Çakır Reis

...Fırtınanın vahşi sesi koyun sarp kayalıklarında yankılanıyordu.Gökyüzünü kat kat kara bulutlar kaplamıştı.Güneş yüzünü gizlemişti bu sabah...

yazı resimYZ

“ Tak ! Tak ! Tak ! ”
Son çekiç darbelerini vurmuş , ıskambozları da takmıştı artık . Yeni kalafatlanmış tekne , yaş ağaç ve macun kokusunun büyülü atmosferinde , titiz işçiliği ve görkeminden kaynaklanan gururla ustasının gözlerinde yansıyordu .
“ Var mı Karadeniz’de böyle bir tekne ? “ diye geçirdi içinden . Titreyen nasırlı parmaklarıyla cigarasını sararken , bir yandan da derin düşüncelere dalmış gibiydi:
“ Çakır ‘ ımı şimdi mi getirsem ? Ama yok , olmaz ; motoru takalım hele , boyasını da vurayım , ondan sonra …Tastamam görsün. “
Teknenin önüne ilerleyip , küpeşteye sert bir yumruk indirdi :
“ Hey be ! İnsan bu tekneyle en azgın fırtınalara kafa tutar . Ne karayel korkutur , ne yıldız ne de poyraz …”
Yedi metrelik bu genç teknenin dalgaları nasıl yarıp gideceğini zihninde canlandırdığı anda , hemen ardından duymuş olduğu sesle , o anlık hayallerini sonlandırıverdi . Motorcu Necmi ‘ ydi gelen :
“ Hay ellerine sağlık Salim Usta . Yıllardır bu işle uğraştın amma , en iyisini kendin için yaptın . Ne yalan söyleyeyim , gördüğüm en şahane tekne bu . “
“ Onu Çakır ‘ ım için yaptım . Çakır bununla denizdeyken görenlerin gözü kamaşacak . Eşi benzeri yapılamayacak bir daha . Haydi , bir an önce takalım şu motoru . “
Vakit kaybetmeksizin işe koyuldular . Önce motorun oturacağı ayaklara matkapla vida yuvaları açıldı . Koca motor , bir iki denemenin ardından bu kalın meşe ayaklara yerleştirilerek sıkıca monte edildi . Sonra tekrar tekrar yapılan ince hesaplamalarla şaftı ve pervaneyi taktılar . Bükülen her vidanın , yerine konulan her parçanın peşine Salim Usta ‘ nın gözlerinde bir zafer ışığı parıldıyordu . Gençliğinden bu yana hepsi birbirinden güzel onlarca tekne yapmış , ancak hiç birinin bitiminde böylesi bir zafer sarhoşluğu yaşamamıştı . Çünkü bunun yeri ayrıydı ; bu tekne , hayattaki tek varlığı , henüz on yaşındaki oğlu Çakır içindi . Çakır ‘ ı yaşama döndürecekti bu tekne .
Batmakta olan güneşin yorgun ışıkları uykuya hazırlanan denizi bir yorgan şefkatiyle sarmalarken , Motorcu Nemci ‘ nin işin sonlandığını müjdeleyen sesi duyuldu :
“ Tamamdır usta , geçmiş olsun . Çalıştır da bir bakalım . “
Salim Usta motorun kolonuna bir çırpıda dolayıverdi ipi ve “ bismillah “ deyip hızla asıldı . On üç beygirlik lombardin , tüm köyü zelzeleye vermek istermiş gibi gürleyip sarsılmaya başladı . Kulakları yırtarcasına yankılanan bu ses , Salim Usta ‘ nın ayaklarını bir köy düğününde çekilen halay gibi hoş bir tempoyla ritme dönüştürmüştü . Gaz koluna yüklenip te motoru delirttikçe , zamanı ve mekanı aşıyormuşçasına bir duyguya kapılıyordu . Yorgun yüreğine yeterince güç depolayan motorun sağlamlığına kanaat getirince , önce gazı rölantaya indirdi , sonra da istop düğmesine bastı . Hayır dua eşliğinde gönderdiği Motorcu Necmi ‘ nin ardından takım hırdavatı toplayıp kendisi de evinin yolunu tuttu .

