"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."

Ekoloji ve Çiftlik Hayvanları: Çevre-Organizma İlişkileri

Bu metin, ekolojinin temel kavramlarını ele alarak canlılar ve çevreleri arasındaki karmaşık ilişkileri inceliyor. Ortam ve çevre kavramlarının farklılıklarını açıklayarak, özellikle çiftlik hayvanları yetiştiriciliğinde bu ekolojik ilişkilerin önemini vurguluyor. Organizmaların yaşamlarını sürdürebilmeleri için bulundukları ortamın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleriyle uyum içinde olması gerektiği belirtiliyor.

yazı resim

Canlı organizmalar ve çevreleri arasındaki karmaşık ilişkiler ağı, yaşamın temel dinamiklerini oluşturur. Bu ilişkiler ağını anlamak, özellikle çiftlik hayvanlarının yetiştiriciliğinde kritik öneme sahiptir. Bir organizmanın yaşamını sürdürebilmesi, gelişebilmesi ve üretken olabilmesi için bulunduğu ortamın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleriyle uyum içinde olması gerekmektedir.
Temel Ekolojik Kavramlar
Ortam ve Çevre
Ekolojinin temelini oluşturan iki kavram olan ortam ve çevre, birbirleriyle ilişkili ancak farklı anlamlar taşımaktadır. Ortam, canlı organizmaların yaşamsal bağlarla bağlı oldukları, etkilendikleri ve aynı zamanda etkiledikleri mekân birimini ifade eder. Çevre ise daha geniş bir kavram olup, bir canlının veya canlı topluluğunun yaşamını sağlayan ve onu sürekli etkisi altında bulunduran süreçler, enerjiler ve maddesel varlıkların bütünlüğünü kapsar. Başka bir deyişle, çevre belirli bir yaşam mekânında etkili olan fiziksel, kimyasal ve biyolojik etmenlerin toplamıdır. Bu ayrım, teorik bir incelikten öte pratik öneme sahiptir. Çiftlik hayvanlarının yetiştiriciliğinde, hem hayvanların bulunduğu fiziksel mekânı (ortam) hem de bu mekândaki tüm etkileşimleri ve süreçleri (çevre) dikkate almak gerekir. Örneğin, bir ahır sadece hayvanların barındığı bir mekân değil, aynı zamanda sıcaklık, nem, havalandırma, ışık ve diğer birçok faktörün etkileşimde bulunduğu dinamik bir sistemdir.
Habitat ve Biyotop
Habitat, bir organizmanın devamlı olarak yaşadığı ve ısrarla bulunduğu yeri tanımlar. Biyotop ise canlı varlıkların yaşamını sürdürebilmesi için uygun çevresel koşullara sahip ortamı ifade eder. Her ne kadar bu iki kavram sıklıkla birbirinin yerine kullanılsa da, aralarında önemli bir fark bulunmaktadır. Habitat genellikle bir türe ait birey veya bireylerin yerleştiği alanı tanımlarken, biyotop bir komunitenin (topluluk) yerleştiği alanı ifade eder. Bu ayrım, autekoloji (birey ekolojisi) ve sinekoloji (tür toplulukları veya ekosistem ekolojisi) arasındaki metodolojik farklılığı yansıtır. Habitat ve biyotoplar inorganik yapıda (kaya, toprak, su gibi) olabildiği gibi organik yapıda (parazit bitkinin veya hayvanın habitatı gibi) da olabilir. Çiftlik hayvanları açısından düşünüldüğünde, bir inağın belirli bir bölümü tek bir hayvanın habitatı olabilirken, tüm ahır kompleksi bir hayvan topluluğunun biyotopu olarak değerlendirilebilir.
Biyosönoz, Biyom, Biyosfer ve Ekosfer
Ekolojik hiyerarşinin üst düzeylerini oluşturan bu kavramlar, canlıların organizasyon seviyelerini ve dünya üzerindeki dağılımlarını anlamak için kritik öneme sahiptir. Biyosönoz, biyotop denilen mekânı işgal eden ve özel bir kompozisyona sahip organizma grubunu tanımlar. Biyotop ile biyosönozun karşılıklı ilişkileri ekosistemi meydana getirir. Bu ilişki, cansız çevre bileşenleri ile canlı topluluklar arasındaki madde ve enerji alışverişini içerir.
Biyom, yeryüzündeki büyük iklim kuşaklarına bağlı olarak oluşan büyük canlı toplumlarını ifade eder. Biyomlar yeryüzü üzerine yayılmış bitki ve hayvanların oluşturduğu doğal ekosistemlerdir. Örneğin, tropikal yağmur ormanları, çöller, step bölgeleri ve tundra alanları farklı biyomları temsil eder. Her biyomun kendine özgü iklim koşulları, bitki örtüsü ve hayvan topluluğu bulunmaktadır.
Biyosfer, canlı küre olarak da adlandırılır ve canlıların litosfer (karasal kütle), atmosfer ve hidrosferde oluşturduğu düşünülen tabakayı kapsar. Bu tabaka yaklaşık 20 kilometre kalınlığındadır ve yaşamın bulunduğu tüm alanları içerir. Biyosferi oluşturan canlılar ile bunların cansız çevresi ekosfer adı verilen bütünü oluşturur. Bu kavramlar, yerel düzeydeki ekolojik olayları küresel bağlama oturtmamıza ve yaşamın karmaşıklığını daha iyi anlamamıza yardımcı olur.
Ekolojik Niş
Ekolojik niş, bir organizma veya populasyonun ekosistem içindeki işlevini ve rolünü belirtir. Bu kavram, bir canlının sadece nerede yaşadığını değil, aynı zamanda ne yaptığını, nasıl yaşadığını, ne yediğini ve diğer organizmalarla nasıl etkileşimde bulunduğunu da kapsar. Bir orman ekosistemini ele aldığımızda, her hayvanın ormanda kendine özgü bir habitatı ve bu habitatta özel bir yaşayış tarzıyla davranışı vardır. Bazı hayvanlar yapraklarda, bazıları meyvelerde, bazıları tohumlarla, bazıları da diğer hayvanları avlayarak yaşar. Canlıların aralarındaki rekabeti azaltmak için benimsedikleri bu davranış, beslenme ve yaşayış tarzları onların ekolojik nişini oluşturur. Bu durum, "rekabetçi dışlanma prensibi" olarak bilinen önemli bir ekolojik ilkeye yol açar: Eğer aynı ekolojik nişe sahip iki tür birlikte yaşamaya zorlanırsa, bunlardan birisi ortamdan silinirken diğeri yaşamını sürdürür. Çiftlik hayvanları yetiştiriciliğinde, farklı türlerin veya hatta aynı türün farklı bireylerinin farklı ekolojik nişlere sahip olabileceğini anlamak önemlidir. Örneğin, entansif bir çiftlikte tavuklar, yem tüketim zamanları, tünek kullanımları ve sosyal hiyerarşideki konumları açısından farklı ekolojik nişler işgal edebilirler. Bu anlayış, daha verimli ve sürdürülebilir hayvan yetiştiriciliği sistemleri tasarlamamıza yardımcı olabilir.
