Siegfried Lenz - Almanca Dersi ve Edebiyat Hakkında Subjektif Düşünceler

Az okuyan bir milletiz, deyip kesip atmalı mı? Yoksa bunun nedenleri üzerinde kafa yormalı mı? En çok okunan basılı eserler gazeteler. Herhangi bir günlük gazeteyi alın, Edebiyat, Resim, Tiyatro, Müzik veya herhangi bir sanat dalında yazılmış kaç tane yazı bulabilirsiniz?

yazı resim

Bir görevi yerine getirirken, kimin eline ne geçtiğini, kimlerin işine yarayıp yaramadığını sorgulamıyorum. Hepimiz bu soruları soracak olursak işin sonu nereye varır? Görevi yerine getirmek, ne duruma bağlı olarak değişebilir ne de karşındakine verdiğin öneme göre. Anlıyorsun değil mi? Ceketini giydi, ilikledi ve Brodersenin oturduğu masaya gitti. Görevini zamanında yapmamak, dedi yaşlı postacı, insanı koruyabilir de bazen, böyle bir örnek de vardı geçmişte. Bu demektir ki, dedi babam kupkuru bir sesle, görevini hiç yapmamış. Siggi Japsen babası Rugbüll polisi Jens Japsenin görev tutkusunu yukarıdaki hikâyecik de özet olarak anlatmış. Bu romanı okurken Orhan Kemalin Bekçi Murtazasını hatırlamamak elde değildi. Ne güzel anlatır yazarımız orada hem fabrika hayatını hem görev tutkusunu.
Siegfried Lenzin Almanca Dersi romanı, iki düzlemde yürüyor. Birincisi anlatıcı Siggi Japsenin bir nevi ıslahevi olan bir adada yaşadıkları, diğeri ise onun çocukluğunun geçtiği Almanyanın Kuzey Denizi sahilinde bir yerleşim yerinin mekan olarak alınıp, İkinci Dünya Savaşının son zamanlarında orada geçen olayları anlatır. Romanın çevirmeni Ayşe Sarısayının önsözünden öğrendiğimize göre romanın kahramanlarından Ressam Nansen, ekspresyonist Ressam Emil Noldeden esinlenilmiştir. Bu ressamın resimlerine internetten ulaşılabilir, yazar roman içinde zaman zaman bu resimlerin betimlemelerini olağanüstü güzel anlatır.
Şimdi bir sonraki resim: kuzey Alman tarzı bir sandalyenin yıldızlar ve haçlarla bezeli arkalığı, haçlar daha fazla, iri güller, kırık, yarım halkalar ve taçlar, taçlar öylesine çoktu ki bu sandalyeye oturmuş bir kuzey Almanyalının kıçına bile yapışmış olabilirdi. Ya da askıya asılmış bir cekette görünen delikler, lekeler ve üçgenler-yırtık pırtık bir üniforma ceketiydi- ya da tam tersi: izleyenlere bakan delikler ve üçgenler. Ceket farkına varmadan kozasından çıkan bir tanığa dönüşüyor, herhangi birinin hafızası oluyordu; bu delik, kaçmakta olan bir küre; bu yırtık, alelade bir dikenli tel. Görünmeyen daha mı değerliydi?
Yazar bu yapıtında oluşturduğu kurguda olayları çocuk ağzından anlatarak, çeşitli abartılar, ironiler ile söylemine ayrı bir hava veriyor. Bu çocuğun aile içi ilişkileri de romanının katmanlarını zenginleştiriyor.
Toplumsal eleştiriler romanın başlangıcından itibaren anlatıya çok güzel yedirilmiş olmasına rağmen, son bölümde Siggi Japsenin düşüncelerinde açıkça direkt olarak yazılmış, ama bu durum romanın bütünlüğüne ve estetiğine zarar vermemiş.
Lenz romanlarında genel bir hava ya da atmosfer yaratılıyor ve bu böylece sürüp gidiyor. Her romanında farklı ama hissedilebilir bir ruh hali romana verilmiş. Bu büyük bir başarı bunu kotarmak yetenek olsa gerek ya da yazarlığın en sıkıntılı yanlarından biri. Yazılan bir cümle, hatta bir sözcük tüm oluşturulan atmosferi dağıtabilir. -Burada çevirmen Ayşe Sarısayın için de bir parantez açıp, romanın ruhunu zedelemeden yaptığı çeviri için teşekkür etmek gerekir.- Fethi Naci 15 Kasım 1980de yazdığı Türkiyede Roman Var mı? başlıklı yazısında bir yerde şöyle der;
Bir romanın büyüklüğü nasıl anlaşılır? Belki bir takım nesnel ölçütleri vardır bunun, ama bir de doğruluğu bittecrübe denenmiş bir ölçüt var: O romanı yeniden okumak isteği.
Romanın ruhunu oluşturup, onu okuyucuya hissettirmek iyi bir romanın ölçütleri arasında sayılmalıdır. Türk yazarlarından Yaşar Kemalde yaşama coşkusu, insan sevgisi her bir sözcükte yansır. Bu durum okuyanı da etkiler. Orhan Kemalde ise arkadaşlık duyguları tetiklenir. Bir de Ayfer Tunçun Yeşil Peri Gecesi adlı harika yapıtında okurken romanın ruhunu iliklerinize kadar hissedersiniz. Astrid Lingren yazdığı çocuk kitaplarında isyankâr, afacan bir atmosfere almıştır okurları. Erich Kaestner ise katıksız bir dürüstlük, erdemli bir yaşam sürme konusunda istediği ruhu hem çocuklar ve gençler hem de yetişkinler için yazdığı romanlarında vermiştir. Örnekler çoğaltılabilir. Kısaca bir romanı okurken hissedilen duygular, yaşanılan roman içindeki ortam romanın kalitesi için bir ölçüt olabilir.
Almanca Dersini 2014 yılında satın aldım, bu kitap 2012 Nisanında yapılan ilk baskı. İki yıl geçmiş maalesef 2. Baskı yapılamamış. Daha da üzücüsü yine Siegfried Lenzin Ekmek ve Oyunlar isimli kitabını 2013 yılının Aralık ayında almıştım. Bu kitap da 2008 yılında yapılan ilk baskıydı ve kitapçıda artık satışından ümit kesilmiş en indirimli kitaplar reyonunda bulunuyordu. Öte yandan Ferrasini Satan Bilge, Serdar Özkanın Kayıp Gülü, yüz binlerce satmış. Üzücü olan zaten her şeyin doğallıktan uzaklaştığı, dostluğun, sevginin günden güne azaldığı son yıllarda bu tür eserlerin baş tacı edilmesi. Edebi değer taşıyan romanların, öykülerin hak ettiği ilgiyi görmemesi, kitap okuyanların azaldığı yetmiyormuş gibi bir de bu tür sanat değeri taşımayan yapıtların bol reklamla allanıp, pullanıp okuyucuya sunulması da okunan nitelikli yapıt sayısını azalttığı gibi, toplumsal olarak estetik değerlerden iyice uzaklaşmamıza yol açıyor.
Az okuyan bir milletiz, deyip kesip atmalı mı? Yoksa bunun nedenleri üzerinde kafa yormalı mı? En çok okunan basılı eserler gazeteler. Herhangi bir günlük gazeteyi alın, Edebiyat, Resim, Tiyatro, Müzik veya herhangi bir sanat dalında yazılmış kaç tane yazı bulabilirsiniz? Nesli tükenmekte olan muhalif gazetelerimizde bile bu konulara çok az yer veriliyor. Güncel politik olaylar, her köşe yazarına konu oluşturuyor. Ülkemizin içler acısı durumlarına hep politik çözümler aranıyor, eğitimsizlik her fırsatta vurgulanıyor. İyi de halkın kültür seviyesini arttıracak kaç tane yazı yazılıyor. Neden gazete yöneticileri okuyucuyu sadece politik gündemle boğmak peşinde? Yeterince yazılan roman, öykü, şiir varken neden bunlardan gazetelerde hiç söz edilmez? Zaman zaman nitelikli yazarlardan ilginç anekdotlarla okuyucu, edebi tartışmalarla yeni gündemler oluşturulmaz. Gidilen bir tiyatro, resim sergisi neden bir yazı konusu olmaz? Melih Cevdet Andayın yazılarında her türlü sanat hakkında bilgi alınırdı. Şimdi varsa yoksa politika oda inanılmaz bir kokuşmuşluk içinde. Bu durumda Siegfried Lenz gibi dünya edebiyatının güçlü yazarlarından birinin kitapları ikinci baskıyı göremiyor. Başımıza gelen her kötü şeyde de halkın eğitimsizliğini öne sürüyoruz. Gerçek Gazete yöneticileri bu konuda kafa yormalılar. Politik gündemden, magazinden uzaklaşıp sanata daha fazla önem vermeliler.

Başa Dön