Salim Usta ‘ nın gecekondusu , balıkçı sığınağını destekleyen koyun gerisinde , yaşlı kestane ağaçlarıyla örtülü bir tepenin yamacındaydı . Kendini bildi bileli baba yadigarı olan bu harabede yaşamış , askerlik görevinin hemen ardından evlendiğinde yuvasını da yine burada kurmuştu . Elinde sağlam bir sanatı olduğundan , ailesini geçindirmekte pek zorlandığı söylenemezdi . Evliliğinin ertesi yılı bir de dünyalar güzeli , deniz gözlü bir oğlu olmuştu ki , Rabbinden daha ne isteyebilirdi ?
Çakır bereketini de yanında getirmiş , ustanın aldığı siparişler daha bir artmıştı . Bazı günler geceli gündüzlü çalıştığı olurdu . Karadeniz ‘ in en uzak sahillerinde dahi onun hünerli ellerinden çıkmış bir tekneye rastlanırdı . Salim Usta , ömrünün en mutlu anlarını işte o dönemlerde yaşadı . Ama mutluluk , durmak bilmeyen bir akıntıdan çok , esip geçiveren bir yele benzerdi . Bu yüzden onun mutluluğu da fazla sürmedi .
“ Eğer yüzün güldüyse “ demişti rahmetli babası , “ ağlamaya da hazır ol . Çünkü gülmenin bedeli ağlamaktır . “ Ve gün geldi ağladı Salim Usta . Yakalandığı kör bir fırtınada , teknesiyle birlikte karısını dalgalara verdi . O zamana dek karşılaştığı her durumun bir Tanrı yazgısı olduğunu savunan bu adam , bu kez kaderci anlayışının masumiyetine bürünemedi . Yaşadığı bu olay yüzünden başta kendisi olmak üzere her bir şeyi suçladı ; denize küstü , insanlara küstü , hayata küstü …Yalnızca kadehlere sığınıverdi . Yüreğini kavuran ateşi boşalttığı şişelerle söndürmeye çalışırken , sahip olduğu değerleri de bir bir yitirmekteydi . Titreyen elleri yüzünden tek bir tekne siparişi almaya cesaret edemedi ; ve bir gün vurup kilidi üstüne atölyesinin kapılarını kapadı .
Ancak ızdırap , yavrusunun nazına dayanamayıp yüreği yumuşayan bir babaya benzemezdi . Salim Usta , çektiği çilelerin yeter olduğunu düşünüp gizliden gizliye gelecek güzel günlerin umudunu taşısa da , mutluluk ve keder mevsimler gibi , gün ile gece gibi peşpeşe bir sıra gözetemezdi . Bir bedel işiydi bu , ve anladı ki gülmenin bedeli henüz ödenmemişti . Kader , işte tam bu dönemlerde Salim Usta ‘ya son darbesini de vurmaktaydı . Hayattaki tek varlığı biricik oğlu Çakır , amansız bir hastalığın pençesine düşüverdi . Elinde avucunda neyi kaldıysa bu uğurda harcayıp tüketti , ama olmadı . “Kanında bozukluk var “ dediler . “ Allahtan umut kesilmez “ deyip köyüne geri gönderdiklerinde , Salim Usta ‘ nın dışında herkes umudunu kesmişti .
“ Asıl doktorların kanı bozuk ! Tek amaçları para yemek . Hiç bir şeyi kalmayacak Çakır ‘ ımın , çocuktur işte . Hele bitsin şu tekne , hele gelsin palamut zamanı bak nasıl iyileşecek . Deniz yavrumu yeniden ayağa kaldıracak . “
Salim Usta her ne kadar gönlünü hoş tutmaya çalışsa da , görüyordu ki her geçen gün Çakır ‘ ı biraz daha tüketmekteydi . Yavrucağın yıllar var ki babasından tek bir dileği olmuştu ; anasını kendilerinden koparıp alan teknenin yerine bir yenisine sahip olmak . Başka ne istemiş olsa bir dediğini iki etmez karşılardı Salim Usta . Ama denizi bir düşman bellemiş olduğundan uzun bir süre yavrusunun bu isteğine karşı çıktı . Ne zaman ki oğlu hasta düştü o vakit daha fazla diretmedi inadında ; ve oğluna hayat vereceğini düşündüğü tekneyi yapmak üzere yeniden kolları sıvayıp işe koyuldu . Soluk almaksızın çılgınlar gibi çalıştı . Çünkü biliyordu ki , zaman en acımasız rakibi olarak karşısına dikilmiş , en değerli varlığını elinden almak üzere kendisiyle amansız bir yarışa tutulmuştu .