Ekolojik Etmenler ve Sınıflandırılması
Canlı varlıkları yaşam evrelerinin en az bir safhasında doğrudan veya dolaylı şekilde etkileyen ortamın her elemanına ekolojik etmen (faktör) ya da çevresel etmen adı verilmektedir. Bu etmenler ayrıca ortam etmeni olarak da ifade edilir. Işık, sıcaklık, nem, toprak çeşidi ve besin durumu gibi faktörler ekolojik etmenlere örnek teşkil eder.
Ekolojik etmenler dört ana grup altında sınıflandırılabilir:
I. Klimatik (İklimsel) Etmenler: Sıcaklık, nem, yağış, rüzgar, basınç, ışık gibi iklim bileşenlerini kapsar. Bu etmenler özellikle açık sistemlerde yetiştirilen çiftlik hayvanları için kritik öneme sahiptir.
II. Fizyografik (Topografik, Yeryüzü Şekli) Etmenler: Yükseklik, eğim, bakı, jeolojik yapı gibi yeryüzü şekillerini içerir. Dağlık bölgelerde yetiştirilen hayvanlar için özellikle önemlidir.
III. Edafik (Toprak) Etmenler: Toprak tipi, yapısı, kimyasal kompozisyonu, pH'sı gibi toprak özelliklerini kapsar. Özellikle otlatma sistemlerinde hayvanların beslenme kalitesini doğrudan etkiler.
IV. Biyotik Etmenler: Simbiyozis, parazitizm, predatörlük, rekabet gibi canlılar arası ilişkileri içerir. Çiftlik hayvanlarında hastalıklar, parazitler ve sosyal etkileşimler bu kategoriye girer.
Temel Ekolojik Yasalar
Liebig'in Minimum Yasası
Canlıların yaşayabilmesi için alınması zorunlu besin maddelerinin en azından minimum miktarda alınması gereklidir. Bu kuram, ilk kez 1840 yılında Justus von Liebig tarafından bitkilerin beslenmesinde bazı etmenlerin kaçınılmaz olduğunu belirtmek için ortaya atılmış olup, daha sonra tüm ekolojik etmenlere uygulanmıştır. Bu kurama göre, ortamdaki temel besin maddelerinden hangisi en az ise, o az olan madde gelişim sınırlayıcıdır ve bir alanın verimliliği bu besin maddesi ile sınırlandırılır. Diğer besin maddeleri yeterli olsa bile canlı, ancak bu besin maddesi miktarı kadar diğerlerinden faydalanabilir. Bu prensip, klasik "fıçı kanunu" ile görselleştirilir: bir fıçıdaki su seviyesi, en kısa tahtanın yüksekliği ile sınırlıdır. Çiftlik hayvanları beslenmesinde bu prensip kritik öneme sahiptir. Örneğin, bir rasyonda protein, enerji, vitaminler ve mineraller dengeli şekilde bulunmalıdır. Eğer herhangi bir besin öğesi yetersiz ise, diğer besin öğeleri ne kadar fazla olursa olsun, hayvanın performansı bu sınırlayıcı öğe tarafından belirlenecektir. Ancak daha sonraki çalışmalar, canlıların eksik olan bazı elementlerin yerine ona yakın diğer elementleri alarak eksik maddenin eksikliğini giderebildiğini göstermiştir. Örneğin, Molluska'lar kabukları için gerekli olan kalsiyum yerine stronsiyum'u kullanabilirler. Benzer şekilde, gölgede yetişen bitkiler güneşte yetişenlere göre daha az çinkoya gereksinim gösterirler. Bu durum, minimum yasasının mutlak olmadığını ve belirli koşullarda esneklik gösterebildiğini ortaya koyar.
Shelford'un Tolerans Yasası
Canlıların ortamsal (ekolojik, çevresel) etmenler için alt ve üst tolerans sınırları bulunmaktadır. Bu prensip, 1913 yılında Victor Ernest Shelford tarafından formüle edilmiş ve tolerans yasası olarak bilinmektedir. Canlılar bu sınırlar içinde yaşamlarını sürdürürler ve her ekolojik etmen için belirli bir tolerans aralığına sahiptirler.

Tolerans yasasının bazı önemli yardımcı kuralları vardır:
a) Değişken Tolerans: Bir organizma bir faktör için geniş tolerans gösterirken, bir diğeri için dar toleranslı olabilir. Örneğin, bazı sığır ırkları sıcaklık değişimlerine karşı geniş tolerans gösterirken, nem değişimlerine karşı daha hassas olabilirler.
b) Dağılım ve Tolerans: Toleransı tüm etmenlere geniş olan organizmalar geniş alanlara yayılırlar. Bu durum, bazı hayvan ırklarının neden dünya çapında yaygın olduğunu, bazılarının ise sadece belirli bölgelerde yetiştirilebildiğini açıklar.
c) Etkileşimli Tolerans: Bir ekolojik etmene nazaran şartlar bir tür için optimum değilse, tolerans sınırları diğer ekolojik etmenlere oranla indirgenebilir. Penman'ın 1956'daki çalışması, toprak azotu sınırlayıcı olduğu zaman otların kuraklığa dayanıklılığının azaldığını göstermiştir.
d) Kritik Dönemler: Üreme periyodu, ortamsal etmenler sınırlayıcı olduğu zaman çok kritiktir. Gebe hayvanlar, yavru hayvanlar ve üreme dönemindeki hayvanlar çevresel stres faktörlerine karşı daha hassastır.
