**Nebimiz İsa Mesih çarmıha gerilmiştir. Kendisinin vefat ettiğini kabul etmeyenler ya cemaatler gibi cemaat liderlerini Mehdi görmeleri sebebiyle İsa’yı bekleyenler ya da rivayetlere uyanlardır. Diyanetse zaten halktan olan korkusu sebebiyle koltuğu elinden gider korkusuyla hakkı gizleyen bir kurumdur. Bu sebeple yıllardır Müslümanlar İsa Mesih’in çarmıha gerildiğini bilmemektedir. Kur’an yeterlidir diyenlerse Nebimiz İsa’nın vefat ettiğini bilmekteler ancak Nisa süresi olaya farklı açıdan baktığından gerçeğin farkına varamamaktalar ancak eğer söylendiği gibi Meryem oğlu İsa Mesih çarmıha gerilmemiş olsaydı da Yahuda çarmıha gerilmiş olsaydı o zaman Yahuda Nebi olacaktı. Çünkü Tevrat’a görede çarmıha gerilecektir. Hadi İncil’i Hristiyanlar değiştirdiler diyelim peki Tevrat’ıda mı değiştirdiler biz Kur’an’ın değiştirilmesine izin veriyormuyuz ki Yahudiler izin versinler? Ayrıca İsa’nın çarmıha gerildiğini söyleyen tek kişi ben değilim. Şimdi Kur’an’a bakalım. Kovulmuş Şeytandan Tanrı'ya Sığınırım Merhametli ve Bağışlayan Tanrı'nın İsmiyle >"Hani Tanrı Ey İsa! Şüphesiz seni öldürecek ve seni bana yükseltecek benim ve seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeylerde aranızda ben hükmedeceğim demişti." (Ali İmran Suresi 55. ayet) Bu ayetteki "seni öldürecek ve seni bana yükseltecek" ifadesi İsa'nın dünyadaki görevini tamamlaması ve Allah'ın iradesine uygun olarak yükselmesini ifade etmektedir ki bu İncil'lede uyumludur. Luka 24:50-53'te şöyle yazmaktadır: "Sonra İsa onları Beytanya'ya kadar götürdü. Ellerini kaldırarak onlara bereket verdi. Onlara bereket verdikten sonra, onlar onu görürken göğe yükseldi." Ali İmran süresi 55. ayetinde Allah İsa’ya kendisini vefat ettireceğini söylüyor. Kendisine uyanlarıysa kıyamete kadar kâfirlerden üstün tutacağını söylemektedir. Kastedilen kişiler şirk koşanlar değil teslim olan Hristiyanlar ile Havarilerdir. Yine burada kastedilen kişilerin havariler olduğunun delili Saff süresi 14. ayetidir. Ayette söyle geçmektedir. >"Ey iman edenler! Tanrı'nın destek verenleri olun. Meryem oğlu İsa'nın havarilere Tanrı'nın yolunda benim destekçilerim kimdir? dediği gibi. Havariler Tanrı'nın destekçileri biziz demişlerdi. İsrailoğullarından bir taife iman etti. Bir taife inkâr etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik artık düşmanlarına üstün gelenlerden oldular."(Saff Süresi 14. ayet)
>"Onlara benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Tanrı'ya kulluk edin emrinden başkasını söylemedim. Onların içinde olduğum sürece onlar üzerine şahittim. Fakat beni vefat ettirince onları gözetleyen sen sen oldun. Ve sen her şey üzerine şahitsin."( Maide süresi 117. Ayet)
fe lemma teveffeyteni "O zaman beni vefat ettirdiğinde" veya "Beni öldürdüğünde." Bu ifade, bir olayın ardından gerçekleşen durumu anlatmak için kullanılır. " (fe lemma) bağlacı, bir şeyin olduktan sonra gerçekleşen durumu ifade eder. teveffeyteni ise "beni vefat ettirdin" anlamına gelir. Bu ifade, bir kişinin ölümünü anlatır. Yani teveffa sözcüğü ” canın alınması” anlamına gelmekte olup bu sözcük bir çok ayette geçmektedir. Bu sözcüğün geçtiği bazı ayetler söyledir: > "Ve o kulları üstünde zafer kazanandır. Ve size koruyucular gönderir. Sonunda sizden birine ölüm geldiği zaman Resullerimiz onun canını alır. Onlar ihmal etmezler."(En'âm, 6:61)
> "Peki melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak onları vefat ettirirken nasıl olacak?"(Muhammed, 47:27) Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere teveffa kelimesinin anlamı canın alınmasıdır. Şimdi de Nisa süresine bakalım.
