En Kusursuz Cinayet Yaşama Sevincini Öldürmektir

Hayatımızdaki en önemli şeylerin bir anda yok olup gittiğini görmenin acısından kaçımız kurtulacağız? Yalnızca bizim için çok önemli olan insanlardan değil, düşüncelerimiz ve düşlerimizden de söz ediyorum. Bir gün, bir hafta, birkaç yıl daha dayanabiliriz, ama eninde sonunda yitirmeye yazgılıyız. Bedenimiz sağ kalır, ama ruhumuz er geç ölümcül darbeyi yer... En kusursuz cinayet budur. Yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü, bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede bulunacağını bilemeyiz. (Paulo Coelho)

yazı resimYZ

Yılı bitirdik nihayet derken yeni yıldan da 20 gün çaldık bile! Ne verdik neler aldık, dengemiz ne alemde? Kar mı ettik, zarar mı, yoksa iflasta mıyız ha? Kendi adıma bir ara manen iflasımı ilan ettim şimdilerde toparlanıyorum. Beni toparlayan da şu çok hayıflandığımız mecburiyetlerimiz oldu. Hiç hayıflanmayın, yaşayarak gördüm ki onlara da ihtiyacımız varmış hayatta kalabilmek için. Mecburiyetlerimiz de bizi ayakta tutan bağları oluşturuyormuş beğenmesek de. Yoksa sihirli bir el çıkıp gel seni hayata döndüreyim demiyor. En güvendiklerinden yardım istesen umurunda olmayabiliyor. Benim geçen hergünden asıl öğrendiğim "yaşama sevincimiz herşeyimizmiş ve sevenlerimiz en önemli hazinemiz". Kayıplar arttıkça anlıyoruz ne yazık ki bu güzelliği.

Ben şimdi yeni yılda şunu yapın, bu olun, bundan kurtulun, şunu bunu edinin demeyeceğim. Hatta diyenlere de deli oluyorum. Sanki önümüzde sınırsız seçenek var da, tek işimiz aralarından en doğruyu, en güzeli seçmek.. İnsanın önüne her zaman bir yığın yol çıkmıyor; ya tek yol oluyor ya da en fazla iki.. Çoğunlukla da mecbur olduğun yolu yürüyorsun.. Yeni yılda yeni yollar falan hikaye yani.

Yaşama sevinci varsa ve yanında onu destekleyen, koşulsuzca seven bir ailesi (gerçek dostları da bunun içine dahil ediyorum) herşeye katlanabiliyormuş insan. Hayatta en güvendiğim yanım yaşam enerjimin yüksekliği idi. Hep pozitif, insanları mutlu etmeye çabalayan, herşeyi gülen gözlerle görmeye çalışan, içten kahkaha atabilen biri oldum yaşamımda, ama bir sabah uyandım ki yaşama sevincim yok, hayatın anlamı yok! Aşkınızın bitmesi de böyle değil midir? Her sabah ilk aklınıza gelen insan yoktur o sabah uyandığınızda ilk aklınıza gelenler arasında. Yokluğu artık canınızı acıtmıyordur. Kollarınız onu kucaklamak için boşluğa uzanmıyor, seni arayacak diye can atmıyorsundur. Her yokluk bir boşluk. Ama yaşama sevincinin yokluğu felaket de olabiliyor, güçlü olmak yaşadıklarını engellemekte değil ama yere yapıştırıldığın yerden kalkacak takati bulmakta işine yarıyor. Yoktu işte o sabah yaşama sevincim içimde. Eksi 40 derecede penceresi bütün gece açık kalmış bir odaya uyanmak gibiydi gözlerimi açışım.

Ruhumdaki adı belli fırtınanın "hayal kırıklığı" hızı artmıştı, hayalim yoktu artık. Hızla giden bir trendeydim ve durakların da önemi yoktu. Sadece tren kendi hızı ile hedefine doğru ilerliyor, ben başım önümde o yolculukta asgari yapmam gerekenlerle ilgileniyordum... Ayy ne fena bir tasvir oldu gerilim filmi gibi mübarek :) Kafamı camdan uzatmaya kalksam ne kadar kalbimi kıran şey varsa yüzüme yüzüme çarpıyorlardı.. Aman!! deyip perdeyi kapatıyordum.. Eh o zaman içerisi pek fena bir karanlık oluyordu ama olsun ses çıkarmayalım üzücü hatıralar, bin pişmanlıklar, yüreğini sökenler hepsi orada saklan çıkma ortaya..

