Yine sabah oldu ama ben perdeleri açmadım. Dünya ile arama çektim o kalın perdeleri. Seni bana getirene kadar açmayacağım perdelerle kapanan gözlerimi. Kaçıncı sigaram bu bilmiyorum. İşliyorsun ismini yüreğime, içime, ellerimde kalıyor kokun sonra üstüme siniyor ve perdelere.
Seni seviyorum demeyi özlüyorum, ona buna harcetmekte istemiyorum, sana yakışıyordu dudaklarımdan çıkan o iki kelime. Nasılda hoşuna giderdi övünürdün kendinle, çok büyük bir iş yapmış gibi hissederdin kendini bir kadının seni sevmesi ile.
Bir kadının seni deliler gibi sevmesi; yatağına girmesi, kadının olması mıydı ruhunla sevişirken bile ağlaması mıydı ‘ya kaybedersem onu’ diye.
İlk uyuduğumuz geceyi düşün çıplak bedenindeydi yüzüm, kontrol ediyordum sanki aynı hızla çarpıyor mu kalbin diye, bedenim seni deliler gibi arzularken, sadece sakallarının canımı acıttığı yüzüne yükselebilmekti yapabildiğim, dudağına bir öpücük kondurup iyi geceler diyebilmekti seni isteyişim.
Hala ilk günkü özlemle istiyorum seni ve sen her zamankinden daha çok yoksun. Her geçen gün siliniyor hayalin gözlerimden. Kendimi teselli etmek ilk kez bu kadar zor geliyor. Seninle birlikte sildiğim geçmişimden ders aldığım günleri bile unuttum şu günlerde. Sabah sabah o kadar sarhoşum ki içmeden, bir cümle önceki sensizliği okumak acı veriyor.
Gün ilerlememekte inat ediyor. Güneş her zamankinden daha bağlı gökyüzüne. Aşık bu kente ve ben bir o kadar nefret ediyorum güneşten ve seni benden alan bu kentten. Neredesin? Neyin bedeli bu?
Kısacık zamana sığdırmaya çalıştığımız yoğunlukları düşünüyorum. Tanımını farklı farklı yaptığımız aşk sözcükleri tükendiği an anlamıştık İstanbul hayallerimiz için çok geç olduğunu.
Seni bu kadar çok severken, seni hep bir hayale sığdırırken, seni yokmuş gibi farz ederken, suratını hatırlamaktan korkup unuturken ve yaşanan bütün yaşanmazlıkları bir bavula doldurup çıkarken evden, nasıl olurda çok geç olurdu seni aramak için.
Kendimi ve bendeki seni anlatmaya çalıştığım şu satırlar. Seni şu karanlık cümlelere nasıl giydiriyorum bir bilsen!