Otoriter Demokrasimizin Hal-i Pür Meali
Türkiye’de son zamanlarda olağanüstü koşulların oluşturulmaya başlandığı kaygıyla izlenmektedir. Özellikle, siyasal iktidarın polis marifeti ve yargı eliyle uygulamaya koyduğu toplumsal muhalefeti yok etme misyonu, büyük bir kararlılıkla yerine getirilmektedir.12 Eylül referandumundan sonra gerçekleştirilen “yargı reformuyla”, bahsedilen siyasal konjonktürün meşruiyet zemini hazırlanmış ve yargı, siyasal iktidarın icraatlarını onaylayan bir makam haline getirilmiştir. Siyasal iktidar çoğunluğun oyuyla iktidara geldiği ve hükümet etme anlamında herhangi bir zorlukla da karşılaşmadığı halde bununla da yetinmemekte ve otoriter eğilimlerle, zaten sınırlı olan muhalefeti bastırmaya, sindirmeye gayret etmektedir. Hiçbir siyasal muhalefet odağının kabul edilememesi, meşru görülmemesi demokratik düşünce ile bağdaşmayacağı gibi, zihinlerde farklı bir tahayyül dünyasının olduğuna işaret etmektedir. İktidarın Türkiye tahayyülünün nasıl olduğunu kestirmek hiç de zor değildir. İslami değerlere vurgu yapan otoriter-muhafazakâr bir toplum tahayyülü istedikleri gün gibi aşikârdır.
Özellikle son dönemlerde muhalif yazarlar, gazeteciler ve akademisyenler üzerinde oluşturulan baskı ve sindirme harekâtı düşüncenin bile suç kabul edildiğinin/edilebileceğinin ispatıdır. Muhalif insanların, iktidar cenahınca “sakıncalı” addedilen herhangi bir sivil toplum ya da siyasal parti içinde yer alması, dolaysız bir biçimde terörle ilişkilendirilerek itibarsızlaştırılmakta ve şahısların özgürlükleri ellerinden alınmaktadır. Bununla birlikte artık çoktandır unutulmuş olan bir heyula da tekrar geri döndürülmüştür: Bireyleri suçlamak için legal olan yayınların kullanılması. Komünist Manifesto’nun, Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu v.b kitapların suç unsuru olarak gösterilmesi 12 Eylül dönemine özgü suçlama biçimiydi. Fakat artık kaygıyla izliyoruz ki,12 Eylül ile hesaplaşacağını iddia eden iktidar o dönemin zihniyetiyle hareket etmeye çoktan başladı bile. Öğrenci hareketlerinin baskı altına alınma biçimi ve süreci de aynı yöntem takip edilerek gerçekleştirilmektedir. Öğrencilerin herhangi bir konuda protesto gösterisi yapmaları ya da slogan atmaları bile terör örgütü üyeliğinden yargılanmaya yetmektedir. Siyasal aktivitenin bastırılma biçimi, hukuksal boşlukların ya da hukuksal zeminlerin kötüye kullanılması biçiminde olmaktadır. Teröre yardım ve yataklık gibi muğlâk ve sui istimale açık bir tanım fütursuzca kullanılmakta, düşünce ve eylemin önüne en önemli engel olarak çıkarılmaktadır.
Türkiye’nin özgül koşullarının sonucu olan İslamcı muhafazakârlığın, iktidarın baskıcı uygulamalarıyla otoriter-muhafazakârlığa zemin hazırladığını iddia edebiliriz. İslamcı ideolojiyi benimsemeyenlerin zaten dışlandığı toplumda, buna ilaveten liberal ve sol değerleri öne çıkaran kesimlerin kat be kat tahakküme uğrayacağı aşikârdır. Buradan hareketle, mevcut siyasal iktidarın, muktedir olma biçiminin belirttiğimiz tanımlamalardan başka bir kategoriye girebileceği, daha farklı şekilde betimlenebileceği mevcut verilerle de desteklenerek savlanabilir.
