Çağdaş toplumda televizyon ekranları ve sosyal medya platformları, bilgi kaynaklarından çok eğlence ve izlenme mekanizmalarına dönüşmüştür. "Çok konuşan kişi televizyona çıkar" sözü, günümüz medya endüstrisinin işleyişini özetleyen keskin bir gözlemdir. Reyting kaygısının bilgi derinliğinin önüne geçtiği, ses tonunun argümanın yerini aldığı bir dönemde, kimin konuştuğuna değil, neyin söylendiğine bakmanın önemi her zamankinden fazladır. Televizyon programlarının birincil amacı eğitim veya bilgilendirme değil, reyting kazanmaktır. Yüksek izlenme oranları daha fazla reklam geliri anlamına geldiğinden, prodüktörler içerik kalitesinden çok izlenebilirlik kriterlerine göre konuk seçimi yaparlar. Bu dinamik şu sonuçları doğurur:
Tartışma odaklı kişilik tercihi: Sakin, ölçülü ve derinlikli düşünen akademisyenler yerine, yüksek sesle konuşan, keskin ve provokatif ifadeler kullanan kişiler tercih edilir. Çünkü tartışma, ekran başında tutma gücü yüksek bir malzemedir.
Eğlence değerinin önceliği: Bilimsel doğruluktan ziyade, ekrana renk katan, izleyiciyi eğlendiren ve sosyal medyada paylaşılabilir anlar oluşturan konuklar aranır. Bu, bilginin ikinci plana itilmesi anlamına gelir.
Süreklilik ve görünürlük: Aynı kişilerin tekrar tekrar ekrana çıkması, onlara hak etmedikleri bir "uzmanlık" zırhı giydirmektedir. Psikolojideki "yalnızca maruz kalma etkisi" (mere exposure effect) nedeniyle, izleyici bir kişiyi ne kadar çok görürse, onu o kadar güvenilir ve yetkin bulmaya başlar.
Medya dünyasında sıkça karşılaşılan bir durum, popüler olan kişinin otomatik olarak bilgili kabul edilmesidir. Oysa popülerlik ile yeterlilik arasında doğrudan bir bağ yoktur. Aksine, bazı durumlarda ters orantı bile söz konusudur:
- Gerçek uzmanlar sahada çalışır: Akademik araştırma yapmak, laboratuvarda zaman geçirmek, makale yazmak ve öğrenci yetiştirmek zaman ve emek ister. Bu nedenle ciddi akademisyenlerin televizyon programlarında sürekli boy göstermeleri zordur.
- Medyatik kişilikler her konuda konuşur: Medyaya sık çıkan kişiler zamanla her konuda fikir beyan etme eğilimine girerler. Kendi uzmanlık alanlarının dışında bile kesin yargılarda bulunmaları, bilimsel ciddiyetle bağdaşmaz.
- Sükût altındır: Gerçek bilgelik, bilmediğini bilmekle başlar. Sokrates'in ünlü sözü "Ben bir şey bilmiyorum" ifadesi, hakiki bilginin alçakgönüllülükle el ele gittiğini gösterir. Bir konuda bilgisi olmadığında susabilmek, modern medya kültüründe yok olmaya yüz tutmuş bir erdemdir.
Bir kişinin söylediklerine körü körüne inanmak yerine, şu kriterleri göz önünde bulundurmak gerekir:
Argümanların temeli: Kişi fikirlerini neye dayandırıyor? Bilimsel kanıtlar mı, yoksa kişisel görüşler mi?
Kaynak gösterimi: İddialarını destekleyecek güvenilir referanslar var mı?
Tutarlılık: Farklı zamanlarda söyledikleri birbiriyle çelişiyor mu?
Uzmanlık alanı: Konuştuğu konu, gerçekten kendi uzmanlık alanına giriyor mu?
Alçakgönüllülük: "Bilmiyorum" diyebiliyor mu, yoksa her konuda fikir sahibi gibi mi davranıyor?
Ünvan sahibi olmak, mutlak doğruya sahip olmak anlamına gelmez. Profesör unvanlı biri bile, sürekli medyada vakit geçiriyorsa ve popüler söylemlere kayıyorsa, akademik ciddiyetini yitirmiştir. Zira akademik kariyerin temeli, sessizce yapılan araştırmalar ve üretilen eserlerdir; stüdyo ışıkları altında geçirilen saatler değil.
İslami öğreti, dünyevi şöhrete ve insanların takdirine değil, Allah katındaki amele değer verir. Kur'an-ı Kerim'de, dış görünüşe, toplumsal konuma veya insanların övgüsüne aldanmamamız konusunda çok sayıda uyarı vardır:
Lokman Suresi'nin 18. ayetinde geçen "İnsanlardan yüzünü çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme; şüphesiz ki Allah kendini beğenip övünenleri sevmez" ifadesi, kibir ve gösterişin Allah katında hoş karşılanmadığını açıkça belirtir.
Medyada görünür olmak, insanlar tarafından tanınmak, kişinin gerçek değerini belirlemez. Esas olan, samimi niyet, dürüst eylem ve sürekli öğrenmeye açık alçakgönüllü bir tutumdur. Televizyon ekranlarında parıldamak, hakikatte sönük bir ışık olmanın üstünü örtmez.
Modern medya ekosistemi, bilgi derinliğinden çok görünürlüğü ödüllendiren bir yapıya sahiptir. "Çok konuşan kişi televizyona çıkar" gerçeği, günümüzün acı bir fotoğrafıdır. Ancak bilinçli bir toplum olarak, bu tuzağa düşmemek elimizdedir. Kimin konuştuğundan ziyade, neyin söylendiğine; unvana değil, argümana; şöhrete değil, bilimsel kanıta bakmak zorundayız. Popülerlik hiçbir zaman hakikatin garantisi olmamıştır ve olmayacaktır. Gerçek bilim, stüdyolarda değil laboratuvarlarda; hakiki bilgelik, ekranlarda değil kitaplarda ve tefekkürde saklıdır. Bir profesörün sürekli televizyonda olması yerine, sessizce ürettiği eserlerle anılması; bir düşünürün yüksek sesle bağırması yerine, mantıklı argümanlarla konuşması tercih edilmelidir. Sonuç olarak, medyanın bize sunduğu "uzman" imgelerini sorgulamak, eleştirel düşünce yetimizi kaybetmemek ve hakikati şöhretin arkasında aramak, modern çağın en önemli entelektüel görevlerindendir. Çünkü görünürlük değil, derinlik; popülerlik değil, dürüstlük; ses tonu değil, içerik asıl olan olmalıdır.
				
				
			
									
							

							
							
							
							