"Ve şüphesiz biz Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük demelerinden. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar fakat kendileri şüpheye düştü. Ve şüphesiz ayrılığa düşenler ondan şüphe içindedirler. Onlar sadece zanna uyuyorlar onlar onu kesinlikle öldürmediler. Bilakis Tanrı onu kendine kaldırdı. Ve Tanrı üstündür, her şeyi hikmetle yapandır. (Nisa süresi 157, 158. Ayetler)
Ayetteki şubbihe Arapçadan türemiş bir kelimedir ve "şüphe" kökünden gelir. Türkçeye Arapçadan geçmiş olan bu kelime, bir şeyin bir başka şeye benzetilmesi, şekil veya özellik olarak yakınlaştırılması anlamına gelir. "Şüpheye düşmek" ya da "Birine benzetilmek" anlamında kullanılır. Meal yazarları bu ikinci anlamını almaktadırlar ancak ayetin devamında şüphe konusunda açıklama yapılmaktadır. Günümüzde dahi bu konu hakkında şüpheler bulunmaktadır. Gnostik Hristiyanlar ve bazı Yahudi mezhepleri, Nebimiz İsa'nın çarmıha gerilmediğini savunan inançlarıyla dikkat çekerlerdi. Bu grupların bazılarının görüşleri, zamanla kaybolmuş veya dönemin ana akım inançlarından dışlanmış olsa da, bazı yazılı kaynaklarda bu inançlara dair izler bulunmaktadır. Gnostik metinlerde, özellikle Nag Hammadi Kütüphanesi'nde yer alan bazı eserlerde, İsa'nın bedensel ölümünün reddedildiği ve onun aslında "ruhani bir varlık" olduğuna dair görüşler bulunur. Ebiyonlar, erken Hristiyanlık döneminde var olan ve Hristiyanlıkla bazı benzerlikler taşıyan ancak İsa'nın tanrısal doğasını reddeden bir Yahudi mezhebi olarak bilinir. Onlar, İsa'yı sadece bir nebi ve insan olarak kabul ederlerdi. Bazı Ebiyonlar, İsa'nın çarmıha gerilmediğini savundular, ancak onun yerine Allah tarafından yükseltildiğini ya da başka bir şekilde öldüğünü düşündüler. Bu mezhep, erken dönemdeki bazı Yahudi-Hristiyan toplulukları arasında vardı, fakat daha sonra diğer Hristiyan inançları tarafından reddedildi. Bazı Yahudi mezhepleri, özellikle İsa'nın çarmıha gerilmesiyle ilgili olayları kabul etmediler ya da alternatif yorumlar getirdiler. Ancak bu tür görüşler zamanla Yahudi dininin ana akım öğretilerinden dışlanmış olsa da, o dönemde farklı inançlar vardı. Nisa suresinde olaya farklı açıdan bakılmaktadır. Nebimiz İsa'nın vefat ettiğini kabul etmeyenler insanların maddenin aslıyla muhatap olduğunu zanneden bilim konusunda bilgi sahibi olmayan kişilerdir. Fakat bugün bilimsel olarak biliniyor ki insan maddenin aslıyla muhatap değildir ve zaman dahi bir algıdır. Muhyiddin İbni Arabi bu konuyu kavrayıp vahdeti vücud dedi. Ancak vahdeti vücud insanı şirke koyar. Said Nursi kavradı. Vahdedi şuhud dedi. İdealist felsefeciler kavrayıp idea dediler. Ancak doğrusu bunlardan tam olarak hiçbirisi değildir. Kuantum fiziği, maddenin %99.9999999'unun boşluk olduğunu ortaya koymuştur. Sir Arthur Eddington, bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
> "Madde, bir hayalet gibi boş bir mekandır."
Atomlar ve alt parçacıkları, katı maddeler gibi görünseler de aslında birer enerji dalgasıdır. Yani dokunduğumuz, gördüğümüz veya hissettiğimiz şeyler, aslında beynimizdeki algıların bir sonucudur. Algıladığımız dünya, zihnimizde oluşan bir kopyadır. Bergson, “Madde ve Bellek” adlı eserinde, dünyanın yalnızca bilinçte var olduğunu belirtir. Beyin de dahil olmak üzere her şey, imgelerden ibarettir ve bu imgeleri algılayan bilinçtir.
Albert Einstein:
"Titreşimleri duyularımızla algılayabileceğimiz şekilde indirgenen enerjiye madde deriz.Madde diye bir şey yoktur… "
“Ve hani Rabbin şüphesiz ben kuru topraktan değişken balçıktan insan yaratacağım demişti. Ona şekil verip ona ruhumdan üflediğimde hemen secdeye kapanın.’” (Hicr Suresi, 28-29).
