Toplumların dinamikleri, her zaman güç ve iktidarın etrafında şekillenir. Özellikle tarihsel örneklerde, baskıcı yönetimlerin nasıl demokrasi maskeleriyle halkları kandırdığına dair pek çok hikaye vardır. Bunlardan biri de Kuran-ı Kerim’de geçen Firavun’un sihirbazlarla olan mücadelesidir. Firavun’un iktidarını sağlama almak amacıyla sihirbazlarla yaptığı pazarlıklar, gerçeği ters yüz etme noktasında insanlık tarihinin en etkili örneklerinden biridir. A'râf Suresi 113 ve 114. ayetlerinde, sihirbazların Firavun’a gelip, “Şüphesiz eğer galip gelirsek bize ödül var değil mi?” şeklinde bir teklif sundukları anlatılmaktadır. Firavun, bu teklife “Evet, şüphesiz siz en yakınlaştırılmış olacaksınız” diyerek yanıt verir. Burada, Firavun'un asıl amacı, iktidarını pekiştirecek olan bir ittifak kurmaktır. Sihirbazlar, halkın gözünde birer otorite figürleri haline gelirken, Firavun da onları kendi iktidarını güvence altına almak için kullanmayı planlamaktadır. Ayetin bu kısmında dikkat çeken bir başka önemli nokta ise, sihirbazların yalnızca kendi çıkarlarını güderek hareket etmeleridir. Herhangi bir değer ya da ahlaki kaygı gütmeyen bu kişiler, iktidardan pay alma adına her türlü kirli pazarlığı yapmaya hazırdır. Firavun’un vaat ettiği iktidar payı, onların sadakatini sağlamaktadır. Bu durum, toplumsal sistemlerin nasıl manipüle edilebileceğini gösteren açık bir örnektir. Toplumun gerçeği anlaması ise oldukça zordur çünkü sistemin başındaki kişi, her türlü pazarlığı yaparak halkı uyutmayı başarmaktadır. Tâ-Hâ Suresi 59. ayetinde ise, Musa'nın “Buluşma zamanı süslenme günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti” diyerek, halkın önünde gerçekleşecek olan bu büyük mücadeleyi düzenlemesi konu edilir. Burada dikkat çeken, Firavun’un demokratik bir tutum sergileyerek, halkın bu olayda yer almasına olanak tanımasıdır. Oysa ki, bu bir demokrasi değil, bir tiyatrodur. Firavun, halkın gözü önünde düzenlenen bu gösterinin, sihirbazların galip geleceği bir sonucu doğuracağını ummaktadır. Halk, ne yaşanacağını bilmeden bu olayı izlemeye başlayacak ve Firavun’un egemenliği pekişecektir. Ancak, halkın bu süreçteki rolü yalnızca bir seyirci olmaktan ibarettir. Firavun’un halkı, bir anlamda manipülasyon aracı olarak kullanılmıştır. Oysa gerçek demokraside halk, söz sahibi olur ve kendi geleceğine dair kararlar alır. Firavun’un ise halkı yönlendirme amacıyla kurduğu bu “demokrasi” gösterisi, gerçekte halkın hiçbir iradesini yansıtmamaktadır. Şu’arâ Suresi 49. ayetinde Firavun, sihirbazlara şöyle der: “Ben size izin vermeden önce mi ona inandınız? Şüphesiz o size sihri öğreten büyüğünüzdür. O zaman ellerinizi ve ayaklarınızı kesinlikle çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım.” Bu ayet, Firavun’un, iktidarına karşı çıkanların ve sisteme karşı gelenlerin nasıl acımasızca cezalandırıldığını gözler önüne serer. Firavun’un halkla kurduğu ilişkide, karşıt görüşlere tahammülü yoktur. Demokrasi, yalnızca Firavun’a benzer düşünenler için geçerlidir; ona karşı çıkanlara ise hiçbir hak tanınmaz. Firavun, “Benim gibi düşünmeyen hiç düşünmesin” diyerek, düşünceyi ve özgürlüğü yok sayan bir tutum sergiler. Bu yaklaşım, tüm toplumun nasıl pasif bir şekilde susturulmaya çalışıldığını ve bireysel özgürlüklerin nasıl yok sayıldığını gösterir. Firavun ve sihirbazların mücadelesi, tarihteki birçok diktatörlük ve baskıcı rejimi simgelemektedir. Firavun, demokratik bir tutum sergileyerek halkı kandırmaya çalışırken, aslında tamamen baskıcı bir sistem inşa etmiştir. Kuran’da