Şarkılarda olduğu gibi şiirde de her yol aşka çıkar. Ortak yönleri olsa da yürekler kadar çeşitlidir aşklar. Sezai Karakoçun tabiriyle kaderin üstünde bir kader olduğu gibi, aşkların da aşkı vardır. Kor alevler gibi ruhu sarıp sarmalayan, gözleri çeşme, yüreği rehin, zihni bulutlu yapan ve Leyla ile Mecnun, Mona Rosa ve Rüveydayı yeşerten masum aşklardır onlar
Nurullah Gençin artık klasikleşen şiiri Rüveyda özellikle sağ cenah edebiyatseverler için ikinci bir Mona Roza olarak kabul edilir. Ama, fakat ve lakin iki şiir arasında gözle çok ciddi farkların olduğunu görmeyenler için birkaç noktaya değinmek istiyorum
Mona Rosada sadece sevgili vardır ve şiir tümüyle bu sevgili üzerine kurulmuştur. Rüveydada ise şair, olmasını arzu ettiği, hayalini kurduğu, bir dünyayı, hayatı anlatır: Beni peşinden koşturan şey nedir? Bir dava mı, bir kadın mı çözemedim. Ve sonunda kıymet verdiğim, peşinde koştuğum her şeyi birleştirdim. Birbirleriyle uyumsuz olanları, daha doğrusu benim ana fikrimle, anlayışımla, idealimle uyumsuz olanları ayıkladım. Bunların hepsini Rüveyda ismi ile yorumlamaya çalıştım. Burada da net bir sevgili var ama o sevgili hâkim unsur değil, o sevgili diğer unsurlarla beraber anlam kazanıyor diyor bir açıklamasında Nurallah Genç.
Mona Rosada olmazsa olmaz olan sevgili, Rüveydada pek çok unsurdan biri haline geliyor. Burada tek başına sevgili var derseniz şiiri örtmüş olursunuz. Böyle bir unsur var ama aynı zamanda bir sorgulama ve mahşer de var. Şiir yazarının diline tercüman olacak sorgulamalarla dolu zaten:
Sular köpürmemeliydi Rüveyda / kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin / ben zehire alışkınım, şerbete değil / rüyalar nefret eder avare duruşumdan / kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde / Sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber / ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş / yargılamak için zeval kayıtlarını / inkılap bekliyorum der
Şair zevale erenin kayıtlarını yargılamak için sihirli bir el veya mehdi, bir kurtuluş beklemektedir.
Rüveyda ağıtla bütünleşiyor ve onunla anlam ve bütünlük kazanıyor diyebiliriz. Yani Rüveydayı tamamlayan Rüveydaya ağıttır. Bu, şiirin devamından da anlaşılıyor. Rüveyda ben sendeyim, sen bendesin Rüveyda sözleri ile değerlendirildiğinde mahşere kadar, hatta öldükten sonra bilinmeyene kadar giden bir sevginin varlığı söz konusu
Sultan ve dilencisi
Rüveydada mecazi anlatımlara da yoğun olarak başvurulmuş. Şiirin başlangıcındaki Bırak da böyle bitsin bu günahkar serüven / bırak da kurtarayım bu emanet sarayı mısralarında geçen emanet sarayı, hem beden, hem ülke, hem de dünya anlamında kullanılmış. Emaneti atıp, saray olarak nitelendirerek yola çıkarsak karşımıza ise hiç kuşkusuz beden çıkıyor. Onun çağrıştırdıkları ile beraber değerlendirildiğinde özellikle cumhuriyet sonrası değişime ilişkin sorgulamalar göze çarpar diyor Genç ve ekliyor; Ve yine senin gözlerin dram; oysa ağlatan benim mısraı da pek çok anlama geliyor. Asıl sevgi dağıtan ben, sevgi bende var, medeniyet bende var, mutluluk ben de var ama başkaları buna sahip çıkıyor. Ben dilenci pozisyonundayım. Düşünün çok seviyorsunuz. Aslında sevgi sizde, sevgi dağıtan sizsiniz, sizin sevginiz olmasa onun bir anlamı olmayacak, ama yine de siz vuslat dilenen pozisyonundasınız. Ben dilenci; o sultan. Vuslat dilenen benim, oysa sevgi bende, sevgi dağıtan benim, benim sevgim olmasa seni kim tanıyabilir, ben şiir yazmasam kim takar rüveydayı.