Organizmaların tolerans alanı ve dolayısıyla ekolojik tolerans sınırları türden türe değişebilir. Örneğin, alabalık yumurtasının sıcaklığa karşı toleransı dar olmasına karşın, kurbağa yumurtalarınınki daha geniştir. Benzer durum çiftlik hayvanlarında da gözlemlenir: Jersey ırkı sığırlar sıcak iklimlere daha iyi adapte olurken, Highland sığırları soğuk ve sert iklimlere daha dayanıklıdır.
Optimum Alan ve Sınırlayıcı Etmenler
Canlıların tolerans alanları içinde en iyi gelişebildikleri ve en verimli oldukları alana optimum alan; bu alanı belirleyen çevresel etmenlere optimum etmenler denir. Optimum alanda hayvanlar maksimum performans gösterir, hastalıklara karşı dirençleri yüksektir ve refah seviyeleri en üst düzeydedir. Bir canlının dayanabildiği, ancak yaşamını güçlükle sürdürebildiği en elverişsiz durumdaki etmen veya etmenlere sınırlayıcı etmen denir. Yaşamı ve gelişimi sınırlayan etmen veya etmenlerin biri en düşük (minimum), diğeri de en yüksek (maksimum) olmak üzere iki uç sınırı bulunmaktadır. Her iki uçta da canlı yaşamını zorlukla devam ettirmekte olup, metabolik etkinlik en düşük düzeydedir ve buna bağlı olarak çeşitli aksaklıklar meydana gelir. Çiftlik hayvanlarında bu durum, verim düşüklüğü, hastalıklara yatkınlık, üreme problemleri ve hatta ölümlerle sonuçlanabilir. Bu nedenle, modern hayvancılıkta hayvanları optimum koşullarda tutmak temel amaçlardan biridir.
Çevre ve Hayvan İlişkisi
Yaşam Alanı ve Adaptasyon
Canlıların bulundukları yer, onların asıl yaşadıkları bir ortam ise burası onların yaşam alanıdır. Canlıların bulundukları yer, yaşadıkları alanın dışında ve şartlarına alışmadıkları bir ortam ise onlar için yabancı (yaşam alanı dışı) bir ortamdır. Bu ayrım, hayvanların çevresel faktörlere verdikleri tepkilerin doğasını anlamak için önemlidir. Canlıların yaşam alanındaki çevre şartlarına uyumu adaptasyon olarak; yabancı oldukları ve alışkın olmadıkları bir ortamın şartlarına uyumu ise akklimatizasyon olarak tanımlanır. Bu iki kavram arasındaki fark, gelişimsel zaman ölçeğine ve genetik değişime dayanır. Adaptasyon, uzun süreçler sonucunda gelişen, genetik olarak kodlanmış ve nesilden nesile aktarılan kalıcı değişiklikleri ifade eder. Örneğin, tropik bölgelerde yaşayan sığırların ince ve seyrek kıl örtüsü veya soğuk iklimlerde yaşayan hayvanların kalın yağ tabakası adaptasyon örnekleridir. Akklimatizasyon ise bir bireyin yaşam süresi içinde gerçekleşen, genellikle geri dönüşümlü fizyolojik ve davranışsal değişiklikleri kapsar. Örneğin, sıcak bir bölgeden soğuk bir bölgeye getirilen bir hayvanın zamanla soğuğa daha dayanıklı hale gelmesi akklimatizasyon sürecini gösterir.
Stres ve Stres Faktörleri
Bir stres faktörü çevresel bir faktör olup adaptasyonu uyarır. Adapte terimi, bir stresöre karşı adaptif cevabı da kapsayan fonksiyonlardaki artışı ifade eder. Bu adaptif varyasyonlar genetik olarak kontrol edilir ve aklimazasyon, akklimatizasyon veya yetiştiricilik faaliyetleri ile ortaya çıkabilir.
Aklimazasyon, bir canlının laboratuvar şartlarında bir stres faktörünün etkisindeki kompenzatif (telafi edici) değişimini ifade eder. Bu kontrollü bir ortamda, tek bir değişkenin etkisinin incelendiği durumları tanımlar.
Akklimatizasyon, bir canlının doğal şartlardaki, yani mevsim, iklim, coğrafi nitelikli çok sayıdaki faktörün etkisindeki değişimini ifade eder ve iklime uyma olarak da tanımlanır. Bu daha karmaşık ve çok faktörlü bir süreçtir.
Organizma çeşitli iç ve dış faktörlerin (açlık, korku, sıcaklık değişimi, gürültü, sıkışıklık, enfeksiyonlar vb.) etkisi altındadır. Organizmada savunma uyandırıcı etkilere stres faktörü denir. Stres faktörü ile buna karşı oluşan savunma mekanizmasına ise stres denmektedir. Çiftlik hayvanlarında stres, hem hayvan refahını hem de üretim performansını olumsuz etkileyen kritik bir faktördür.
Adaptasyon Çeşitleri
Morfolojik Adaptasyon
Morfolojik adaptasyon, vücut büyüklüğü, oranları ve vücut örtüsü (deri, kıl, tüy) ile ilgili yapısal değişiklikleri kapsar. Bu adaptasyon türü, hayvanların fiziksel görünümlerinde gözlemlenen ve çevresel koşullara uyum sağlamalarına yardımcı olan özelliklerdir. Sıcak bölgelerde yaşayan hayvanların derilerinde epidermis tabakası daha gelişmiş ve kalınlaşmışken, soğuk bölgelerde yaşayan hayvanların derilerinde subcutis (deri altı yağ) tabakası daha gelişmiştir. Bu fark, sıcak iklimlerde güneş radyasyonundan korunma ve soğuk iklimlerde ısı yalıtımı sağlama ihtiyaçlarına karşılık gelir. Kıl örtüsü üzerindeki etkiler de belirgindir: Sıcak bölgelerde kıllar daha kısa, seyrek, kalın ve parlak görünümdeyken; soğuk bölgelerde daha uzun, sık, ince ve mat görünümlüdür. Örneğin, Brahman sığırlarının kısa ve parlak kılları sıcak iklimlere adaptasyonu gösterirken, İskoç Highland sığırlarının uzun ve yoğun kılları soğuk ve yağışlı iklimlere adaptasyonu yansıtır. Vücut büyüklüğü ve oranları da önemli morfolojik adaptasyonlardır. Bergmann kuralı, soğuk iklimlerde yaşayan hayvanların daha büyük vücut kütlesine sahip olduğunu öne sürer. Bu durum, hacim/yüzey alanı oranının artmasıyla ısı kaybının azalmasını sağlar. Allen kuralı ise soğuk iklimlerde yaşayan hayvanların daha kısa uzuvlara sahip olduğunu belirtir ki bu da ısı kaybını minimize eder.
