- Bak Holowitz beni sıkıyorsun, tahammül edilemez bir hırsın var. Yüz yılların yükünü kanıksamış gibisin, bencilleşemiyorsun. .
Sanırım aşkın sınırı ekmekle bir araya gelince daha dramatik bir hal alıyordu. Fahişelerde aşk aramak gibi bir şeydi aşkın hayatla bir arada yürümesi. Hani bazen, biraz sevecen bir müzik gelir kulağa Baroktan yan sokaktan, o esnalarda duyulan hazzın bitmemesini dilersiniz, kelimeler gibi tıpkı bu kadın da öyle hayatı anlamlandıramıyor.
İçten içe soğuk taşlar misali yürürken dar sokakta, aklım kendini toparlamaya çalışıyordu, Holowitz gibi diğer kadınları düşündüm. Benliklerinin aynılıklarını, olmayacak şeye üzülmelerini/sevinmelerini. Bu garip duyguların açıklamasını yapmak ziyadesiyle gereksiz olurdu. Dünyevi ihtiyaçlar, şehvet bir insanı kalbinden vurabilecek ender şeylerdendir. Kaskatı kesilmiş, durgunca bir insanın gözlerinden içeriye doğru sızar. Sıcaklığı kulak memelerini titretecek kadar samimidir. Ruhunuzu ele geçirene dek, ayaklarınızdan şakaklarınıza kadar peşinizde olur.
Holowitz seni özlüyorum.
Sığınmalıydım bir yer/şeye, biraz şefkat her şey bundan ibaretti. Durgun su kıpırdamayacaktı, kendimi tamamen onun bedenine bırakıp, duygularımdan sıyrılacaktım. Düşüncem yoğunlaşıp, alnımdan, dudaklarımdan aşağılara doğru kayacaktı. İnsanlığı tadacaktım. Tüm evrimleri, dokunuşları hissedecektim.
Holowitz seni sürtük.
Tatmin edilemeyen egom kendini ele verdi. Her ne kadar saklandığını benden uzaklaştığını sansam da bir yerlerden çıkıyordu. Ötekiler gibi, bastırılamamış hislerim gibi. Erkeklik, liderlik, üstünlüktüm ben. Baskın olmalıydım, ezilmemeliydim. Yapmayacaktım, kendimi ona bırakırsam eğer, değişebilirdim. Bu benim mahvım olurdu.
Şimdilik insanoğlu böyle gidiyor, yüz yıllar boyunca da böyle gidecek. Biraz daha para, ışık, makyaj ve sigara gerekli sadece.
Holowitz, bu ben değildim güzelim. Sen zaten olamadın Holowitz.