GÖNLÜMDE GENÇLİĞİM VAR
Sevgili evlatlarım…
Öncelikle, hepinizi çok seviyorum. Sevgimin değerini ölçemezsiniz.
Karşılıklı görüşürken birbirimizi incitebiliriz düşüncesiyle bu yakınışımı mektupla bildirmeyi uygun buldum. Beni anlasanız bile anlayış göstereceğinize inanasım gelmiyor.
O nedenle en azından bu mektupla içimi dökeceğim. Şunu peşinen bilesiniz ki; benim sizin yaşlarınıza inme şansım yok. Ne yazık ki sizlerin benim gibi yaşlı olma şanssızlığınız var... Ayrıca dilerim Allah’tan; benim düştüğüm yalnızlığa düşmezsiniz. “Yalnızlık Allah’a mahsustur” denir. Bu özdeyişin ne kadar doğru olduğunu yalnız kaldığında daha iyi anlıyor insan. Hayatta nelerin olacağı bilinmiyor. Sapasağlam annenizin bir sene önce amansız bir hastalığa yakalanıp üç ay içinde Allah’ın rahmetine kavuşacağını bilemediğimiz gibi… Sizlerin de yalnız kalma şanssızlığınız olabilir. İşte o zaman beni anlayabilirsiniz…
Ve, işte o zaman; “Ah!.. Keşke babamızın isteğini yerine getirseydik,” diyeceksiniz ama,
iş işten geçmiş olacak…
Sizleri, insaniyetli, inançlı, vatanı ve milleti için iyi birer evlat olarak yetiştirdiğime inanıyorum. Bunu, beni sık sık telefonla arayıp nasıl olduğumu sormanızdan, her hafta birinizin gelmesi ve en önemlisi de birbirinizle yarış edercesine yanınızda kalmamı istemenizden anlıyorum. Sağ olun, var olun. Allah, sizlerden razı olsun. İki gelinimle iki damadımın da sizlerden farklı olmadığına inanıyorum. Sizlerin yanında sıkılırım ben. Eğreti dururum. Rahat olamam. Artık genç kızlık ve delikanlılık dönemlerine yaklaşan torunlarımla önceleri kadar iyi anlaşamam. Yanlış bir tavırları batar bana. Sert bir davranışım asileştirir onları. Bana arka çıktığınızda, sizlere bile kafa tutarlar. Benim
yüzümden evlatlarınızla sürtüşmenizi istemem.
Sevgili evlatlarım…
Evlenme isteğime anlayış gösterin. Bunu, rahmetli annenize saygısızlık kabul etmeyin.
Onun bendeki değerini asla bilemezsiniz. Bana öyle geliyor ki, evlenmeme engel olmanızdaki asıl neden, mal varlığıma bir ortak daha istemeyişiniz. Köydeki babamdan kalma taş bina ve bahçesi hariç, tüm mülkümün yasal yönden sizlerin olmasını sağlayacağım. Satılmalarını istemediğim için zeytinliklerin kullanım hakkını ölene kadar kendimde tutacağım. Yaşanması giderek işkenceye dönüşen bu şehirde bunaldığım için bundan sonra ata yurdunda oturacağım. En kalın malzemelerle mantolanan bu apartman dairesi bu soğuk kış gününde çok iyi ısınsa da soğuk geliyor bana. Baba yadigarı taş bina daha sıcak gelecek bana…
Değerli evlatlarım…
Evlenmek istememe karşı çıkmayın. İstesem, size haber vermeden de evlenebilirim. Sizleri çiğneyip geçmeyi kendime yakıştıramıyorum. Beni buna zorluyorsunuz. Bunu da bilin. Yemeden ve içmeden yana bir sıkıntım yok. Beni görmeye geldiğinizde eliniz dolu oluyor. Bilesiniz ki, getirdiklerinizin çoğu çöpe gidiyor. Gündüzleri gezdiğim için başım selamet.