yer alan bu örnek, gücün kötüye kullanılmasının ve halkın nasıl manipüle edilebileceğinin en belirgin örneklerinden biridir. Firavun’un sihirbazlarla yaptığı pazarlıklar, iktidarını pekiştirmek için her türlü kirli pazarlığa giren insanları simgelerken, halkın pasifliği ise yönetimlerin baskıcı yapısını gözler önüne sermektedir. Bu tür tarihsel dersler, günümüz toplumları için de büyük bir uyarı niteliği taşır. Her ne kadar demokrasiler varmış gibi görünse de, halkın düşüncelerini ve iradelerini manipüle eden liderler her zaman vardır. Bu nedenle, toplumların ve bireylerin dikkatli olması, demokrasiyi sadece bir maske olarak görmektense, onun gerçek anlamına sahip çıkması gerekmektedir. Adil bir devlet yönetimi, toplumsal eşitliği ve adaleti sağlamak adına önemli ilkeler etrafında şekillenir. Bu yönetim, vatandaşlarının haklarını güvence altına alarak onların refahını en üst düzeye çıkarmayı hedefler. Adaletin sağlanması, devletin temel işlevlerinden biri olmalıdır ve bu sadece yasalarla değil, aynı zamanda toplumun tüm bireylerine eşit fırsatlar sunarak gerçekleştirilebilir. İslam’da da adaletin vurgulandığı pek çok örnek vardır. Kur’an, toplumsal kararların tek taraflı değil, istişareyle alınması gerektiğini vurgular. Bu ilke, otoriter veya teokratik yapılar yerine katılımcı yönetim anlayışını destekler. Örneğin, Şura Suresi 38. ayetinde, “Ve işleri aralarında danışma iledir.” ifadesi, adil bir yönetimin şura ve danışma ile işlerlik kazandığını belirtir. Bu ilke, devletin tüm faaliyetlerinde adaletin ve eşitliğin teminatı olmalıdır. Adil bir devlet yönetiminin taşıması gereken temel özelliklerden ilki, devletin başındaki yöneticilerin belirli sürelerle göreve gelmesi gerektiğidir. Bir liderin süresi Kur'an'da süre kıstası bulunmamakla birlikte benim kanaatimce beş yılı geçmemelidir; aksi takdirde devlet ve halk zarar görebilir. Seçimle gelen bir kişinin bir daha seçilme hakkı olmamalıdır, çünkü bu tür bir süreklilik halk ve yönetici arasındaki dengeyi bozabilir. Bir başka önemli ilke, iktidara karşı muhalefetin adil bir şekilde yönetim sergilemesidir. Muhalefet, her partiden belirli kişileri şura ile seçmeli ve halkın görüşlerini dikkate almalıdır. Bu kişiler, halkın evlerine giderek, hangi adayın iktidara karşı en uygun aday olduğuna dair gizli oy almalı ve en çok oy alan kişi iktidarın karşısına çıkarılmalıdır. Bu yöntem, halkın iradesine dayalı bir muhalefet oluşturarak, devletin doğru yönde ilerlemesini sağlar. Şura Suresi 38. ayetindeki “Ve işleri aralarında danışma iledir” ifadesi, bu tür bir yönetim modelini destekleyen önemli bir ilke sayılabilir. Hukukun üstünlüğü, adil bir yönetimin olmazsa olmazlarındandır. Devletin tüm eylemleri ve kararları yasalarla uyumlu olmalı, yargı bağımsızlığı korunmalıdır. Yargının bağımsız olması, adil yargılamayı sağlar ve her bireyin eşit haklara sahip olmasını temin eder. Adil bir devlet yönetimi, toplumdaki tüm bireylere eşit haklar sunmayı hedefler. Toplumsal cinsiyet, etnik köken, dini inanç, yaş veya ekonomik statü gibi ayrımcılıkla mücadele edilmelidir. Bu, devletin eşitlikçi bir bakış açısına sahip olmasını ve her bireye eşit fırsatlar sunmasını gerektirir. Ayrıca, devletin şeffaf olması, kamu kaynaklarının doğru şekilde kullanılmasını ve yetkililerin denetlenmesini sağlar. Bu tür bir yönetim, yolsuzluğun önüne geçer ve halkın devlete olan güvenini artırır. Devletin, sosyal adaleti sağlama sorumluluğu da büyüktür. Toplumsal kaynakların dağılımında fırsat eşitliği sağlanmalı ve yoksullukla