Fizyolojik Adaptasyon
Fizyolojik adaptasyon, madde alışverişi yoğunluğu ve enerji kullanımı gibi metabolizma değerleri, vitamin ve mineral metabolizması, solunum, dolaşım ve kan değerleri, endokrin reaksiyonlar, vücut ve deri sıcaklığı gibi birçok özellik ile ilgilidir. Bu adaptasyonlar, hayvanların iç fizyolojik süreçlerinde gerçekleşen değişiklikleri içerir. Sıcak iklimlere adapte hayvanlar, genellikle daha düşük bazal metabolizma hızına sahiptir. Bu durum, daha az ısı üretimi anlamına gelir ve sıcak ortamlarda avantaj sağlar. Ayrıca, bu hayvanlar sıcaklık stresine karşı daha etkili termoregülasyon mekanizmaları geliştirmişlerdir. Soğuk iklimlere adapte hayvanlar ise daha yüksek metabolizma hızına sahiptir ve daha fazla ısı üretebilirler. Ayrıca, kan dolaşımı düzenlemeleri sayesinde ekstremitelerdeki ısı kaybını minimize edebilirler. Örneğin, karşı akım ısı değişimi mekanizması, soğuk ortamlarda bacaklardan ısı kaybını azaltır. Endokrin sistem adaptasyonları da önemlidir. Sıcak stresine maruz kalan hayvanlarda tiroid hormon seviyeleri düşerken, soğuk stresinde yükselir. Bu hormonal değişiklikler, metabolizma hızını düzenleyerek çevresel koşullara uyumu kolaylaştırır.
Etolojik Adaptasyon
Etolojik adaptasyon, genellikle kısa süreli uyum olaylarında ilk reaksiyon olarak ortaya çıkan davranış özelliklerindeki modifikasyonları içerir. Davranışsal adaptasyonlar, hayvanların çevresel koşullara hızlı tepki vermelerini ve ani değişikliklere uyum sağlamalarını mümkün kılar. Sıcak havalarda hayvanlar gölge arar, hareketsiz kalır ve yem tüketimini azaltır. Bu davranışlar, vücut ısısını düşürmeye yardımcı olur. Soğuk havalarda ise hayvanlar birbirlerine yaklaşır, rüzgârdan korunaklı alanlar arar ve fiziksel aktiviteyi artırarak ısı üretimi sağlar. Sosyal davranışlar da adaptasyon sürecinde önemlidir. Sürü hayvanları, grup dinamikleri aracılığıyla çevresel zorluklarla daha iyi başa çıkabilirler. Örneğin, soğuk havalarda hayvanların birbirlerine yaklaşması, kolektif ısınma sağlar ve enerji tasarrufu yapar. Beslenme davranışları da çevresel koşullara göre değişir. Sıcak dönemlerde hayvanlar genellikle sabah erken ve akşam geç saatlerde daha aktif olarak beslenirken, gün ortasında dinlenmeyi tercih ederler. Bu davranış, sıcaklık stresini minimize eder.
Hastalıklara Direnç (Rezistans)
Hastalıklara direnç kavramı, tür, ırk, familya ve bireylerde hastalık etkenlerine ve infeksiyöz olmayan hastalık sebeplerine karşı vücudun direncini ifade eder ve bir konstitüsyon parametresidir. Direnç, hem genetik faktörlerden hem de çevresel faktörlerden etkilenir. Genetik direnç, belirli ırk veya hatların hastalıklara karşı doğuştan gelen dirençlerini ifade eder. Örneğin, bazı sığır ırklarının kenelere ve kene kaynaklı hastalıklara karşı genetik direnci bulunmaktadır. Bu direnç, uzun süreçler ve selektif yetiştirme programları sonucunda gelişmiştir.
Çevresel faktörler de direnci önemli ölçüde etkiler. İyi beslenme, uygun barınma koşulları, düşük stres seviyeleri ve etkili hijyen uygulamaları, hayvanların bağışıklık sistemini güçlendirir ve hastalıklara karşı dirençlerini artırır. Çevre faktörleri hayvanlar üzerine bir bütün olarak etki yapar. Ancak bakım, besleme, barınma faktörleri dışında kalan ve etkileri kontrol edilemeyen veya kontrolü ekonomik olmayan sıcaklık, ışık, nem, rüzgâr, yağış gibi faktörler hayvanların yaşama gücüne ve verimlerine önemli derecede etkilidir. Bu nedenle, bu faktörlerin etkilerini anlamak ve mümkün olduğunda optimize etmek, başarılı hayvancılık için kritik öneme sahiptir.
Sıcaklığın Hayvanlar Üzerindeki Etkileri
Sıcaklığın Genel Etkileri
Sıcaklık, çiftlik hayvanlarını etkileyen en önemli çevresel faktörlerden biridir. Çiftlik hayvanları, vücut sıcaklıkları sabit düzeyde olan (homeotermik) hayvanlardır. Bunların vücut sıcaklıklarını sabit düzeyde sürdürebilmeleri için vücut sıcaklığı ile çevre sıcaklığı arasında bir denge kurulması gerekir. Bu denge bozulduğunda, hayvanlar sıcaklık stresine maruz kalır ve bu durum çeşitli olumsuz sonuçlara yol açar. İklim şartları hayvanların deri ve kılları üzerine doğrudan etki yapar. Genellikle sıcak bölgede yaşayan hayvanların derilerinde epidermis tabakası, soğuk bölgelerde yaşayanların derilerinde ise subcutis tabakaları daha gelişmiş ve kalınlaşmıştır. Bu yapısal farklılıklar, hayvanların bulundukları iklim koşullarına uzun süreli adaptasyonunun sonucudur. Sıcaklık, kıl örtüsü üzerine de belirgin etkiler oluşturur. Sıcak bölgelerde kıllar daha kısa, seyrek, kalın ve parlak özellik gösterirken; soğuk bölgelerde daha uzun, sık, ince ve mat görünümlüdür. Bu farklılıklar, termoregülasyon açısından kritik öneme sahiptir. Kısa ve seyrek kıllar, sıcak havanın deri yüzeyine ulaşmasını kolaylaştırarak soğumayı desteklerken, uzun ve yoğun kıllar yalıtım sağlayarak ısı kaybını minimize eder. Sıcaklık, hayvanların beslenmesi üzerine de önemli etkiler oluşturur. Yüksek çevre sıcaklığı, hayvanlarda istemli hareketleri azaltır. Bu da hayvanların besin ihtiyacını ve buna bağlı olarak yem tüketimini düşürür. Sıcak stresi altındaki hayvanlar, metabolik ısı üretimini azaltmak için yem alımını sınırlarlar. Bu durum, özellikle süt ve et gibi yüksek enerji gerektiren üretim dönemlerinde ciddi verim kayıplarına yol açabilir. Düşük çevre sıcaklığı ise hayvanlarda vücut faaliyetlerini arttırır. Bu da hayvanların besin ihtiyacını ve buna bağlı olarak yem tüketimini yükseltir. Soğuk ortamlarda hayvanlar, vücut sıcaklıklarını korumak için daha fazla enerji harcarlar ve bu enerjiyi karşılamak için daha fazla yem tüketmeleri gerekir. Bu durum, üretim maliyetlerini artırabilir ancak doğru yönetildiğinde hayvanların sağlıklı kalmasını sağlar.