Ama geceler geçmek bilmiyor. Hele yatağa girdiğimde, hayaller üşüşüyor kafama. Kendimi farklı bir insan yapıyorum. Altmış yedi yaşın deneyimleriyle kırk elli yaşların olgun erkeği oluyorum. Otuzlu yaşlara iniyorum kimi zaman. Gönlüm genç olduğu için hayallerimi de genç kızlar süslüyor bazen. Nedense, rahmetli karımla yaşadığımız güzellikleri hayalen yeniden yaşamayı düşlediğimde matlaşıyor her şey. Zorlasam da berraklaşmıyor yaşanan güzellikler. Kim bilir, yeni bir evlilik özlemi değişikliğe yöneltiyor beni. Ayıplasanız da, türlü yakıştırmalarda bulunsanız da şimdilerde böyleyim ben...
Yatakta dönüp durmamak ve hayallere dalmamak için geç saatlerde yatıyorum.
Hep keder yüklediği için televizyon seyretmiyorum. İnternet denen, bilgi kaynağından daha çok çirkinliklerin kol gezdiği sanal dünyadan uzak durmaya çalışıyorum. Güçlü iraden de olsa, karşına çıkıveren bazı görüntüler seni iğrenç bir yerlere yöneltiyor. Kör şeytan o sitelere girmen için seni sürekli dürtüklüyor.
Ne acıdır ki bunlar da yaşamın bir parçası olmuş…
Televizyon ve bilgisayardan uzak durduğum için tek arkadaşım radyo oluyor. Şarkı
türkü dinleyerek gecenin bir yarısını buluyorum. Dün gece dinlediğim uzun hava bir türkü, bu mektubu yazmaya yöneltti beni. Hatırladığım kadarıyla türkünün sözleri şöyleydi.
“Aaa ah!.. Saçlarıma kar yağar,
Benzim soluk, göğsüm dar…
Cemalimi gören yaşlısın der,
Bilmez ki gönlümde gençliğim var…
Cemalimi gören ihtiyar sanır,
Bilmez ki gönlümde gençliğim var…”
Öyle sanıyorum ki buraya kadar yazdıklarımı okuduğunuzda; “babamız azmış,
onu ancak teneşir paklar” gibisinden bazı yargılarda bulunabilirsiniz. Sağlıklı bir adamım.
Cinsel arzumu gidermek için değil, benimle gönül bağıyla bağlı bir kadınla birlikte olmak istiyorum... Gece yatarken sarılabileceğim, sabahın dinçliğinde yatak keyfi yapabileceğim
bir kadın istiyorum… Bana hizmet etmenin yanında bana saygı duyan bir kadın istiyorum… Yolumun yokuşa sardığı bu hayat yolunda; yalnız değil de, koluma girecek bir kadınla
yürümek istiyorum… Sevgi ve şefkatimle mutlu ve huzurlu edeceğim bir kadın istiyorum…
Kelebek ömürlü bir insana çok görmeyin bu isteği…
Sevgili evlatlarım,
Gelin, kulak verin bu yakarışıma. Geçen kurban bayramında geldiğinizde, “Baba, evlenmek istiyor musun?” diye sormanızı bekledim. Şakacıktan, yalancıktan olsa bile sormadınız… Açıkçası, söyleyeceğinizi umdum… Lafını bile etmediniz… Türkünün sözlerinde olduğu gibi sanırım beni yaşlı görüyorsunuz. Yüzüme bakarak beni ihtiyar görebilirsiniz. Beni ilk görenler de altmış yedi yaşımda olduğuma pek inanmıyorlar. Yüzümdeki derin çizgiler beni on yaş yaşlı gösterse bile gönlümde gençliğim yatıyor.