mücadele edilmelidir. İşsizlik oranı yüksek olan mesleklere öncelik verilerek dezavantajlı gruplara yönelik istihdam garantili programlar oluşturulmalıdır. Ayrıca devlet herkesin eğitim ve bilgiye erişimini sağlamakla yükümlüdür. Kaliteli eğitim, fırsat eşitliği sağlar ve toplumun bilinçli ve özgür düşünmesini destekler. Barış ve güvenlik, devletin vatandaşlarının güvenliğini sağlama yükümlülüğünü ifade eder. Ancak, bu güvenlik özgürlükleri kısıtlamadan ve gereksiz güç kullanımından kaçınılarak sağlanmalıdır. Devletin insan haklarına saygı göstererek, vatandaşlarının temel haklarını güvence altına alması büyük önem taşır. İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve diğer temel hakların korunması, adil bir devletin en temel sorumlulukları arasındadır. Adil bir devlet yönetimi, halkın refahını gözeten, toplumsal eşitlik ve adaleti sağlayan bir sistemdir. Hukukun üstünlüğü, şeffaflık, eşitlik, insan hakları ve katılımcı demokrasi gibi temel ilkeler üzerine inşa edilmelidir. Ayrıca, devletin başındaki yöneticilerin belirli sürelerle seçilmesi, muhalefetin adil bir şekilde işlemesi ve sosyal adaletin sağlanması, adil bir devlet yönetiminin temel taşlarındandır. Ayrıca Allah bir ümmet olarak Müslümanların birlik içinde hareket etmesini emreder. Fransa laikliği, İslam'ın toplumsal ve siyasi düzen üzerindeki belirleyici rolünü göz ardı eden bir anlayış sunmaktadır. Oysa Kur'an, Müslümanlara birlik içinde olmalarını ve Allah'ın ipine sımsıkı sarılmalarını emreder. > "Ve hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, bölünmeyin." (Âl-i İmrân Suresi, 103. Ayet) Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı üzere, bölünme İslam'da yasaklanmıştır. Dolayısıyla, Müslümanların tek bir anayasa etrafında birleşmesi ve bu anayasanın Kur'an olması gerekmektedir. Bu birliktelik, ümmetin bölünmesini önleyerek İslam'ın özüne uygun bir yönetim sisteminin kurulmasını sağlayacaktır. Kur’an'da yönetimin en temel görevi adaleti tesis etmektir. Adalet, sadece hukukta değil, sosyal, ekonomik ve siyasi alanda da geçerli bir ilkedir. "Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emreder..."(Nahl 16:90) İslam'da yöneticilik anlayışı da Kur'an ile belirlenmiştir. Müslümanların lideri, İslam'ın temel hükümlerine uygun hareket eden, salatı kılan ve zekât veren bir mümin olmalıdır. Kur’an’da, Müslümanların velisinin kimler olduğu açıkça belirtilmiştir: > "Sizin veliniz ancak Allah ve Resulu ve salatı kılan ve zekatı veren müminlerdir. Ve onlar eğilenlerdir." (Maide Suresi, 55. Ayet) Bu ayet ışığında, Müslümanların yönetici seçiminde İslamî ilkeleri göz önünde bulundurmaları gerektiği anlaşılmaktadır. İslam toplumunun başında, Allah'ın hükümlerine göre hareket eden bir liderin bulunması elzemdir. Yöneticilik ehil olanlara verilmelidir. "Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline vermenizi emrediyor..."(Nisa 4:58) Yöneticilik ve kamu görevleri birer emanettir bu görevlerin ehil olanlara verilmesi, liyakatin esas alınması gerektiğini gösterir. Zorla inanç dayatması yapılmamalıdır. "Dinde zorlama yoktur..."(Bakara 2:256) Devletin dini bir baskı aracı olmaması, vicdan ve inanç özgürlüğünün güvence altına alınması gerektiğini ifade eder. İnanç bireysel bir sorumluluktur; yönetim inancı değil adaleti korur. Yöneticiler, halkın malı ve düzeni üzerinde tasarrufta bulunurken hesap vermekle yükümlüdür. Kur’an, her insanın bireysel sorumluluğunu vurgulasa da, kamu gücü kullananların daha büyük sorumluluk altında olduğunu ima eder. İsraf ve yolsuzluk yasaktır. Yolsuzluk, rüşvet, kamu kaynaklarını kötüye kullanma gibi yönetim zaafları Kur’an’da açıkça kınanır. Kur'an'da zalimlere destek yasaktır. “Zalimlere en küçük bir meyil bile göstermeyin; yoksa size ateş dokunur.”