Bu ayet, insanın değerini ve üstünlüğünü yalnızca maddi yapısından değil, Allah’ın ruhundan aldığı ilahi nefeste bulduğunu göstermektedir. İnsan, ruh ile düşünme, hissetme, sevme ve irade sahibi bir varlık hâline gelir. Secde emri de bu ruhun insana kattığı ulvi değer sebebiyledir.
İnsan, kendisine verilen bu ilahi nefes sayesinde kendi varlığının farkına varır. Ruh, insana "ben" diyebilme yetisi kazandırır. Secde Suresi’nde bu durum şu şekilde ifade edilir:
“Sonra ona biçim verdi ve ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için işitme, görme ve gönüller yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz. ” (Secde Suresi, 9).
Ruh, insana varlığı ve evreni algılama imkânı sunar. Ancak bu algı, sadece fiziksel bir süreç değildir. Örneğin, gözlerimizle gördüğümüzü düşündüğümüz şeyler aslında ruhun bir yansımasıdır. Gözler, fotoreseptör hücrelerden oluşur. Bu hücreler görüntüyü fiziksel olarak algılar, ancak "gören" asıl varlık ruhun kendisidir. Göz ya da beynin kendisi bilinçli değildir. Bu durum, felsefi açıdan da ele alınmıştır. Bertrand Russell, “Rölativite’nin Alfabesi” adlı eserinde şöyle der:
"Madde genel olarak bir oluşlar grubu olarak yorumlanacaksa, bunu göze, optik sinire ve beyne de uygulamak gerekir.”
Ruh, Allah’ın insana bahşettiği en büyük lütuflardan biridir. İnsanın bedeni, Allah’ın yarattığı bir araçtır; fakat hakikati ruhundadır. Allah, insanı bir sanat eseri olarak yaratırken, ona bir ruh vererek kendisinin tecellisini insanın içinde barındırmıştır.
Ruh, sadece insanın değil, tüm varlıkların hakikatini anlamada bir anahtardır. Allah’ın yarattığı ruh, farklı varlıklardan bakıldığında farklı algılar oluşturabilir. Ruh, insandan bakıldığında insan, melekten bakıldığında melek gibi hisseder. Ancak ruh, ne insandır, ne melek ne de başka bir varlık; ruh sadece Allah’ın bir tecellisidir. Bu durum, ilahi bir sanatın eseri olan kâinat kitabında okunabilir:
“Onun üzerindeki her şey fanidir. Büyüklük ve yücelik ve ikram sahibi Rabbinin zatı sonsuzdur. ” (Rahman Suresi, 26-27).
İşte Nebimiz İsa'nın çarmıha gerilmesi olayı da böyledir. Çarmıha gerenlere öyle göründü. Aslında çarmıh bir algıydı. Ayette Nebimiz İsa için " Bilakis Tanrı onu kendine kaldırdı." buyrulduğu gibi Elçi İdris içinde Meryem Sûresi 57. ayetinde "Ve onu yüce bir mekana yükseltmiştik." diye buyrulmuştur. Burada "mekan" makam ve derecenin yüksekliği anlamındadır. Zaten "ref" sözlükte, "değerin ve durumun yüceliği" anlamında hakikat olduğu bilinmektedir. Mücadele Sûresi 11. ayetinde .... Tarı iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin." ve İnşirah Sûresi 4. ayetinde "Senin şanını yükseltmiştik."(İnşirah Sûresi 4. ayet) gibi ayetlerde "durum ve değerin yüceliği" anlamını kuvvetlendirmektedir. Ruh konusunu bilmeyenler Nisa Suresi'nide yanlış çeviriyorlar ve bu yanlış çeviride bazıları ayetlerin hiçbir yerinde İsa'nın benzerinin çarmıha gerildiği söylenmediği hâlde ayete benzeri gerildi diye yazıyorlar ve böylelikle bilmeden Nebimiz İsa'nın nebiliğini inkâr ediyorlar çünkü Tevrat'ta dahi çarmıha gerileceği yaziyor. Evet Nebimiz İsa çarmıha gerildi ve kendisini öldürdüler fakat bu onlara gösterilen bir görüntüydü. Gerçekte ruh sahibi bir insan hiç bir zaman ölmez. Ve ruh sahibi bir müminin ölümüde bu şekilde olmaz. Ruh sahibi bir müminin canı yumuşacık bir şekilde alınır. Fakat biz bunu görmeyiz bize gösterilen görüntüde nasıl bir görüntü gösteriliyorsa ona bakıp bu şekilde öldüğünü düşünürüz. Hakikatteyse bu zahirdir. Ayette şöyle geçmektedir:
>""Yumuşacık çekip alanlara" (Nâzi’ât Suresi 2. Ayet)
Ayettede geçtiği gibi müminin ruhu yumuşacık bir şekilde alınır ve bu andan itibaren boyut atlayıp ahirete geçmektedir. Cennete hemen gitmektedir. Ve Nebimiz İsa şehit olduğundan kendisine ölüde denilemez. Zira Kur'an'da şehitler için ölü dememizin yanlış olduğu belirtilmektedir. Onlar diridir. Ve evet Allah İsa’yı hem Ali imran süresi 55. Ayetinde hemde Nisa süresinde de geçtiği üzere kendisine yükseltmiştir. Ancak ne yazık ki Meryem suresi 33. ayetinde geçen ” öleceğim gün ” sözcüğünün Arapça metninin ” emutu” olarak geçmesi İsa’nın ölmediğine ve kıyamete yakın geri geleceğine dair ortaya atılan delillerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İsa’nın kıssasının geçtiği ayetlerde “teveffi” sözcüğünün geçmesi onun mevt olmasının kıyamete yakın gelmesinden sonra olacağı şeklinde İslam düşüncesine yerleştirilmiştir. Olayın daha kolay anlaşılması içinse ” vefat” sözcüğüne bakalım. ” el vefa” sözcüğü lugatte, tamam noktasına ulaşmış olana denilmektedir. İsa çarmıha gerildiğinde önce Kudüs’e defnedildi. Burdanda birileri Hindistan Keşmir Srinagapura götürüp oraya defnettiler şuanda İsa’nın soyundan geldiğini söyleyen birisi mezara bekçilik yapmaktadır. Yine Nebimiz İsa'nın gelmeyeceğini Said Nursi hocamda biliyordu. Bilmesine rağmen bir sır olmasını saklı kalmasını istedi. Fakat Nur Cemaati kendilerine söylenen sözü bambaşka şekle soktu. Said Nursi hocam Nebimiz İsa'nın şahsı manevi açıdan geleceğini belirtti. Gerçekte her ne kadar Said Nursi hocam Mehdi gelecektir dediysede Nur Cemaati Said Nursi hocamdan sonra Mehdi gelmeyeceğini ve daima Risale-i Nurlara tabi oldukları sürece kendilerinin hak yolda olacağını zan etmektedir. Kastamonu Lahikası 120. Mektuba bakalım. "Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum." "Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, 'Ferdiyet' dahi bulunduğundan, âhir zamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır." Dikkat edilirse eskiden Risale-i Nur'un şahsı manevisini o imamlardan birisi zannettiğini söylemektedir. Yani şahs-ı manevi Risale-i Nur değil Risale-i Nur'un şahs-ı manevisi Nebimiz İsa'nın şahs-ı manevisidir. Risale-i Nur'un şahs-ı manevisinin Risale-i Nurlarla alakası yoktur. Gerçekte Said Nursi hocam Risale-i Nur'un şahsı manevisinin beyaz sarıklı zat olduğunu söylemiştir. Ama Nur Cemaati beyaz sarıklı zatıda kendilerine yorumladı. Yani şuanki Nur Cemaati'nin gerçekten Nur Cemaati'yle alakası yoktur. Nebimiz İsa'nın vefat etmediğini kıyamete doğru geri döneceğinin hadislerde geçtiğini iddia edenler şu soruya cevap vermelidir:
Sahihi Müslim ve Ebu Davud'ta geçen hadise göre Nebimiz İsa Şam Emeviye Camisine inecek fakat bilindiği gibi Nebimiz Muhammed zamanında Şam Emeviye Camisi yoktu. Şam Emeviye Camisi, 705-715 yılları arasında, Emevi halifesi I. Velid döneminde inşa edilmiştir. Bu durumda Nebimiz Muhammed zamanında daha var olmayan bir camiyle bağlantılı bir şekilde hadis nasıl var olabiliyor. Ayrıca bir kişinin yorumu dinde hüküm olur mu? İmam Müslim ve Ebu Davud'un yorumları dinde hüküm olur mu. Bu ikisi vahiy almış mıdır. İkisinin tarih bilgileri niçin yoktur? Niçin hadisi aktarırken tarihsel bilgileri göz ardı edip Nebimiz Muhammed zamanında var olmayan bir camiyle ilgili hadisi sahih kabul etmişlerdir? **