Bunu hiç anlamıyorsunuz…
Geçenlerde evlenmek istediğimi söylediğimde, “Evlenmek senin neyine. Ölüme ayak
sallayan birisisin,” demediniz ama, öyle demeye getirdiniz. Annenize karşı sadakatsizlikle suçladınız beni. Kırdınız, birkaç yaş daha yaşlandırdınız babanızı… Sadakat… Ne yazık ki hayat şartları, yürekten bağlılık olan sadakati unutturuyor… Yalnız kaldıktan kısa bir süre sonra, insanın ihtiyaçlarına yeterli gelmiyor sadakat. Hatta, çile çektiriyor. Önüne bir tas çorba koymuyor. Terlediğinde sırtını silip, giysini değiştirmiyor. Uyuyakaldığında üstünü örtmüyor. Yatağı ısıtmıyor. İlaç içmek istediğinde, bir bardak su dahi vermiyor. İkicik
laf etmeyen bir dilsiz sadakat. Halini görmeyen bir kör. Sesini duymayan bir sağır.
Bir kol altta, bir kol üste, saramadığın bir boşluk sadakat…Sadakat, sadece bir avuntu.
Bütünleşeceğin bir kadınla ikinci baharı yaşama isteğinden alıkoyamıyorsun kendini.
İlk başta, maddi manevi bir sıkıntın olduğunda yardımına koşacak, evlatlarına haber verecek bir güvencen olsun istiyorsun. Büyük şehirler, hele İstanbul; insanları iyice yalnızlaştırıyor. Bireysellik, bencilliğe dönüştüğü için dayanışma hak getire. Yaşlandıkça uyum sorunu da yaşıyorsun. Çevrendeki her olumsuzluk batıyor sana. Hele bir de yaşlı bekar kalınca sudan çıkmış balığa dönüyorsun. Belirli bir yaştan sonra bekarlık sultan filan değil. Yaşlı adam için yalnızlık, ürkütücü bir dünya. Ağustos ayında bile zemheri soğuğu…
Yalnızlık, monotonluk…
Yalnızlık, boşluk…
Yalnızlık, korku
Yalnızlık, mutsuzluk…
Yalnızlık, hayattan bıkkınlık…
Yemek yapmasını bilsen bile, bir süre sonra yediklerin yavan geliyor. Mutfak kokuyor.
Üç oda bir salon olan yüz metrekareyi aşkın ev dar geliyor. Aynı zamanda cansız… Sanki
bir mezar. Bazen, bir odadan ses geldiğini sanıyorsun. Ürkerek gidip bakıyorsun. Üst kattaki komşunun küçük oğlunun ayak sesi yoldaşın oluyor kimi zaman. Dengen bozulduğu için, kısa süre sonra küçük çocuğun ayak sesi bile batıyor.
Evlenirsem eğer, kendimin yanı sıra bir kadını da yalnızlıktan ve sığıntı olmaktan kurtaracağım. Benimle birlikte taş binada oturacak, gani gönüllü bir kadın buldum. Benden hiçbir ev-dam gibisinden güvence istemedi. “Allah uzun ömür nasip etsin,” dileğinde bulundu sadece. Otuz sekiz yaşında, narin yapılı, boyu boyuma uygun, güzel sayılabilecek bir kadın. Sinop’un bir köyünden gelme. Ağabeyinin yanından kalıyormuş. Tam yirmi bir sene yatalak annesine bakmış. On altı yaşında iken, traktörün devrilmesi sonucu babasını kaybetmiş. Beli kırılan annesi de felç olmuş. Epey talibi olmasına rağmen yatalak annesine bakmak için evlenmemiş. İki sene önce annesini yitirmiş. İstanbul’da, su tesisatı işiyle uğraşan en büyük ağabeyi yanına almış. Kadın, Anadolu’daki her köylü kadın gibi giyinen ve geleneksel şekilde başını örten, namazında niyazında bir kadın. Mühendis bir adama köylü bir kadını yakıştıra-mayacağınızı biliyorum. Şuna kesin eminim ki, bana değil kendinize yakıştıramayacaksınız bu kadını. Unutmayın ki, köyü ve köylülüğü hor görseniz de babanız köylü. Bir kökünüz köye bağlı. Bu köke, sımsıkı sahip olun. Sizleri ancak bu kök bir arada tutar. Buluşma ve hısım akrabayla tanışma yeriniz köy olur. Buralarda barınamadığınızda baba ocağı barınağına sığınırsınız. Şimdi benim sığınmak istediğim gibi…
“Aranızda çok fazla yaş farkı var,” diyerekten de bu evliliğe karşı çıkacağınızı biliyorum. Bunun dışında beni bu evlilikten caydırmak için bir sürü varsayım ileri süreceğinize kesin eminim. Yüzüme karşı diyemeseniz bile kadının bir süre sonra bazı arayışlar içine girebileceğini ima ederek kadına karşı haksız ithamlarda bulunacaksınız. Ne yazık ki toplumumuzda böyle önyargılar var. O nedenle sizler asla böyle yapmazsınız diyemiyorum. Sizler benim evlenmemi istemiyorsunuz ki kendinize yakışan bir kadını seçme gibi bir gayretiniz olsun?..
