Ötelemek, bugünlerde hatta epey bir süredir kendime çok yakın bulduğum bir kelime. İçsel dağarcığım hazine bulmuş kadar sevindi "ötelemeye". Benim gelecekle ilgili değil ötelemelerim. Git öte, dediklerim hep olmuş bitmişle ilgili.
Hayatımın zaman şeridinde hatırlamasam da olur dediklerimi zaten hep pas geçmişimdir. Peki yaşarken "Pes artık, bu kadarı da fazla dediklerimi ne mi yaptım? Söyleyeyim öyle bir öteledim ki gerinin ta gerisine, ötenin daha da ötesine hani kendin kıyı köşe saklayıp sonrası koyduğun yeri unuttuğun gibi.
Bir tanıdığım, "unutursam affederim, hatırlamam lazım ki nefretim soğumasın" demişti. Nefreti sıcak tutmak ne kadar korkunç. Yaşanmış bitmiş bir şeyi taze tutmak neye benzer biliyor musunuz; "bozulmuş, kokmuş bir yiyeceği derin dondurucuda saklamak" misali. Her gün sofraya getirmeyeceğiniz bir yiyeceği mikrodalgada ısıtır mısınız, elinizi dahi sürmeden açıkta soğutup, yeniden buzdolabında saklar mısınız?
Boşuna hafıza rafınızı işgal etmesin unutulası anılar atın, dökün, boşaltın ne var ne yoksa. Bu davranış biçimi itelemek, ötelemekten de etkili.
Eskilerin sözlerinden biridir "temcit pilavı gibi getirme önüme", diye. Kötü anılarımızı tekrar tekrar ısıtıp gündeme getirmek ruh sağlığımızı olumsuz etkilemekten başka bir işe yaramaz. Kaldı ki yiyecekler bile tekrar tekrar ısıtılınca hem kendi bozuluyor hem de midemizi bozuyor.
Güzel şeyler düşünelim, güzel olsun her şey. Hayat, tatlandırınca anlamlı.