Yorgun elleriyle gecekondunun kapısını araladığında , Çakır ‘ ın cılız ama o tatlı sesi okşadı kulaklarını :
“ Baba…Bitti mi ? “
“ Yalnızca boyası kaldı yavrum . Yarın bitecek . “
Çocuk eski bir yün yatakta , mavileri ağarmış bir çarşafın üzerinde uzanmaktaydı . Dal gibi incelmiş boynunda başını çevirecek kadar gücü olmadığı belliydi . Salim Usta nasırlı parmaklarıyla , incitmekten korkar gibi usul usul yavrusunun saçlarını okşadı . Yarı açık göz kapakları arasındaki solgun maviler içinde yüreğine su serpecek bir umut pırıltısı aradı . Neredeydi o çakır gibi gözler ? Bu sönük bakışlar ne kadar yakışıksızdı …
Karşısındaki mecalsiz bedenden en azından bir ses işiteyim düşüncesiyle her gece sorduğu soruyu tekrarladı :
“ Hele anlat Çakır ‘ ım . Nasıl boyayacaktım ? “
“ Masmavi olsun baba . Her yanı deniz mavi…”
“ Olacak oğlum . Gözlerin gibi mavi olacak . “
Ardından iki yorgun beden birbirlerine sarılıp derin bir uykuya gömüldü .
Gün açar açmaz yavrusunu her zamanki gibi komşu kadına emanet etti ve atölyesinde aldı soluğu . Biraz tinerle sulandırdığı boyaya , fırçasını daldırıp daldırıp sürdü . Çakır ‘ ın gözleri gibiydi fırçadan dökülenler ; belki biraz daha parlaktılar o kadar . Baktığında gözleri kamaşır da yeniden eski canlılığına kavuşur düşüncesiyle mavileri taze tahtaya kat kat vurup yediriyordu . Her bir kat biraz daha ışıltı demekti .
Güneş bugünlük benden bu kadar deyip eteği avucunda gitme hazırlığındayken , artık yapılması gereken tek bir iş kalmıştı . Titreyen elini bir diğeriyle destekleyerek ince uçlu fırçasıyla ÇAKIR REİS diye yazıverdi teknenin önüne .
Eve döndüğünde komşu kadın kapıda karşıladı :
“ Çok kötüledi , sayıklıyor . “
Endişesini güçlükle oluşturduğu tebessümünün ardında gizleyerek sesleniverdi içeriye :
“ Çakır ‘ ım , ben geldim . “
“ Tamam…oldu…mu ? “
“ Oldu oğlum , boyası da tamam oldu . Kurur kurumaz denize açılacağız . “
“ Dümeni…ben tutacağım…değil mi ? “
“ Elbette , senin teknen değil mi o ? Elbette sen tutacaksın . “
Çakır ‘ ın çatlak dudaklarında belli belirsiz bir gülücük oluştu . Ardından baygınlıkla uyku arası bir sessizliğe gömülüverdi . Salim Usta yavrusunun minicik ellerini avucunda tutarken , yağmur yüklü bir buluta dönen gözlerine daha fazla hakim olamadı . Aylardır bedenine gömüp çoğalttığı kederler beyninde şimşekler gibi çakıyor , yüreğinden sağnak gibi boşalıyordu . Yüzü yıpranmış bir yastığı ağzına tıkayarak hıçkırıklarını gırtlağında boğmaya çalıştı . Bir müddet bu vaziyette ürkek çocuklar gibi içini çeke çeke ağladı . Parmaklarıyla yaşlarını silmeye çalıştığı gözleri duvardaki takvime takılıverdi . İki üç ay yaşar demişti doktorlar ; ama işte dördüncü ay da bitiyordu . “ Onların dediği gibi olacak değil ya . Gelsin de görsünler , nasıl dayanıyor yavrucak . Bir açılsın denizlere , yesin poyraz rüzgarını , hele yaksın denizin tuzu tenini , nasıl ayağa kalkacak bak . Görecek herkes , ölmeyecek benim oğlum , ölmeyecek ! “