Ben bu halde bu nankör halin uyuşukluğu ile yaşamın, nefes almanın kıymetini bilemezken; kimbilir, nerelerde kaç kişi, birkaç nefes daha alsa, dünya onun olacak kadar umutla bakıyordu etraflarındaki gözlere.. Ne enteresandır bu dünya... İnceden bir baş ağrısı eşlik ediyordu kelimelerime.. Eh sırtımda taşımak istemediğim yumurta küfemin ağırlığı, dilimde birikmiş kelimelerim, içimde tutmaktan paslanmış sözlerim ve kafamın içi çürümüş hayallerimle doluyken o kadar ağrı azdı bile:))

Bulmak için çabaladığım kristal kapı kollarımın, bayılarak yediğim çikolatanın, gezmek için can attığım ülkelerin, aldığım nefesin, yürüdüğüm yolların, çiçek böcek herşeyin anlamını kaybetmiştim. Hissettiğim neydi? Dipsiz bir karanlık, koyu bir perde gibi ruhumu örten bir his. Ölmeden mezara girmek bu olsa gerek dedim. Hayatın anlamı yitince ölümü bile düşünmeye başlıyor insan. Bir anda kendini nasıl bir an önce ölsem, hangi yol daha acısızdırı planlarken buluyor. Ne dehşet verici.. Bir sonraki adımı da bir anda yapmak olsa gerek. O noktaya gelmemek için çaba harcayabildiğime göre bende hala iş vardı. İşin en kötü yanı bu yaşama sevincini ağır ağır kaybederken, saçma sapan insanlara, değmeyecek olaylara kaptırırken farketmiyoruz da bir anda tamamı yokolduğunda görüyoruz hatamızı. Ne çok hiç üzülmememiz gereken şeye üzüldük, ne çok hata yaptık, ne çok inanmayacağımız insana inanıp onların bizi üzmelerine izin verdik, ne çok yıkılıp yeniden ayağa kalktık sandık. Her biri, birer parça yaşam enerjimizden götürürlerken, içimizdeki güzellikleri geri gelecek sandık. Otobanda son hız giderken bir anda benzininin bitip sol şeritte kalması gibi bir şey bunu yitirmek. Yok, yaşamaya gaz yok. Boş teneke gibi tıngırdıyordu içim. O ana gelmişsen kim sana ne söylerse söylesin artık kar etmiyor. Öfke duygusu yükseliyor bir anda içinden, patlasan sanki dünya yanacak ama patlamamak zorundasın.. Yaşam enerjini yitirdiğinde sinek vızıldasa ejderha sesi geliyor kulaklarına.. Eskiden pespembe, sapsarışın olan ben için kayıp ilanı verip, insaniyet namına birileri beni geri getirsin diye haykırasım, yarın öleceksin deseler bir oh diyesim vardı.
Nasıl zor bir durum ki bu ben bunları yaşarken minik bir bonbon şekeri de benden ilgi ve sevgi bekliyordu. Yaa işte suçlu belli; loğusa depresyonu. Yaşama sevinci verecek kadar güzel bir varlık hediye ediyor Allah sana, ama sen onun en tatlı anlarını yaşayamıyorsun çünkü 40 basmış. Ben Elif Şafak'ın "Siyah Süt " kitabını bile okumamıştım aman etkilenirim, sonra ne saçma olur mu öyle şey insan hiç çocuğunu reddeder mi, bebeği oldu diye ölmek ister mi şımarıklık bu deyip. Al buyur başıma geldi. Sen milletin hormonlarına onca laf et olacağı buydu işte :) Senin de sonun hormonlarından oluyordu.

Tatlı tombiş, sırma saçlı (o zamanlar keldi tabii), pamuk gibi bembeyaz minik oğlumu sanki başkasının çocuğu gibi kucağıma alıp, asgari görevlerimi yerine getirip beşiğine koyuyordum. Yüzüne bakmak içimden gelmiyordu. Bunları duyarsa ileride eminim üzülür ama elimde olsa idi hiç böyle yaparmıydım. Beni hayata bağlayacak tek cümle vardı "geçecek". O kadar güvendiğim tek bir iyikim yoktu o anlarımda yanımda; hep keşkelerim, hep pişmanlıklarım sarmıştı başımın her yanını. Geçmeyeceğini düşünmeye başlarsan nefes alman imkansız. Parasızlığa da, sağlıksızlığa da, iş sorunlarına, hatta kötü insanlara da katlanır insan iş ki yaşama sevinci onu ayakta tutuyor olsun.. Yaşama sevinci ile hayatta, ailenin ve arkadaşlarının sevgisi ile de ayakta kalıyorsun.

Test sürüşü gibi bize yüklenenler bazen, manevra kabiliyetimiz, fren gücümüz, ani duruşlarda takla atıp atmadığımız sınanır gibi oluyor. Hani inek gibi olsa idik tek derdimiz ot yemek, süt vermek mesela... Yaşamak ağır iş, hele ki insan olmak, dahası insan kalmak...

"Kötü bir döneme girdiğinde ve herşey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde sakın pes etme, çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır"....demiş Mevlana..İnşallah öyledir..

Yeni yıl tüm yüreği daralmışlara iyi gelsin dilerim ((birkaç kişiyi ayrı tutarak diliyorum yine de).. Affetmek büyüklükmüş ya ben büyük olmak istemiyorum, onlar da onları affedip affetmediğimi umursamıyor nasıl olsa:) )

Öğrendiklerimin çoğunu dinlediklerimden,
Bildiklerimin çoğunu düşündüklerimden,
Unuttuklarımın çoğunu yaşadıklarımdan,
Yazdıklarımın çoğunu unuttuklarımdan çıkardım."
(Özdemir Asaf)

Yaşama sevinci ile...
Rüya
20.01.2012

Başa Dön