Kalan ömrümü rahat geçirebileceğime inandığım bir kadınla evlenmek istiyorum.
Gidebildiği yere kadar…
Evlenme girişimimle insanın içini burkan bazı durumlarla da karşılaştım. Evlenmek istediğim kadın, uzaktan akrabası olan gelin tarafından evde istenmeyen bir yabancı gibi görülmeye başlanmış. Evin asıl kadını, biraz da öbür ağabeyinin yanında kalması için görümcesini iğneliyormuş. Kadının ağabeyi karısına, “Bu evde senin kadar kız kardeşimin de oturmaya hakkı var,” diyerek tavır koymuş ama, baya büyümüş çocuklar anne tarafını tutunca kadın kendini bu evde sığıntı görmeye başlamış. Evlenme teklifim ulaştırıldığında, kadın istekli olmasına rağmen ağabeyi karşı çıkmış. Açık seçik diyemese bile, “Şimdiye kadar yatalak baktı. Yine öyle olabilecek birisine bakmasını istemiyorum,” demeye gelen sözler etmiş. Apartmanımızda yan daire komşum olan ve bize çöpçatanlık yapan aynı köyden hemşire hanımla kocası onlara şunları demiş. “Bacınızın huzur ve mutluluk gibi özlemlerini bir yana bırakın. Zeytin ve zeytinyağına para vermeyeceksiniz. Adamın, yüksek bir emekli maaşı var. Öldüğünde, bacınızın maaş güvencesi olacak. Bazı mal ve mülkünden hissedar olacak. Adamın oğulları iş sahibi, kızları etkili görevlerde. Yarın çocuklarınıza iyi iş imkanı sağlarlar.”
İşte olabilecek bu güvenceler, ağabeyin kabuğunu birden çatlatıvermiş. Kardeşinin benimle evlenmesine razı olmuş. Gelin, evinde istemediği görümcesine daha candan davranmaya başlamış. Yeğenler, halalarını pek sever olmuşlar. Bütün bunlar gösteriyor ki çıkar, her türlü değer yargılarının üstüne çıkmış.
Bu olanlar beni fazlasıyla düşündürdü. Belirli bir kariyerim, iyi bir emekli maaşım
ve mal varlığım olmasaydı eğer, sizlerin yanında sığıntı olurdum ben… Hele bir de aksi bir ihtiyara dönüşürsem eğer, bana tahammül edemeyip, birbirinize sepetlemeye çalışırdınız beni… Ya da, ortaklaşa para verip, huzurevine yollardınız beni…Dile getiremeseniz bile içinizden, “ölse de kurtulsak” derdiniz… “Bizim adımıza böyle bir yargıya nasıl varabilirsin,” demeyin bana. Büyük bacanağımın ölüme ayak sallamasından önceki hali benim için en önemli gösterge. Bacanağımın evlatlarına düşkün olduğu kadar ben sizlere düşkün değildim. O üç evlat ne yaptı babalarına? Bilseniz bile ben yineleyeceğim. Bacanağım, o çok düşkün olduğu evlatlarınca “Baş belası, çekilmez dert” görüldü. Telefon çaldığı için mektuba ara vermek zorundayım.
