Kaldırım Taşları 1

Çok geçmedi bu hal üzerinden. Belki beş, belki de on dakika... Yirmi metre ileride, Bereket fırınının hemen önünde iki adamın bağrışmaları kulağıma çarptı. Yanlarında bordo renkli bir araç vardı. Bir kişi de aracın içinden bir şeyler söylüyordu onlara. Bağrışmaların şiddeti de gittikçe artıyordu.

yazı resimYZ

Kaldırım taşları... Ne kadar da tuhaflar; ne kadar da çok yüzlü... Hangi parti başkanlığa gelse önce onlar çıkıyorlar ortaya. Bazen sarı-beyaz, bazen sarı-siyah, bazen, siyah-beyaz... İçleri aynı olsa da suretleri ve imajları değişip duruyor hep.

Nerediyse bir saat olmuştu buraya oturalı. Yerimden kıpırdamak istemediğimden değil, düşünce yoğunluğundan fırsat bulamamamdandı gitmeyişim. Aklımın bütün odaları tam pansiyon çalışıyordu yine. Ama misafirlerden pek de hoşnut değildi anlaşılan ev sahibi. Çünkü dışarıdan şöyle bir bakan ya mahallenin delisi zannederdi beni ya da intiharı kollayan bir müflis. Elimdeki tahta parçası, parke taşlarının tüm kıvrımlarını bir seyyah misali ezberlemiş olmalıydı. Bir ara türkü mırıldanmak geçmedi değil hani içimden. Hatta dişlerimin arasından tamamını ezberleyemediğim şarkının bir iki dizesi de çıkıvermişti ki gelen geçen beni dilenci zanneder; önüme para atar ve vicdanları gereksiz mahzun ederim düşüncesiyle ondan da vazgeçtim. Zihnim yorgundu. Beynin zonkluyordu şakaklarımda. Gözlerim kaldırım taşlarındaydı ancak onları bile göz dolgunluğu ile görebiliyordum.

Çok geçmedi bu hal üzerinden. Belki beş, belki de on dakika... Yirmi metre ileride, Bereket fırınının hemen önünde iki adamın bağrışmaları kulağıma çarptı. Yanlarında bordo renkli bir araç vardı. Bir kişi de aracın içinden bir şeyler söylüyordu onlara. Bağrışmaların şiddeti de gittikçe artıyordu. Öyle ki fırından müşteriler bir bir çıkmaya başlamıştı. Tartışma iyiden iyiye alevlenmişti. Biraz yaşlıca olan karşısındakine var gücüyle bağırıyordu. Diğeri ise dişlerini ve yumruklarını sıkıyor, etrafındakilere bakınıyordu. Belki de kalabalık olmasa... Yaşlı olan bir anda diğerinin yakasına yapıştı, olanca gücüyle silkeliyordu. Ağız dolusu bir iki de küfür sallayıp, itekledi genci. Genç adam neye uğradığı anlayamadı. Toparlandı, kaşlarının altından karşısında duran adamı şöyle bir süzdü. Cebinden aniden bir ustura çıkardı. Yerinden fırladığı gibi karşısındaki adamın göğsüne sapladı usturayı...

Sokağın köşesinden içinde biri katil, biri tanık olan bordo renkli bir araç döndü ve uzaklaştı...

Kaldırım taşları... İşte yine rengi değişmişti kaldırım taşlarının. Ancak bu kez siyasi ideoloilerin,bürokrasinin rengi değildi. Hırs ve müsamahasızlığın rengini taşıyordu. Fırın bir anda boşalmıştı. Ekmek derdinden vazgeçmişti herkes. Kuru kalabalık nasıl olur gösterilmeliydi cümle aleme. Yerde boylu boyunca yatan kanlar içerisindeki yaralı ve etrafına toplanan onlarca kişi... Hayatla- ölüm arasındaki mücadeyi biletsiz izleme imkanı... Gözler...

Kaldırım taşları... Âvâre renkler sultanı...

Başa Dön