Pascal Mercier - Lizbona Gece Treni Üzerine

Sıkıcı bir roman izlenimi vererek başlayan yapıt, hareketli bir felsefi roman olarak yoluna devam eder. Bazı romanlar vardır, olayların içine girmek zaman alır, olayın örgüsünün alt yapısının kurulması aşaması uzun sürer. Bu süreç okuyucuyu sıkar, yorar, hatta pişmanlığa sevk eder. Birçok okuyucu maalesef bu tür yapıtların devamını okumaz, bırakır.

yazı resimYZ

Antik diller öğretmeni Gregoriusun, sıradan, monoton hayatından ani bir kararla vazgeçip, Lizbona gitmesiyle başlar roman. Gregoriusun hayatı monoton olsa da, kendisi sıra dışı bir kişidir. Antik diller konusunda canlı ve şaşmaz bir bilgi kaynağıdır. Bir gün anadili Portekizce olan bir kadınla karşılaşır, onun Portekizce deyişinin tınısının büyüsüne kapılır, çalıştığı okulu kimseye haber vermeden terk eder. Bir kitapçıya uğrar. Önce kadının Portekizce tınısı ve gizemli bir telefon numarası vermesi kaçışının bir bahanesi iken, satıcının bir bölümünü ona tercüme etmesi üzerine kitapçıdan aldığı kitabın yazarını arama bahanesine tutunur. Lizbona gider. Bu kitabın yazarı Amadeu Pradodur. Gregorius onun izini sürmeye başlar.
Genel olarak felsefe ağırlıklı bu romana bir de Pradonun yazdığı ağır metinler serpiştirilince okuma zorlaşıyor. Romanın temposu yavaşlıyor. Birbirimizin karşısında duyduğumuz yabancılığın sağladığı korumaya minnettar mı olmalıyız? Ve onun mümkün kıldığı özgürlüğe? İşaret edilen bedenin temsil ettiği çifte engel tarafından korunmadan karşı karşı karşıya dursaydık ne olurdu? Aramızda bizi ayıran ve çarpıtan bir şey bulunmadan adeta birbirimizin içine dalsaydık?
Anlatılan ilginç olaylar ve kişiler de çok fazla değil. Ayrıca yine kurgusal Pradonun kitabından alınan şu bölümdeki betimleme de söz kuyumcusu olma çabasındaki Pradoya yakışmıyor. Güneş yanığı bacaklarıyla, pırıl pırıl saçlarıyla evlerindeymiş gibi rahatça binaya girip çıkan öğrencileri görünce neden imreniyorum onlara? Allah aşkına bir öğrencinin en ilgi çekici yanı güneş yanığı bacakları mıdır?
Romanın ana karakteri Gregorius çok doğal bir kişiliğe sahip değil, onun gibi bir karakteri her yerde bulamazsınız, ancak hiç olmayacak diye bir kural da yok.
Romanı sıkılarak okurken ve yukarıdaki olumsuz notları defterime yazmışken 119.sayfa şöyle bitiyordu. Bütün bunlar gerçekten bir tek gün içinde mi olmuştu? Amadeu de Pradonun resminin bulunduğu sayfayı açtı. Bugün onun hakkında öğrendiği yeni şeyler yüzünün hatlarını değiştiriyordu. Yaşamaya başlıyordu o imansız rahip.
Bunlar kitabın çekilir hale geleceğini, anlatılanların hantallıktan kurtulup çeşitli ilginç olaylara, yaşantılara yöneleceğinin işaretini veriyordu. Nitekim Gregorius önce asıl mesleği doktorluk olan Pradonun kardeşi Melodie ile sonra öğretmeni rahip ile ve tekrar en sonunda diğer kardeşi Adriana ile görüştü. Gregoriusun Pradonun kardeşleriyle görüştüğü bölümler çok iyi yazılmış, özellikle Portekizdeki Salazar döneminin gizli polis örgütünün en çok korkulan görevlisi Rui Luis Mendesin hayatını kurtardığını anlatan bölüm okuyucuyu düşüncelere sevkediyor. Burada anlatılan sade bir olay değil, olayın irdelenmesi ve düşünülmesi de gerekiyor. Dostoyevski Suç ve Cezasında kahramanı Raskolnikova yazdırdığı makalede aşağı yukarı binlerce kişiyi öldürenin kahraman, bir kişiyi öldürenin katil sayılmasındaki çifte standartı öne sürerken, Mercier kahramanı Pradonun halkın korkulu rüyası olan polisin hayatını kurtarması da insan da ikilem yaratıyor. Önüne gelene eziyet eden, öldürmekten çekinmeyen bu diktatör yardakçısının hastalığını tedavi etmek mi daha doğru, yoksa onu ölüme terk etmek mi? Doktorlarla ilgili bir televizyon dizisinde genç doktor bir Afrika ülkesinin diktatörünü tedavi ederken, kasten onu öldürmeye karar verir ve uygular. Test sonuçlarında yapılan manipülasyonla ceza almadan kurtulur. Acaba hangi doktorun davranışı daha doğrudur?
