Yol Üstünde Bir Han
‘Bütün gün, bütün gece aralıklarla at sürmüşler. O heyecana çok görmemek gerek… Tanyerinde, Mikail bir gün ara vermenin iyice olacağını fısıldamış, Aslan Bey’in kulağına. Bizim bey de kendi fikriymişçesine, güvenle, Frenklerin beceriksiz olduğunu, ayrıca çabalarının hepsini Şam’a giderken bitirirlerse kollarının kılıç kaldıramayacağını buyurmuş. Bakışları etrafı kolaçan ederken, daha önce işittiğin hanı uzaktan görmüşler. Amasya ile Halebîn ortasında, Malatya’nın yakınlarında… Sırtını ormana dayamış, unutulmaya yüz tutmuş, kimilerinin günah işleyip karmaşıklığın içine sürüklendiği iki katlı, soğuk taş bina…
Masalı duydun, aynen öyle oldu. Hesabî hancı Ahmet, kellesini kurtarmanın hoşnutluğuyla askerlere oda açması için kızını pervane etmiş, bihuş avradına da aş pişirmeyi sipariş etmiş. Gel gör ki Mikail durduğu yerde sallanır olmuş, yüzü bozca, nefesi kesik kesik… Aslan Bey onun mesafe aşmaktan soluksuz kaldığını düşünmüş, anlamazmış ki aşka düşenin halinden. Nerden bilsin kumandanın, hocasının kızı yaşındaki ergene vurulduğunu…
Peki, sen anlar mısın sevdanın dilinden? Dur, öyle hemen atılmadan, uzak kal. Herkes bilir sanır, her şeyi. Başına gelince türlü yüzünü görür. Seni seveni istemek zorunda kalmak gücüne gitmez mi? Hele yaşın on üçse, civarında gönlüne ateşi ve suyu aynı anda taşıyan bir er yoksa bir de anan zorla dizini kırıp bedenini döşeğe sererse buna sevi denir mi?’
‘Denmez’ diye iç geçirdi, derviş.
Ellerini koltukaltlarına çaprazlama yerleştirdi. Hancının kızını kucakladığı ana lanet etti. Vallahi ne onun ne de kızın kusuru vardı, bunda. Günah bazen en güzel urbalarını giyer.