Sıcaklığa Uyum ve Termoregülasyon
Çiftlik hayvanlarında vücut sıcaklığının sabit düzeyde tutulması yaşamsal bir gerekliliktir. Bu da vücutta üretilen ısı (thermogenesis) ve vücuda dışarıdan alınan ısı ile vücuttan dışarı atılan (thermolysis) ısı arasındaki dengeye bağlıdır. Bu denge, karmaşık fizyolojik mekanizmalar aracılığıyla düzenlenir ve hayvanın sağlığı ile verimliliği açısından kritik öneme sahiptir. Vücuttan ısı kaybı, fiziksel ve fizyolojik olmak üzere iki ana mekanizma tarafından düzenlenir. Bu mekanizmaların her biri, farklı çevresel koşullarda değişen oranlarda devreye girer ve hayvanın termoregülasyon kapasitesini belirler.
Isı Kaybının Fiziksel Düzenlenmesi
Radyasyon (Işınım): Hayvan vücudunun yüzeyindeki ısının elektromanyetik dalgalar şeklinde çevreye yayılmasıdır. Bu mekanizma, özellikle hayvan vücudu çevresinden daha sıcak olduğunda etkilidir. Radyasyon yoluyla ısı kaybı, vücut yüzey alanı, deri sıcaklığı ve çevre yüzeyleri arasındaki sıcaklık farkına bağlıdır. Karanlık renkli deriler daha fazla radyasyon soğurduğu için sıcak iklimlerde açık renkli hayvanlar avantajlıdır.
Konveksiyon (Taşınım): Canlıların vücudu ile temas halindeki ve genelde çevre sıcaklığından daha yüksek olan hava tabakasının yerini düşük sıcaklıktaki havanın almasıdır. Hava akımı arttıkça konveksiyon yoluyla ısı kaybı da artar. Bu nedenle, sıcak havalarda rüzgâr veya fanlarla sağlanan hava hareketi, hayvanların serinlemesine yardımcı olur. Ancak çok soğuk havalarda rüzgâr, aşırı ısı kaybına ve soğuk stresine neden olabilir.
Kondüksiyon (İletim): Canlıların kendinden daha soğuk bir nesne ile teması sonucu vücutlarından ısı kaybı olmasıdır. Bu mekanizma, genellikle diğerlerine göre daha az önemlidir çünkü hayvanların zeminden ve diğer yüzeylerden izole edilmeleri nispeten kolaydır. Ancak yatak materyalinin türü ve kalitesi, kondüksiyon yoluyla ısı kaybını etkileyebilir. Soğuk beton zeminler, özellikle yavru hayvanlar için önemli ısı kaybı kaynağı olabilir.
Evaporasyon (Buharlaşma): Canlılar vücut yüzeyinden veya solunum sisteminden önemli derecede ısı kaybederler. Buharlaşma, sıcak iklimlerde en etkili soğutma mekanizmasıdır çünkü suyun buharlaşması için gereken gizli ısı, vücuttan alınır. Hayvanlar terleme ve/veya soluk alıp verme hızını artırarak buharlaşmayı kontrol ederler. Ancak yüksek nem oranları, buharlaşmayı engelleyerek sıcak stresini şiddetlendirir.
Konfor Zonu ve Termal Nötral Bölge
Konfor zonu, canlıların en verimli ve en rahat durumda oldukları sıcaklık düzeyini ifade eder. Bu zon, termal nötral bölge olarak da adlandırılır ve bu aralıkta hayvanlar minimum enerji harcayarak vücut sıcaklıklarını koruyabilirler. Konfor zonu içinde, hayvanlar ne sıcaklık stresine ne de soğuk stresine maruz kalırlar ve bu nedenle tüm metabolik enerjilerini büyüme, üreme ve üretim için kullanabilirler. Her hayvan türü ve yaş grubu için farklı konfor zonları bulunmaktadır. Örneğin, yeni doğmuş yavrular için konfor zonu yetişkin hayvanlara göre daha yüksek sıcaklıklarda başlar. Süt emen buzağılar için ideal sıcaklık 15-25°C arasında iken, yetişkin süt sığırları için 5-20°C optimal kabul edilir. Kanatlı hayvanlar için konfor zonu, yaşlarına ve tüylenme durumlarına bağlı olarak değişir. Konfor zonunun alt sınırının altındaki sıcaklıklarda, hayvanlar vücut sıcaklıklarını korumak için metabolik ısı üretimini artırmak zorunda kalırlar. Bu durum, yem tüketiminde artışa ve üretim performansında düşüşe neden olur. Üst sınırın üzerindeki sıcaklıklarda ise hayvanlar, vücut sıcaklıklarını düşürmek için buharlaşma mekanizmalarını devreye sokarlar ve yem tüketimini azaltırlar. Şiddetli sıcaklık stresinde, bu mekanizmalar yetersiz kalabilir ve hayvanlar hipertermi (aşırı ısınma) yaşayabilirler.
