirel bakışın yok oluşunun sebebi kamuoyu üzerinde kurulan hegemonyadır. Hegemonya terimi siyasi literatürde İtalyan Marxist Gramsci tarafından sivil toplumun analizi için kullanılmıştır.Gramsci hegemonyayı üstyapının özel,yani devlete ait olmayan düzeylerinin rolü içine yerleştirir ve bu toplumsal hegemonyayı,kapitalist toplumlarda toplumsal düzeni korumanın başlıca aracı olarak zora başvurmaktan ayrı bir yere koyar.Kısacası hegemonya ,rızanın imal edilmesi demektir.Genelde bu manipülasyonun başlıca boyutu sayılan kültürel hegemonya ise,düşünme ve bakma biçimlerinin üretimi ile alternatif bakışlar ve söylemlerin dışlanmasını kapsamaktadır(Gordon Marshall,Sosyoloji Sözlüğü,Çev.,Osman Akınhay,Derya Kömürcü.,Bilim ve Sanat Yay.,Ankara 1999,s.299,300.)Hegemonya, günümüz kapitalist toplumlarında,mevcut rejimin zora başvurmadan tahkiminin ve idamesinin sağlanmasının adıdır.Kapitalist toplumlarda hegemonyanın başlıca aracı sivil toplumdur.Sivil toplum üzerinde kurulacak olan hegemonya,iktidara karşı gösterilen her türlü hoşnutsuzluğun bertaraf edilmesini sağlaması yanında,hoşnutsuzluk yaratan koşulların içselleştirilerek kanıksanması amacını da taşımaktadır.Dolayısıyla hoşnutsuzluğu tespit ederek kamuoyunu bilinçlendirme çabası içinde olan sivil toplum bileşenleri dışlanacaktır.Günümüzde itibarsızlaştırma çabaları dediğimiz eylemler tam olarak bu kategoride değerlendirilebilir.

Türkiyede, mevcut muhafazakâr iktidarın, kamuoyu ve sivil toplum üzerinde kurduğu hegemonya, alternatif düşünme ve bakma biçimlerini tümüyle etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır. Basın yoluyla iktidarın demokratik denetimi handiyse imkânsız hale gelmiştir. Yayınlanmamış bir kitabın bulunup imha edilmesi, Orwellin Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki düşünce polisi ni akla getirmektedir. Muhalif insanların, gazetecilerin suçlarının ne olduğunu dahi bilmeden içeri atılmaları ve bir türlü yargılanamamaları Kafkanın Dava sını andırmaktadır. Başta basın olmak üzere sivil toplum tamamen bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Muhalif insanlar siber iftira yoluyla gözaltına alınmakta ve suçlarını dahi öğrenemeden aylarca hapislerde tutulmaktadır. Muhalefet etme durumunu kendilerine yönelmiş bir düşmanca hamle olarak değerlendirmektedirler. Sivil toplum bileşenlerine baskı yaparak yıldırma, itibarsızlaştırma, ekonomik yaptırım yoluyla sindirme, tehditle işten attırma gibi eylemler sıradan bir hale gelmiştir.Yargı gibi,görevi demokratik denetim mekanizması olan ve adaleti tecelli ettirme gibi çok önemli işlevlere sahip bir kurum zapt edilmesi gereken bir kale olarak görülmüş ve ele geçirilmiş tir. Gerçek anlamda demokrasi, mevcut iktidar tarafından özlenen ve istenen bir değerler manzumesi nin önemli bir bileşeni olma özelliğini çoktan yitirmiştir. Tabii eğer böyle bir maksat var idiyse.

Mevcut iktidar sivil toplum üzerindeki hegemonyayı üretmekte ve yeniden üretmektedir. Basın yayın kuruluşlarını ve yaygın söyleyişle medyayı da yandaşları vasıtasıyla ele geçirerek amaçları doğrultusunda, gerekirse dezenformasyona başvurarak kullanmaktadırlar. Sivil toplum kuruluşlarını baskı altına alarak demokratik işlevlerini yapamaz hale getirmektedirler. Kamuda görevli imamların başka kurumlara geçişine izin vererek, teşvik ederek, yönetici kadroların dini eğitim almış insanlardan oluşmasına özen göstermektedirler. Kamu ihalelerini yandaş oluşumların almalarını sağlayarak, iktidarlarını destekleyecek yeni bir sermaye grubu ya da muhafazakâr burjuva sınıfı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Hülasa, Türkiye toplumu topyekûn bir kuşatma ile karşı karşıyadır.

Parlamentodaki sandalye sayısının çokluğuna dayanarak, devleti, toplumu, siyasal alanı fütursuzca biçimlendirme arzusu, siyasetin bir tahakküm aracı olarak telakki edildiği sonucunu doğurmaktadır. Siyasetin nihai amacı, bütün insanların refahı ve mutluluğu yolunda gereken çabanın harcanması olduğu halde, mevcut iktidar insanlar arasında ayrım yaparak, siyaseti, belirli bir kesimin çıkarı için kullanılması gereken bir enstrüman olarak görmektedir. Böyle bir zihniyet toplumsal kutuplaşmayı artıracağı gibi, ülkenin geleceğini de ipotek altına alacaktır.

Demokrasi, belirli bir düzeyde siyasi olgunluğa erişmiş olma önkoşulunu taşıyan bir zihinsellik gerektirir. Bu bilinç düzeyinin temel şartlarından birisi, hiçbir önyargı taşımadan, geçmişte yaşanan kutuplaşmaları aşarak belirli ortak noktalarda buluşma olanağına zemin hazırlamaktır. Kabul edilebilir, asgari müştereklerin dahi olmadığı politik atmosferler, ülkenin sorunlarına makul çözümlerin üretilmesinin önüne geçer. Politik iradenin böyle bir açmaza zemin hazırlaması sonucunda, çözüm için yargı gibi asıl işlevi denetim olan mekanizmalar devreye sokulur ki, bunun durumun sakıncaları saymakla bitmez. Bu itibarla politik iradenin demokratik sistemin kanallarını açması, geçmişin muhasebesini bugünkü politik temsilcilerden sormaya kalkmaması çözüm için gerekli adımları samimiyetle atması elzemdir. Bunun aksinin düşünülmesi ve pratiğe aktarılması Türkiyenin yararına değil zararına olacaktır.
Ağustos 2011

Yorumlar

Başa Dön