Fırtınanın vahşi sesi koyun sarp kayalıklarında yankılanıyordu . Gökyüzünü kat kat kara bulutlar kaplamıştı . Güneş yüzünü gizlemişti bu sabah .
Dışarıdaki rüzgarın uğultusuna kesik kesik iniltiler karıştı :
“ Baba…tekneme götür beni . “
“ Ama fırtına…”
“ Çabuk…baba. “
Salim Usta bir kez daha “ama “ demedi . Islak gözlerini gizlemeye çelışırken bir yandan da yavrusunu gocuğuna sarmaladı . Ve kundakta bir bebe gibi göğsüne bastırıp , düşe kalka sahile , teknenin yanına iniverdi . Çakır göz kapaklarını güçlükle aralayıp baktığı vakit , teknenin maviliği gözlerine yansıdı .
“ Nasıl Çakır ‘ ım ? Çok güzel değil mi ? “
“ Denize…denize açılalım. “
Salim Usta ne tenini acıtan yağmura , ne de kendisine karşı koyan rüzgara aldırıyordu . Çakır ‘ ı aceleyle teknenin kıç üstüne yatırdı . O anda yanlarına yaklaşan iki balıkçı çocuk bu girişime engel olmaya çalıştılarsa da başaramadılar .
“ Heyy bee ! En eskisiyim ben bu denizlerin . Gevezelik yapacağınıza el atın da tekneyi suya verelim . “
Koca tekne koyun kısmen durgun bir kıyıcığından denize sürüldü . Uzaktan olayı görüp barakalarından çıkan yaşlı balıkçılar telaşla haykırmaya başladılar . Ama Salim Usta kulaklarını tıkamıştı . Onun tek bir amacı vardı artık ; Çakır ’ ın dalgalara kavuşması .
Kudurmuş yıldız rüzgarının coşturduğu deniz , koyun hemen çıkışında kana susamış bir canavar gibi kükremekteydi . Birbirini aşmak için yarışan dalgalar , sığınağı koruyan dev beton blokları dövüyordu . Çekip çalıştırdı motoru Salim Usta . Dümeni kontrol ederken bir yandan da dudaklarını Çakır ‘ ın kulaklarına yapıştırdı :
“ Hah hah haa…Nasılmış Çakır ‘ ım ? “
“ Dışarı baba…dalgalarla oynayalım. “
Bu ürperti verecek dilek karşısında bir an bile tereddüt etmedi . Dümeni kırıp koyun dışındaki o azgın dalgaların içine yol aldı . Tekne bir fındık kabuğu gibiydi artık . Bir dalganın sırtında göklere çıkıyor , sonra derin kuyular içinde kayboluyordu . Teknenin küpeştesini aşıp içeri sıçrayan sular , Salim Usta ‘ nın sakallarından Çakır ‘ ın sarı saçlarına akıyordu .
“ Al yavrum , sen tut hadi dümeni “ diyerek yekeyi çocuğun zayıf parmakları arasına tutturmak istedi . Ancak her seferinde düşüyordu el . Ve ardından minik başı da babasının kolları üzerine devriliverdi . Salim Usta ‘ nın “ Çakııır ! “ diye atmış olduğu feryat katlanıp gelen bir dalganın içinde yitip giderken , sahilde toplanmış kalabalık yalnızca beton bloklara çarparak parçalanan bir tekne görebildi .

Mayıs-2003

Başa Dön