Ayrıca aşağıdaki alıntılarda üzerinde ayrıntılı olarak düşünülecek şu ya da bu sonuca varılacak veya varılamayacak özellikler taşıyor.
Dışarıdaki motosikletlerin uğultusu sessizliğe çarpıp yansıyordu. İnsanlar sessizliğe katlanamıyorlar, diye yazıyordu Pradonun kısa notlarından birinde katlansalardı, kendilerine katlanmış olurlardı.
Sevgiye inanmazdı. Hatta kaçınırdı o kelimeden. Kitsch bulurdu. Şu üç şey dışında bir şey yok derdi: Arzu, hoşnutluk ve güvenlik duygusu.
Bir tutam sonsuzluk, derdi, sadece bir tutam, ama olsun.
Olgunlardan hoşlanmam. Olgunluk denen şeyi fırsatçılık ya da katıksız bezginlik sayarım.
Ruh gerçeklerin bulunduğu bir yer midir, yoksa bu sözüm ona gerçekler başkaları ve kendimiz hakkında anlattığımız hikayelerin aldatıcı gölgelerinden mi ibarettir, diye Prado kendine sormuştu.
Sıkıcı bir roman izlenimi vererek başlayan yapıt, hareketli bir felsefi roman olarak yoluna devam eder. Bazı romanlar vardır, olayların içine girmek zaman alır, olayın örgüsünün alt yapısının kurulması aşaması uzun sürer. Bu süreç okuyucuyu sıkar, yorar, hatta pişmanlığa sevk eder. Birçok okuyucu maalesef bu tür yapıtların devamını okumaz, bırakır. Vazgeçmeyenlerin ödülü sonraki sayfalardadır. Lizbona Gece Treni de böyle bir roman.
Karakterlere bakınca;Joao Eça tam oturmuştur. Portekiz Salazar döneminde ki işkencelere uğramış direnişçi olayların tanığı olarak o dönem hakkında bilgi edinmemizi de sağlar. Prado ve onun izini süren Gregorius da romanın kendi yapısı içinde başarıyla canlandırılmışlardır. İki karakter hakkında ben yazarı yeterince başarılı bulmadım. Birincisi Pradonun can dostu Jorge: Sanki bilerek okuyucunun bu karakter hakkında kötü bir yargıya varılması istenir, olaylar onun bakış açısından değerlendirilmez. Oysa o da direnişin önemli öğelerinden biridir. Diğer önemli kişi ise Pradonun uğruna birçok şeyi göze aldığı Estefania dır. Gregorius Pradonun hayatına giren herkesle görüşüp, onun hakkında toplayabildiği her bilgiye inanılmaz bir hırsla saldırırken; Pradonun hayatının son döneminin en önemli kişisi Estafania ile görüşmek için hiç çaba harcamaz, daha doğrusu bu tesadüflere kalır. Yapılan görüşme de oldukça üstünkörüdür. Estafania hakkında tüm roman kahramanları bir şey söylemiştir, ama Gregoriusun onunla buluşması sönük geçmiştir. Bu durum romanın kendi içindeki bütünlüğü zedeler.
Sonuç olarak kusurlarına rağmen zevkle okunan dolu dolu bir yapıttır Lizbona Gece Treni. Ayrıca herhangi bir biyografi yazmak isteyenler için kurgusal olarak da ipuçları veren Mercierin bu yapıtından aşağıdaki alıntıyla yazımızı sonlandıralım.
Bir şeyi başarıp başaramamamızın, ne kadar çabalasak da sonuçta şansa bağlı olduğunu anladığımızda; yaptığımız ve yaşadığımız her şeyde, kendi önümüzdeki ve kendimiz için sürüklenen kumlar olduğumuzu anladığımızda; o zaman gurur gibi, yürek karası ve utanç gibi bütün o bildiğimiz ve övülen duygulara ne olacak?

09.03.2014
Pascal Mercier-Lizbona Gece Treni çeviren İlknur Özdemir Kırmızı Kedi Yayınları 14.Basım

Başa Dön