Güneş Işığının Etkileri
Güneş ışığı, hayvanlar için sadece aydınlatma kaynağı değil, aynı zamanda önemli biyolojik süreçleri düzenleyen kritik bir çevresel faktördür. Işık, hayvanların davranışlarını, fizyolojilerini ve üretim performanslarını doğrudan etkiler. Güneş ışığı, beslenme ve üreme üzerine önemli etkilere sahiptir. Güneş ışığındaki ultraviyole ışınları, deride Provitamin D'yi Vitamin D'ye çevirerek organizmanın vitamin ihtiyacının karşılanmasını sağlar. D vitamini, kalsiyum ve fosfor metabolizması için esastır ve iskelet gelişimi ile kemik sağlığı açısından kritik öneme sahiptir. Özellikle kapalı sistemlerde yetiştirilen hayvanlar için D vitamini takviyesi veya UV ışığına maruz kalma gereklidir. Işık periyodu (fotoperiod), birçok hayvan türünde üreme döngülerini düzenler. Mevsimsel üreyen hayvanlarda, gün uzunluğundaki değişiklikler gonadotropik hormonların salınımını tetikler ve üreme mevsiminin başlamasını sağlar. Örneğin, koyunlar kısa gün uzunluğunda (sonbahar) üreme mevsimine girerken, atlar uzun gün uzunluğunda (ilkbahar-yaz) daha aktif üreme gösterirler. Süt sığırlarında, günlük 16-18 saat ışığa maruz kalmanın süt verimini artırdığı bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bu etki, prolaktin ve diğer hormonların düzenlenmesi yoluyla gerçekleşir. Ancak hayvanların da karanlık dönemde dinlenmeleri gerektiği unutulmamalıdır; sürekli aydınlatma stres oluşturabilir ve refah sorunlarına yol açabilir. Işık yoğunluğu da önemlidir. Düşük ışık seviyeleri, hayvanların aktivitelerini sınırlayabilir ve davranış sorunlarına yol açabilir. Öte yandan, çok yoğun ışık da rahatsızlık oluşturabilir ve hayvanların gölgelik alanlara çekilmesine neden olur. Optimal ışık yoğunluğu, tür ve üretim sistemine bağlı olarak değişir.
Yağış ve Nemin Etkileri
Nem, atmosferdeki su buharı miktarını ifade eder ve hayvanların termoregülasyon kapasitesini önemli ölçüde etkiler. Düşük ve yüksek nem oranlarının hayvanlar üzerine olumsuz etkileri vardır. Evcil hayvanlar için en uygun bağıl nem oranı %60-80 arasındadır.
Yüksek Nem Oranının Etkileri: Yüksek nem, özellikle sıcak havalarda hayvanlar için ciddi bir stres faktörüdür. Nem oranı arttıkça, buharlaşma yoluyla ısı kaybı azalır çünkü hava zaten su buharı ile doymuştur. Bu durum, sıcaklık stresini şiddetlendirir ve sıcaklık-nem indeksinin (THI - Temperature Humidity Index) artmasına neden olur. Yüksek THI değerleri, hayvanların sıcaklık stresine girdiğinin göstergesidir. Yüksek nem ayrıca, mikroorganizmaların ve parazitlerin gelişimi için uygun ortam oluşturur. Nemli barınak ortamları, solunum yolu hastalıklarının, mastitis gibi enfeksiyonların ve deri problemlerinin insidansını artırır. Yatak materyalinin kurutulması zorlaşır ve hijyen sorunları ortaya çıkar.
Düşük Nem Oranının Etkileri: Çok düşük nem oranları da problemlidir. Kuru hava, solunum yolu mukozalarının kurumasına ve tahriş olmasına neden olur. Bu durum, hayvanları solunum yolu enfeksiyonlarına karşı daha duyarlı hale getirir. Ayrıca, düşük nem ortamlarında toz ve diğer partiküller havada daha uzun süre asılı kalır ve solunum sorunlarını artırır.
Yağışın Etkileri: Yağış, özellikle açık sistemlerde yetiştirilen hayvanlar için önemli bir faktördür. Aşırı yağış, otlakların su basmasına, çamurlaşmaya ve böylece hem besleme hem de hijyen sorunlarına yol açar. Islak ve çamurlu ortamlar, parazit yükünü artırır ve ayak hastalıklarının insidansını yükseltir. Öte yandan, yetersiz yağış kuraklığa ve yem kıtlığına neden olur. Mera kalitesi düşer ve hayvancılık ekonomisi olumsuz etkilenir. Bu nedenle, su kaynaklarının yönetimi ve sulama sistemlerinin planlanması, hayvancılık işletmeleri için stratejik öneme sahiptir. Yağışın miktarı kadar dağılımı da önemlidir. Düzenli ve dengeli yağış, mera ve yem bitkilerinin optimal gelişimi için idealdir. Ani ve şiddetli yağışlar ise toprak erozyonuna ve sel baskınlarına neden olabilir.
Yüksekliğin Etkileri
Yükseklik, önemli ancak sıklıkla gözden kaçan bir çevresel faktördür. Yüksek bölgelerde atmosferik basınç azalır ve buna bağlı olarak havadaki oksijen parsiyel basıncı düşer. Bu durum, hayvanların oksijen alımını zorlaştırır ve hipobarik hipoksiye (düşük basınca bağlı oksijen eksikliği) neden olur. Yüksek bölgelerde yaşayan hayvanların oksijen ihtiyaçlarını karşılamak için sık ve derin solunum yapmaları gerekir. Bu nedenle, yüksek bölgelerde yaşayan hayvanlarda göğüs yapısı ile kalp ve akciğer kapasitesi çok gelişmiştir. Bu morfolojik adaptasyonlar, gelişimsel süreçler boyunca gelişmiştir ve bu bölgelere özgü ırklarda belirgin şekilde gözlemlenir. Örneğin, Andlar'da yaşayan lama ve alpakalar ile Himalayalar'daki yak populasyonları, yüksek rakımlara mükemmel adaptasyon örnekleridir. Bu hayvanlar, daha büyük akciğer hacmine, daha fazla kırmızı kan hücresi sayısına ve daha yüksek hemoglobin konsantrasyonuna sahiptirler. Ayrıca, hemoglobinlerinin oksijene afinitesi (bağlanma eğilimi) daha yüksektir, bu da düşük oksijen basıncında bile etkili oksijen taşınmasını sağlar. Yükseklik ayrıca sıcaklığı da etkiler. Genellikle, her 100 metre yükseklik artışı için sıcaklık yaklaşık 0.6-1°C düşer. Bu durum, yüksek dağlık bölgelerde soğuk stresini artırır ve hayvanların enerji gereksinimlerini yükseltir. UV radyasyonu da yükseklikle artar. Yüksek dağlık bölgelerde UV maruziyeti daha yoğundur ve bu durum, deri ve göz sağlığını etkileyebilir. Ancak adaptasyon süreçleri, bu bölgelerde yaşayan hayvanları koruyucu mekanizmalar geliştirmeye yönlendirmiştir.