Faşizm kavramı gündelik dilde genel olarak baskıcı yönetimleri betimlemek için kullanılan bir kavram olmuştur.Özgül koşullar dikkate alınmadan değerlendirilmiştir.Fakat genel kabul gören anlamına bakıldığı zaman “siyaset sosyolojisinde faşizm,kaynaşmış bir devlet aygıtının tipik biçimde terör içeren hakimiyetini,dolayısıyla güçler ayrımının ya da hukukun egemenliğinin olmadığı,sıklıkla ırkçı,ama her zaman milliyetçi bir küçük burjuva ideolojisiyle donanmış tek bir partinin egemenliği altındaki bir tahakküm rejimini savunan ya da bu nitelikte olan partileri,ideolojileri veya devletleri göstermeye başlamıştır” (Gordon Marshall,Sosyoloji Sözlüğü,çev.Osman Akınhay,Derya Kömürcü,Bilim ve Sanat Yay.,Ankara 1999,s.234.). Sosyolojik anlamda faşizmin tanımı, Türkiye’nin konjonktürüne bakarak yorumlandığı zaman,güçler ayrımı ve hukukun egemenliğinin olmadığı,tek bir partinin egemenliğinin altında ve belirli kesimlere baskı uygulandığını düşündüğümüz zaman topyekun olmasa bile kısmen faşizan uygulamaların varlığından söz edilebilir.Buradan hareketle de otoriter muhafazakar tınılı ve faşizan uygulamaların da sıkça rastlandığı bir toplumsal düzen ya da sistemin yürürlükte olduğunu iddia etmek yanlış olmaz.
Özellikle Ergenekon davası bahane edilerek, laikçi-ulusalcı kesimin üzerine gidilmiş ve susturulmuştu. Ergenekon yapılanmasının deşifre edilip sorumluların “bağımsız yargının” önüne çıkarılmasından ziyade, belirli bir muhalif grubun ekarte edilmesi asıl amaç haline gelmişti. Yine buna paralel olarak terör örgütünün şehir yapılanmasının çökertilmesi yanında, davanın kapsamı genişletilerek liberal, sol aydınlara gözdağı vermek ve nihayetinde susturmak maksadıyla tutuklamalar gerçekleştirilmiştir. Sistematik olarak yürütülen ve muhalefetsiz bir Türkiye’yi düşleyen siyasal iktidar amaçlarına adım adım yaklaşmaktadır.12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinin baskıcı yönetimlerine benzer bir siyasal atmosferin hâkim olduğu esefle izlenmektedir.
Siyasal iktidar askeri vesayetten kurtulduktan sonra sıranın her türlü muhalefeti susturmaya geldiğini eylemleriyle ortaya koymaktadır. Devlet aygıtının kritik noktalarını da “ele geçirdikten” sonra icraatlarını kolaylıkla ifa etmektedir. Toplumsal muhalefetin oldukça zayıf olduğu Türkiye’de, iktidarı denetleyebilecek herhangi bir odak da mevcut değildir.
Otoriter demokrasilerin biçimsel anlamda demokratik teamüllere uyduğunu söylemek mümkündür. Türkiye’de de biçimsel demokrasi tüm kural ve kaideleriyle yürürlüktedir. Seçimler yapılmıştır, halkın meclisi oluşturulmuştur ve muhalefet de mecliste temsil edilir. Buna mukabil, demokrasinin özsel anlamda olmazsa olmazı olan temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti gibi kavramlar neredeyse “yürürlükten kaldırılmıştır”.Politik gücün adaletten önce geldiği bir dönemde yaşanmaya başlanmıştır. Bunun yanında politik irade meşruiyetini de ihmal etmez. Vatandaşın ekonomik durumunu iyileştirmekten ve popülist sosyal politikalar üretmekten de geri durmaz.
Türkiye’nin mevcut rejimini şu şekilde özetlemek mümkündür. Seçimden kaynaklanan meşruiyetle birlikte baskı politikaları atbaşı gidiyor. Muhalefet, sivil toplum, özgür basın sindiriliyor. Böylelikle iktidarın ideolojisi toplum katına yayılıyor ve içselleştirilmesi sağlanıyor. Buradan bu tür bir rejimin kalıcı demokrasiye ortam hazırladığını sanmak da yanıltıcı olacaktır. Zira bu rejimler demokratik rejimlere bir alternatif oluşturuyor. Geçici değil bilakis kalıcı olduğu da zaten iktidar tarafından ifade edilmektedir.
23 Kasım 2011-11-23