Sevgilinin elleri
Mona Rosa, Sitare, Rüveyda ve diğer pek çok şiirde sevgilinin ellerinin tarifi var. Peki bunun nedeni nedir? Yani ellerini anlatmaya neden gerek duyuluyor? Nurullah Genç bunu şöyle cevaplıyor; El, yapılan şeyleri anlatır, bir faaliyeti dile getirir. Ama Rüveydadaki el Mona Rosada tarif edilen el değil. Yani Ellerinden belli olur bir kadın değil. Buradaki el çok farklı. Hangi umut çiçeğidir bilmem ellerin. Ellerin ne yapıyor, neyi üretiyor, hangi umudu yeşertiyor. Umut yeşertmedir, hangi umuda hizmet ediyor, yoksa umutsuz mu, hiçbir şey yapmıyor mu? Uzanır da gönlüme rüveyda, derinden bir ok saplanır gönlüme. Yani eli bana umutsuzluk veriyor, bağrıma acı veriyor, ama bu ille de başkalarına da acı, umutsuzluk vereceği anlamına gelmiyor, başkalarına umut veriyor olabilir.
Aşk, acı ve sevgilinin kayıtsızlığı
Rüveyda da göze çarpan bir özellik de çok da olumlu bir sevgili imajının olmaması. Şair, şiirin sonunda bunu dile getiriyor. At vuruldu; içim paramparça rüveyda / gölgelerin ardına sakladım kusurumu / sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin / ben burda damla damla eriyip akıyorum / yine de çiğnetemem kimseye gururumu / istenmediğim yeri sessizce terkederim / hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu / mahzun bir derviş gibi boyun büker giderim. Sevgili, aşığın çektiği acılar karşısında kayıtsızdır, onu umursamamaktadır. Bu, maşuğun, aşığı görmezlikten gelmesi ile karıştırılmamalı. Sevgilinin aşığa yüz vermemesi, onu yok sayması aşkın raconudur, ancak burada aşığın çektiği acılara karşı kayıtsızlık vardır. Denebilir ki, acı çekmek aşkın doğasında vardır, aşkın karşılıklısı olmayacağına göre sevgili her halükarda aşığı görmezden gelecektir. Aşığın çektiği acıların bitmesi için vuslatın gerçekleşmesi gerekir ki, o zaman aşk diye bir şey kalmaz.
Ahirette kavuşma
Deliler gibi sevmiştiniz ya hani tüm planları onunla birlikte olma üzerine kurmuş, bir kuş hafifliğinde sokakları, caddeleri arşınlamış, tüm bedeninizi sarıp sarmalayan o sıcaklığının mutluluğunu yaşamışsınız ama beklenen vuslat bir türlü gerçekleşmiyor. Yaşınız ilerliyor, evlenmek zorunda kalıyorsunuz. Onun da kendinizin de başkasıyla birlikte olmasına tahammül edemiyor, bundan büyük ıstırap duyuyorsunuz fakat elinizden de bir şey gelmiyor. Evlendiniz ama unutamadınız, zaten unutmanız da mümkün değil, çünkü can da canan da o ve gerisi yalan sizin için. Canana kavuşmak mümkün mü, bu dünyada kavuşulamayan sevgiliye ahirette kavuşma imkanı var mıdır? Tabii ki en doğrusunu Allah bilir. Bu sorunun endoğru cevabını hep birlikte orada göreceğiz
Kalın sağlıcakla