Beslenmenin Rolü
Beslenme, hayvanların çevresel stres faktörlerine karşı dirençlerini belirleyen en önemli faktörlerden biridir. İyi beslenmiş hayvanlar, çevresel zorluklara karşı daha dayanıklıdır ve adaptasyon kapasiteleri daha yüksektir.
Yem Etkisi
Yemin kalitesi ve miktarı, hayvanların enerji dengesini doğrudan etkiler. Yüksek enerjili yemler, soğuk stresi altındaki hayvanların vücut sıcaklıklarını korumalarına yardımcı olur. Öte yandan, sıcak stresi dönemlerinde düşük ısı artışı oluşturan yemler (düşük fermentasyon ısısı) tercih edilmelidir. Protein kalitesi ve miktarı da önemlidir. Yeterli protein alımı, bağışıklık sisteminin optimal çalışması için gereklidir. Protein eksikliği, hayvanları hastalıklara karşı daha duyarlı hale getirir ve stres faktörlerine karşı dirençlerini azaltır. Vitaminler ve mineraller, hayvanların metabolik fonksiyonlarını düzenler ve adaptasyon süreçlerinde kritik roller oynar. Özellikle antioksidan vitaminler (A, C, E) ve mineraller (selenyum, çinko), oksidatif strese karşı koruma sağlar. Elektrolit dengesi (sodyum, potasyum, klor), özellikle sıcak stresi dönemlerinde önem kazanır. Yem katkı maddeleri, hayvanların çevresel strese karşı dirençlerini artırabilir. Örneğin, kromotin gibi bazı mineraller stres altındaki hayvanların performansını iyileştirebilir. Probiyotikler ve prebiyotikler, bağırsak sağlığını destekleyerek genel sağlık durumunu iyileştirir.
Su Etkisi
Su, hayvan beslenmesinin en kritik bileşenidir ve çevresel stres koşullarında önemi daha da artar. Hayvanlar, yem olmadan haftalarca yaşayabilirken, su olmadan sadece birkaç gün hayatta kalabilirler. Sıcak havalarda hayvanların su ihtiyacı dramatik şekilde artar. Termoregülasyon için buharlaşma yoluyla önemli miktarda su kaybedilir ve bu kaybın telafi edilmesi gerekir. Yetersiz su alımı, dehidrasyona, performans düşüklüğüne ve hatta ölüme yol açabilir. Suyun sıcaklığı da önemlidir. Çok soğuk su, özellikle yüksek üretimli hayvanlar için enerji kaybına neden olabilir. Çok sıcak su ise tüketimi azaltır. İdeal su sıcaklığı, genellikle 10-15°C arasındadır. Su kalitesi, hayvan sağlığı açısından kritiktir. Kontamine su, hastalık bulaşmasının önemli bir yoludur. Su kaynaklarının düzenli testleri ve gerektiğinde arıtma işlemleri, hayvan sağlığını korumak için gereklidir. Su kaynaklarının yerleşimi ve erişilebilirliği de önemlidir. Hayvanlara temiz suya kolay erişim sağlanmalı ve suluklar düzenli olarak temizlenmelidir. Yetersiz suluk sayısı, sosyal strese ve bazı hayvanların su tüketiminin kısıtlanmasına neden olabilir.
Makro ve Mikro İklim
İklim faktörlerini iki farklı ölçekte ele almak, hayvan yetiştiriciliğinde pratik önem taşır. Bu ayrım, hem genel çevresel koşulları hem de hayvanların hemen çevresindeki spesifik koşulları anlamak ve yönetmek için gereklidir.
Makroklima
Makroklima, hayvanların yetiştirildiği bölgenin genel iklimini ifade eder. Bu, bölgenin yıllık sıcaklık ortalamaları, mevsimsel değişkenlikler, yıllık yağış miktarı, hakim rüzgar yönü ve güneşlenme süreleri gibi geniş ölçekli iklim karakteristiklerini içerir.
Makroklima, hayvan yetiştiriciliğinde uzun vadeli stratejik kararları etkiler. Örneğin:
- Hangi ırk veya genotiplerin seçileceği
- Hangi üretim sisteminin (entansif, ekstansif, yarı-entansif) uygulanacağı
- Barınak tasarımının genel prensipleri
- Yıllık üretim planlaması ve mevsimsel yönetim stratejileri
Makroklima değiştirilemez, ancak etkisinin minimize edilmesi için stratejiler geliştirilebilir. İklim değişikliği, makroklima seviyesinde önemli değişikliklere yol açmakta ve hayvancılık sektörünün adaptasyon stratejileri geliştirmesini gerektirmektedir.
Mikroklima
Mikroklima, hayvanın hemen çevresindeki dar bir alanın iklimini ifade eder. Bu, barınak içindeki sıcaklık, nem, hava akımı, gaz konsantrasyonları (amonyak, karbondioksit) ve hatta hayvanın bulunduğu spesifik bölgedeki (boks, kafes) koşulları kapsar. Mikroklima, hayvanların günlük refah durumunu ve performansını doğrudan etkiler ve yönetilebilir bir faktördür. Mikroklima düzenlemesi için kullanılabilecek stratejiler:
Havalandırma: Doğal veya mekanik havalandırma sistemleri, mikroklimayı kontrol etmenin temel yoludur. Uygun havalandırma, sıcaklık ve nem kontrolü sağlar, zararlı gazların konsantrasyonunu azaltır ve taze hava temini sağlar.
Yalıtım: Barınak duvarları ve tavanının yalıtımı, dış makroklima ile iç mikroklima arasında tampon oluşturur. İyi yalıtım, hem kışın ısı kaybını hem de yazın ısı kazancını azaltır.
Gölgeleme: Özellikle sıcak iklimlerde, gölgelikler mikroklimayı önemli ölçüde iyileştirir. Doğal (ağaç) veya yapay (çatı, tente) gölgeleme, direkt güneş radyasyonunu engelleyerek hayvanların konforunu artırır.
