"Bir hapishanenin dört duvarı arasında yıllarını geçirmiş olan birisi, bu duvarların arasında görebileceği hiçbirşeyin bulunmadığını düşünerek yıllarını harcayabilir. Ve günün birinde o duvarların dışına bırakıldığında, o duvarlardan tahliye edildiğinde birdenbire kendisini mahvolmuş birisi olarak hissedebilir: o insan belki de gerçekten mahvolmuş birisidir; sırf kendisini öyle hissettiği için!" Rasim Özdenören'in Eşikte Duran İnsan adlı deneme kitabında geçen bu satırlar yazının devamıyla bütünleştiğinde ilk defa bundan 7 yıl önce bende çok derin tesirler bırakmıştı. Kitaptaki diğer denemeleri de defalarca okuyup altını çizdiğim noktalar üzerine tefekkür etsem de bu kitabın adı anıldığında direk bu denemesi aklıma gelir. Bu satırlara paralel olarak ismini şuan hatırlayamadığım ama "özgürlük için" gibi anımsadığım bir filimin karesi zihnimde tamamen bütünleşiyor. Filim hapishane ortamında farklı karakterlerin hayatlarını ele alıyor. Hapishanede yeni bir mahkumun tutarlı çalışmaları ve ısrarlı talebi üzerine açılan kütüphanede çalışan müebbet hapis cezasına mahkum olmuş yaşlı bir mahkum iyi halinden dolayı şartlı olarak an az yarım asırlık bir hapis hayatından sonra tahliye edilme kararuyla karşılaştığında dışarı bırakılmaması için görevlilere günlerce yalvarıyor. Fakat kendisini zorla dışarı bırakıyorlar ve bir müddet yaşadığı uyumsuzluk ve zorlanmadan sonra ihityar kendini asıyor. Bunu üzerine çok düşündüm ve gerçekten filim bu karesi ağırlıklı olmak üzere beni çok etkilemişti. Çünkü içinde bulunduğu duruma bakarak içeride alışık hayatta kendisine kurduğu dünyada daha özgür hissediyordu kendini.
Denemeyle filmi özdeşleştirerek devam edersek;"...O aynı insanı bir başka biçimde tahayyül etmemiz de mümkün. Niçin her defasında karşımıza bir Alkatraz kuşçusu çıkmasın! Onun yaptığı aslında herkesin yapabileceği birşeydi, ama onun böyle olduğunu ancak o iş bir kez gerçekleştirildikten sonra kavrıyoruz. Bir hapishane avlusunda uçmasını becerememiş minik bir serçe yavrusuyla herkes karşılaşabilir. Ama serçeyi hoyrat parmakları arsına aldıktan sonra avucunun ve giderek kalbinin yumuşadığını farkedemeyen biri için bu fırsat hiç olmamış mesabesinde kalır. Oysa Alkatraz kuşçusu için kuşun yumuşaklığı ile kalbin yumuşaması halinin üst üste gelmesi bütün bir hayat telakkisinin değişmesine, önümüze yeni imkanların çıkmasına yol açan bir fırsat olur." O beslemeye başladığı kuşlarla ruhunu onarıyor. O yabiliyorsa diğer mahkumlar için de daima bir fırsat vardır. Veyahut bu olaydan haberdar olan bizler için aynı değişimi hayatımızın farklı alanalarında yaşama kapısı her daim açıktır.
Tüm bunları yazarken evimin etrafındaki rengarenk ve bilhassa geçenlerde yakından gördüğüm mercan rengi bülbüllerin şakıyışları benim de içimde yankılanıyor. Temennim o ki bu sesler benim de ruhumu onarırlar. Fakat bülbüllerin sesleri sanki kabuk bağlayan özgürlük yaralarıma da tuz basıyor gibi. Bu hislerimden anlıyorum ki insanoğlu emanet aldığı eşyada tasarruf etemsi ne kadar sınırlı ise başkalarının yaşadığı olaylar ve fikrilerinden de sınırlı derecede istifade edebiliyor. Yine de hemen bir bilinç sıçramasıyla, Tarık Tufan'ın "Ve Sen Kuş Olur Gidersin" kitabının sonlarına doğru işyerinde masaların üzerindeki tüm aspirin tavsiyelerle dolu kişisel gelişim kitaplarını yaktıktan sonra, fiyakalı işinden istifa edip tahta kuş kafesleri yapan bir ustanın yanında işe başlayan gencin herşeyi muntazam öğrenip yaptığı halde her kafeste bir gevşek parmaklık bırakması geliyor aklıma... Hayatta kendi için ısrarla kapanan, engellenen alternatif yollara inat her kuşun en az bir özgürlük yolu olsun diye düşünen o ince yürekli garip genç... Ve diyorum ki siz başkaları için her zaman bir açık kapı bırakırsanız, sizin için de, dayatılan parmaklıklarda bir gevşeklik peydah olacaktır veyahut geçilmez denen surlarda gedik açmak için size de vesilerler çıkacaktır! İşte bu da riski göze alma riskinin en ufak getirilerinden biri...