Ertesi günün gecesi.
Çöpçatanımız, evleneceğim kadın ve yakınlarıyla bir tanışma-kaynaşma programı ayarlamış. Çöpçatan ve kocasıyla birlikte gittiğimiz Bostancı’da, evleneceğim kadın ve yakınları tarafından çok sıcak karşılandım. Bir kafede epey bir süre oturduk. Evlatlarımın
bu evliliğe nasıl baktıkları soruldu bana. Henüz bilgileri olmadığını söyledim. Rahmetli annelerine çok düşkün oldukları için ilk başta karşı çıkacaklarını, bir süre sonra anlayış göstereceklerini belirttim. İçimde kuşku belirse de sizlerden bunu umduğum için öyle dedim. Çöpçatanımız, uyguladığı emrivakiyle evleneceğim kadınla beni gezmeye gönderdi. İkinci baharın ilk başlangıcı olan bu çocuksu utangaç beraberliğimizde, sevinçli bir heyecan içindeydik. Az ve öz soruların yine kısa sözlerle yanıtlandığı gezi sırasında evlenmek istediğim kadının elini tuttuğumda, ikinci baharın hasretliği içinde olduğumu daha iyi anladım. Uyumlu bir karı koca olacağımız umuduna eriştim. İlk başlarda kadını eğitim ve kültür yönünden küçük görsem de onu, umduğumun ötesinde kendini yetiştirmiş buldum. Duygularım daha da netleşti. Açıkçası, kadına yakınlığım iyicene pekişti. Onun gönlünün de bana aktığını anladım. Bu güzel gelişmeleri on gün sonra evlenerek taçlandırmayı uygun bulduk. Dilerim nikahımıza hepiniz şeref verirsiniz. Bunları bu kadar açık yazmamın tek nedeni şu. Yaşayacağım ikinci bahar da olsa, yaz ve güz de olsa anlayışla karşılayın artık… Beni anlamanızı istemiyorum. Bana biraz hak verin yeter…
Nikahın yerini, gün ve saatini belirledikten sonra bu mektubu sizlere ulaştıracağım.
On gün sonra.
Mektuba devam edemediğim gibi gönderemedim de…Yarın göndereceğim. Gözünüz aydın olsun. Evlenme işi yattı. Nikah işlemlerine girişecekken kadın benden, oturduğum apartman dairesinin yarısını üstüne geçirtmemi ve neredeyse bir deve yükü altın takı istedi. Ayrıca, köyde oturmaya da yanaşmadı. Baştan olumlu yaklaşırken, sonradan böyle şartlar süren kadına olan iyi niyetim sarsıldı. Evlenmekten vazgeçtiğimi bildirdim.
Sevgili evlatlarım…
Yarın köyüme dönerken bu mektubu bir postaneye bırakacağım. Sık sık telefon açıp, çocuk muamelesi yapmayın bana. Oturduğum daireyi ne yaparsanız yapın. Bu şehirden iyice soğudum. Bu İstanbul, sizleri nasıl özünüzden kopardıysa beni de bozabilir. Herkesin çıkar peşinde koştuğu, bu çıkarın virüs gibi herkese bulaştığı, asık suratlıların doldurduğu, bırakın selamlaşmayı, insanların birbirinden ürktüğü bu şehre mecbur kalmadıkça bir daha gelmeyeceğim.
Köyüme döneceğim. Kedi, köpek, koyun kuzu alıp, yalnızlığımı hayvanlarımla, tarla tokat işleriyle ve doğayla gidereceğim… Hayırlı işler yaparak Allah’a olan manevi yakınlığımı
daha da pekiştireceğim…
Hoşça kalın evlatlarım. Babanız.