Soğutma Sistemleri: Sıcak bölgelerde, su spreyleri, evaporatif soğutma sistemleri ve fanlar, mikroklimatik sıcaklığı düşürmede etkilidir. Bu sistemler özellikle yüksek üretimli hayvanlar için kritik öneme sahiptir.
Isıtma Sistemleri: Soğuk bölgelerde veya yavru hayvanlar için, ek ısıtma sistemleri gerekli olabilir. Radyan ısıtıcılar, sıcak hava sistemleri veya yerden ısıtma, mikroklimatik sıcaklığı artırmak için kullanılabilir.
Yatak Materyali: Uygun yatak materyali, mikroklimatik konforun önemli bir bileşenidir. İyi yatak, yalıtım sağlar, nemi kontrol eder ve hayvanların rahatlığını artırır. Mikroklima yönetimi, hassas bir denge gerektirir. Örneğin, kışın ısıyı korumak için barınak kapatılırsa, havalandırma yetersiz kalabilir ve nem ile zararlı gazlar birikebilir. Bu nedenle, mikroklima kontrolü bütünsel bir yaklaşım gerektirir ve sürekli izleme ile ayarlama yapılmalıdır.
İklim Değişikliği ve Hayvancılık
Modern dönemde, iklim değişikliği hayvancılık sektörü için giderek artan bir zorluk teşkil etmektedir. Küresel ısınma, aşırı hava olaylarının sıklığı ve şiddeti, yağış paternlerindeki değişiklikler ve hastalık vektörlerinin dağılımındaki değişimler, hayvan yetiştiriciliğini çok yönlü olarak etkilemektedir.
Sıcaklık Artışı: Küresel ortalama sıcaklıkların artması, özellikle sıcak ve ılıman bölgelerde hayvanlar için sıcaklık stresini artırmaktadır. Bu durum, verim düşüklüklerine, üreme problemlerine ve ölüm oranlarında artışa yol açabilir.
Aşırı Hava Olayları: Kasırgalar, sel baskınları, kuraklıklar ve aşırı sıcaklık dalgaları gibi ekstrem hava olayları daha sık ve şiddetli hale gelmektedir. Bu olaylar, hayvan kayıplarına, altyapı hasarlarına ve yem kıtlıklarına neden olabilir.

Hastalık ve Parazit Dağılımı: İklim değişikliği, vektör kaynaklı hastalıkların coğrafi dağılımını değiştirmektedir. Daha önce belirli bölgelerle sınırlı olan hastalıklar, ılıman bölgelere yayılmaktadır.
Yem Üretimi: İklim değişikliği, yem bitkileri üretimini etkilemekte ve bu da hayvan besleme maliyetlerini artırmaktadır. Kuraklık, sel ve diğer ekstrem olaylar, yem kıtlıklarına yol açabilir. Bu zorluklar karşısında, hayvancılık sektörünün adaptasyon stratejileri geliştirmesi gerekmektedir:
Genetik Seçim: İklim değişikliğine adaptasyon kapasitesi yüksek genotiplerin ve ırkların seçilmesi ve geliştirilmesi.
Barınak ve Altyapı İyileştirmeleri: İklim kontrollü barınaklar, soğutma sistemleri ve acil durum planlaması.
Yem Stratejileri: Kuraklığa dayanıklı yem bitkileri, yem stokları ve alternatif yem kaynaklarının geliştirilmesi.
Hastalık Yönetimi: İzleme sistemlerinin güçlendirilmesi, aşılama programları ve biyogüvenlik önlemlerinin artırılması.
Su Kaynakları Yönetimi: Su tasarrufu teknolojileri, sulama sistemlerinin optimizasyonu ve alternatif su kaynaklarının geliştirilmesi.
Çiftlik hayvanlarının çevre ile ilişkisi, çok boyutlu ve dinamik bir süreçtir. Ekolojik prensiplerin anlaşılması ve uygulanması, sürdürülebilir ve verimli hayvancılık için temeldir. Liebig'in minimum yasası ve Shelford'un tolerans yasası gibi temel ekolojik prensipler, hayvan besleme ve yönetim stratejilerinin bilimsel temelini oluşturur. Çevresel faktörler - sıcaklık, ışık, nem, yağış, yükseklik - hayvanları bir bütün olarak etkiler ve bu faktörlerin etkileşimleri, hayvanların performansını ve refahını belirler. Modern hayvancılıkta başarı, bu faktörlerin optimal düzeylerde tutulması ve hayvanların adaptasyon kapasitelerinin desteklenmesiyle mümkündür. Adaptasyon - morfolojik, fizyolojik ve etolojik - hayvanların değişen çevresel koşullara uyum sağlamasının temel mekanizmalarıdır. Bu adaptasyon süreçlerinin anlaşılması, hem ırk seçiminde hem de yönetim pratiklerinin geliştirilmesinde kritik öneme sahiptir. Makro ve mikro iklim ayrımı, hayvancılıkta stratejik ve operasyonel karar alma süreçlerini aydınlatır. Makroklima genel çerçeveyi belirlerken, mikroklima günlük yönetim ve hayvan refahının odak noktasıdır. Mikroklima yönetimi, modern hayvancılıkta kontrol edilebilir bir faktör olarak öne çıkmaktadır. İklim değişikliği, hayvancılık sektörü için yeni ve karmaşık zorluklar oluşturmaktadır. Bu zorluklar, sektörün adaptasyon stratejileri geliştirmesini, yenilikçi teknolojileri benimsemesini ve sürdürülebilirlik ilkelerini önceliklendirmesini gerektirmektedir. Sonuç olarak, ekoloji ve çiftlik hayvanları arasındaki ilişki, basit bir neden-sonuç ilişkisinden çok daha karmaşıktır. Bu ilişki, fizyolojik mekanizmalar, davranışsal adaptasyonlar ve yönetim pratiklerinin bir sentezini gerektirir. Gelecekte başarılı hayvancılık, bu karmaşık ilişkileri anlamaya, tahmin etmeye ve yönetmeye dayalı olacaktır.

KİTAP İZLERİ

Kapak Kızı

Ayfer Tunç

Ayfer Tunç’un "Kapak Kızı" Romanı: Çıplaklığın Katmanları ve Toplumsal Yüzleşme Ayfer Tunç’un ilk olarak 1992’de yayımlanan ve daha sonra "zemin aynı zemin, inşa aynı inşa"
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön