Sadece Hüzün

Küçük kağıt parçalarından birini aldım veya örselenmiş olanı böldüm. Yazdım; H-Ü-Z-Ü-N. Ve elim bilinçsizce koydu soru işaretini peşi sıra. Kâğıdın ardını çevirip bekledim. Neydi Hüzün? Umutsuzluk, üzüntü, bekleyiş?

yazı resimYZ

Rahatlatan ılıklıkta, durulukta mıydı o bahar akşamı yoksa tozlu ampulün çıplak sarı ışığının, yalnızlığın kesifliğinde miydi, bilmiyorum. Hatırladığım ahşap tavan arasında, sonu gelmek bilmeyen kitap sayfalarının içinde tek başına olduğumdu. Doğaya sırtımı dönüp kulaklarımı dışarıdan gelen seslere kapamamın nedeni belirsizdi, öylesineydi kendimi hapsetmem. Kimsesiz de değildim hani. Kıyıda köşede yerleşmiş kapkara radyomdan bir dünya doluyordu, odama, yanı başıma. Bilmediğim dillerdeki halk şarkılarını, daha anlamı bozulmamış, eskimeyen 'hafif müzik'leri, yeni yeni tanıdığım sözsüz çok şey anlatan klasikleri, başımı pencereden uzatıp hayata fütursuzca bağırmayı özendiren sert, asi ritimleri, içtensiz ama zaman zaman dürüstlüğe yalpalayan sohbetleri dinliyordum, akşamüstünden beri. O davudi sesi duymasaydım ne yazmaya başlayacak ne de sabahı zor bulan eziyetlere katlanmak zorunda kalacaktım ölünceye dek.
Bir erkekti; yabancı olanın peşinde koşan, göze alıp tanımadığına yaklaşan herkes gibi. Ve soruyordu, gecenin dibinde, belki o an uykuyla uyanıklık arasında gezen, düşlerini oturarak ya da uzanmış gören, sadece umuda sığınmış insanlara.
Soruyordu, bildik olanı, üzerinde düşünme gereği duymadığımızı. Rengini bilmek istiyordu, nerede başlayıp nereye kadar gidebildiğini. 'Hüznü' merak ediyordu, hiç kederlenmeden. Dahası 'yazın' diyordu, sanki karşımda beliriveren iri cüsseli siluetinden çıkıp duvarlara vuran büyük sesiyle. Sürekli okumuş, biteviye okuyacak, hep seyredecek bana.
Denedim, ilk denemenin hazzını sevdim üstelik. Kalemi oynattım gün ağarana dek, zihnime kazınmış beş harfi, onlarca kez dizdim kağıda. Anlatmayı ise beceremedim. Gözümün ucundaydı işte, dokunsam tutacakmışçasına ama kayıp giden bir akışkandı sanki. Zaman yolculuklarından medet umdum, geçmişimden, ilk öpüşümü, ilk terk edilişimi hatırladım. Dinlediğim şarkıların benim olmuş öyküleri birikti içeride, aralarından tekinin bile hikâyesini yazamadım. Kâğıdın beyaz yüzeyi siyaha döndü ağır ağır. Umutsuzluk çıktı geldi, üzerime sindi, yapıştı yakama. İki hece rakılıydı dilimde. Öf-ke değildi hissettiğim ya da Ce-fa. Hüzündü peşimdeki, başkasına, kalemime, kendime söyleyemediğim.
Küçük kağıt parçalarından birini aldım veya örselenmiş olanı böldüm. Yazdım; H-Ü-Z-Ü-N. Ve elim bilinçsizce koydu soru işaretini peşi sıra. Kâğıdın ardını çevirip bekledim. Neydi Hüzün? Umutsuzluk, üzüntü, bekleyiş?
—Sadece Özlem.
Tutsaklık, gidene?
—Eli kolu bağlı hasret.
Bir yanı siyah mutluluk, bir yanı beyaz sıkıntı mıydı yoksa?
—Griye çalar hüzün,
Tatsız tuzsuz muydu?
—Gerçeğin tadında
Unuttum yazdıklarımı, yazdıklarımı postaladığımı. Muğlâk, başarısız deneyimimin utancıyla geçirdim haftayı, silik, donuk, alışılmışçasına. Şarkılara kaçtım her akşam. Her akşam öykülerini yazmak istedim. Aylaklığa, nedensizliğe sığındım korkup.
Beni kimsesiz sohbete gömen, o tanıdık sesi duyana dek. Cervantes'in arayışını dillendirdi lirikçe, Don Kişot'u çağırdı çocuk aklımdan, deliye, deliliğe övgüler düzdü. Ardından 'Hüzün' dedi, durdu.'Soru işareti'. Sürüklendim radyonun başucuna, tuttum soluğumu.
'Sadece...'
'...özlem' dedim onunla birlikte.
Sadece hüznü, hayatıma gerçek ettim, elim kolum bağlı.

Yorumlar

Başa Dön