(Hud 11:113) Bu ayet, yönetime talip olanların ya da halkın, zulmeden kişi ya da gruplara destek vermemesi gerektiğini bildirir. Yani yönetim tarafsız, adil ve zulme karşı tavır almalıdır. Allah Müslümanlara şeytanın adımlarını takip etmemeleri gerektiğini bildirmiştir. Bir yöneticinin Kur'an’a aykırı şekilde hareket etmesi, toplumun İslam’dan uzaklaşmasına sebep olur. Dolayısıyla, böyle bir durumda Müslümanların o yöneticiyi hükümet kararıyla görevden alması gerekmektedir. Kur’an’da bu konuda şu emir verilmektedir: > "Ey iman edenler! Sapkının adımlarını izlemeyin. Kim sapkının adımlarını izlerse, şüphesiz o, çirkinliği ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın lütfu ve bağışlaması size olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla arınamazdı. Ancak Allah dilediğini arındırır. Ve Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir." (Nur Suresi, 21. Ayet) Bu ayet, toplumun İslam’ın emirlerinden uzaklaşmasına sebep olan bireyleri takip etmemeleri gerektiğini açıkça belirtmektedir. Aynı şekilde, bir yönetici İslam’dan saparsa ve Allah'ın hükümlerine aykırı bir yol izlerse, Müslümanlar onu değiştirme hakkına sahiptir. Kur’an, Firavun’u bir yönetim modeli olarak değil, bir uyarı olarak sunar. Firavun’un özellikleri:
Halkı böler (Kasas 28:4),
Kendini ilahlaştırır (Naziat 79:24),
İnsanları küçümser ve aldatır (Zuhruf 43:51–54),
Zorbalık ve baskıyla yönetir. Bu örnek üzerinden Kur’an, despotik, totaliter ve şirk temelli yönetimleri eleştirir. Kur’an, yönetimde ırk, soy, cinsiyet, sınıf gibi ayrımcılıkları reddeder. Hiç kimse doğuştan yönetici ya da yönetilen sınıfına ait değildir. Bu, yönetime katılımda eşitlik ilkesinin Kur’anî temellendirmesidir. Nebiler Kur’an'a göre birer diktatör ya da kral değildir. Yani İslami yönetim anlayışı, nebi modeli üzerinden bile zorlayıcı değil, tebliğ ve özgür iradeye saygı temelinde ilerler. Kur’an, devletlerin savaşlarında bile kurallar koyar:
Savaş zorunluysa yapılır (Bakara 2:190)
Savaşta aşırıya gidilmez
Barış teklif edilirse kabul edilir (Enfal 8:61)
Bu da, devlet yönetiminin uluslararası ilişkilerde bile ilkesel davranmasını şart koşar. Allah, Müslümanlara bir çatı altında toplanarak, Kur’an’ın hükümlerine uygun bir şekilde yönetilmelerini emretmektedir. Laikliğin terk edilerek Kur'an’ın anayasa haline getirilmesi, İslam'ın özüne dönüşü sağlayarak Müslümanların bölünmesini engelleyecektir. Ayrıca, lider seçimi İslamî ölçütlere göre yapılmalı ve yöneticiler Kur'an hükümlerine aykırı hareket ettiklerinde değiştirilmelidir. Ancak bu şekilde, Müslümanlar şeytanın adımlarını takip etmekten kaçınarak Allah’ın rızasına uygun bir yönetim biçimine ulaşabilirler. Tüm bu ilkeler, toplumu daha adil ve eşit bir şekilde yönetmenin yolunu açar. Bu çerçevede Kur’an, ne bir teokrasi, ne bir otokrasi, ne de başıboş bir demokrasi savunur. Ahlaki ve adil bir halk yönetimi esas alınır. Sonuç olarak Kur’an’daki kıssalar sadece tarihî olaylar değildir; bugüne dair evrensel mesajlar taşır. Firavun örneği, halkın gözünü boyayan, gösteriyle meşruiyet üretmeye çalışan tüm iktidarları simgeler. Gerçek adalet, şura, liyakat ve toplumsal eşitlik gibi ilkeler Kur’an’ın önerdiği yönetim modelinin temelidir. Müslümanlar sadece biçimsel değil, anlam merkezli bir yönetim modelini savunmalıdır.
