"Kaleme almadığım ne kaldı ki hayata, insana dair" diye düşündüm şöyle bir. Dudağımı büktüm. "Yaşamadığım ne kaldı ki şu dünyada?" serzenişindeymişim gibi giriş yapmışım farkında olmadan. Aslında haksız da değilim. Acıyı da tattım sevinci de...
İnsanlar dertleri tekelleştirmeye mutluluğu ise nedense hep teğet geçmeye meyillidir. Tam da bu noktada "Buyur burdan yak" affedersiniz "Buyur burdan yaz" demeliydim aslında. Bakın ne de çabuk buldum konu başlığını.
Yazmak, tokum diyerek oturduğun bir sofrada bazen ne kadar aç olduğunu farketmek gibidir. Yedikçe şaşırırsın bir yandan da utanırsın.
Ben tabi ki yazmaktan asla utanmayacağım. İnşallah ömrümün sonuna kadar da yazmaya aç ve iştahlı olurum. Harika bir temenni değil mi zararsız, çıkarsız, masumane.
En yakınlarından birini kaybettikten sonra diğer sorunlar o kadar basit gelir ki insana. Ölüm dışında her şeyin çaresinin olduğunu farkedersiniz. Bu duygu size de yabancı gelmedi eminim. Sonuçta; cinsiyet, memleket, statü farklı olsa bile insan her yerde insan.
Geri kalan duvar saatinizin akrep ve yelkovanını el marifetiyle ilerletebilirsiniz, tekrar kurup ayarlayabilirsiniz ama o saat bozuksa şayet ilerler biraz sonra gene durur. Arızalanan hiç bir şey eskisi gibi tıkır tıkır işlemez bazı arkadaşlıklar, evlilikler gibi. Erken teşhis nasıl hayat kurtarırsa erken vedalar da kimi zaman içsel huzurun kapısını aralar.
Bence hayatı ne çok ciddiye ne de basite almalı. Diyeceksiniz ki nasıl? Herşeyin bir sonunun olduğu dünyaya sonsuzmuş gözüyle bakıp fazla anlamlar yüklemeye hiç gerek yok. Kimseyi üzmeyin kimsenin de sizi üzmesine müsaade etmeyin. Gözyaşlarınız asla sizi incitene akmasın çünkü değmez. Bu bile başlangıç için fena sayılmaz. Bir sade vatandaş sözü kabul edin.
Sevgiler...