Şehirlerden Dağlara: İslâmın Gerçek Mücadelesi ve Tasavvufun Yanıltıcı Sükûneti

İslamın temel öğretileri, bireylerin ve toplumların Allahın yolunda ilerlemelerini sağlamaya yöneliktir. Ancak tarihsel süreçte bu öğretiler zaman zaman yanlış anlaşılmış ve sapkın inançlar, dini bir anlayış olarak sunulmuştur. Özellikle tasavvuf, bir yönüyle manevî gelişimi ön planda tutarken, bazen toplumsal sorunlara duyarsız kalmış ve insanları adaletin, eşitliğin ve hak mücadelesinin ortasında bırakmıştır.

yazı resimYZ

İslamın temel öğretileri, bireylerin ve toplumların Allahın yolunda ilerlemelerini sağlamaya yöneliktir. Ancak tarihsel süreçte bu öğretiler zaman zaman yanlış anlaşılmış ve sapkın inançlar, dini bir anlayış olarak sunulmuştur. Özellikle tasavvuf, bir yönüyle manevî gelişimi ön planda tutarken, bazen toplumsal sorunlara duyarsız kalmış ve insanları adaletin, eşitliğin ve hak mücadelesinin ortasında bırakmıştır.
Kuran, toplumsal adaletin sağlanması için bir dizi prensip sunmaktadır. Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi 59. Ayet) Bu ayet, Allahın elçilerini, toplumları ıslah etmek ve zulmün karşısında durmak için gönderdiğini vurgulamaktadır. Burada dikkat çeken en önemli nokta, şehirlerdeki zulme karşı Allahın elçisinin bir direniş içinde olması gerektiğidir. Şehirlerin yıkımına uğramadan önce, oradaki zulmün ortadan kaldırılması gerekmektedir. Ancak tasavvuf anlayışındaki bazı kişiler, bu tür bir toplumsal mücadelenin aksine, şehirlerden kaçarak dağlarda yalnız başlarına manevî bir yolculuğa çıkmayı tercih etmektedirler. Oysa ki, Allahın elçileri şehirlerdeki zulmü ortadan kaldırmak için mücadele etmişlerdir.
Tasavvuf, manevi bir arayış içinde olanlara, içsel bir yolculuğa çıkmalarını ve Allaha yakınlaşmalarını öğütler. Ancak tasavvufçuların şehirlerden kaçıp dağlarda inzivaya çekilmeleri, toplumsal sorunlardan ve zalimlerden uzak durmayı tercih etmeleri, İslâmın esas öğretilerine ters düşmektedir. Kuranda, Allahın elçileri ve müminler, toplumsal sorunları çözmek için mücadele etmişlerdir. Bunun aksine, şehir merkezlerinden kaçan ve dış dünyadan soyutlanan sufiler, toplumun yararına olacak bir mücadelenin içinden çıkmışlardır. Nebimiz Musa örneği, bu anlayışın ne kadar yanlış olduğunu açıkça göstermektedir. Nebimiz Musa çobanlık yapıyor, dağlarda yaşıyordu. Allah, Musayı resul yaptı ve dağdan şehre indirdi, firavuna gönderdi; şeyhlerde şehirlerden kaçıp dağlara sığınıyorlar, uzlete çekiliyorlar. Tasavvuf ehli, dağlarda huzur arayarak, zulümle mücadele etmeyi ve toplumu ıslah etmeyi reddetmiştir. Oysa Allahın elçileri, toplumların ıslahı için şehirlere gönderilmiş ve zulmün karşısında durmuşlardır.
İslâm, sadece bireysel bir inanç sistemi değil, aynı zamanda toplumsal adaletin sağlanması için bir yol haritasıdır. Allahın yardımı, ancak gerçek mücadele içinde olanlara gelir. Bakara Suresinin 214. Ayeti, bu mücadelenin zorlayıcı ve acı veren yönlerini gözler önüne sermektedir: Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. Ayette, zor zamanlardan geçen peygamberler ve müminlerin Allahın yardımı için sabırlı olmaları gerektiği belirtilmektedir. Gerçek mücadelenin, insanların adalet için zorluklara katlanmalarını ve bu süreçte Allaha güvenmelerini gerektirdiği vurgulanmaktadır.
Said Nursi, tasavvufun yanılgılarını aşarak, imanını ve halkını korumak için toplumun içine giren bir şahsiyet olarak tarihe geçmiştir. Biz, imanı kurtarmak ve Kurâna hizmet için, Mekkede olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. (Emirdağ Lâhikası) Nursi, Mekkede huzurlu bir hayat sürebilecekken, Türkiyenin zorlu şartlarına, cezaevlerine ve sürgünlere katlanarak, halkının imanını korumak ve onları eğitmek için mücadele etmiştir. Bu, İslâmın özünde yer alan gerçek bir mücadeledir. Nursi, sadece manevi bir yolculuk değil, aynı zamanda toplumsal bir direniş sergileyerek, toplumun inancını korumak için çaba sarf etmiştir.
Kuran, sadece kişisel bir inanç değil, toplumların adaletli bir şekilde yaşaması için de bir rehberdir. Müslümanlar, sadece manevî dünyada huzur aramakla yetinmemeli, aynı zamanda zulmün ve adaletsizliğin karşısında durarak toplumsal düzene katkı sağlamalıdırlar.

Başa Dön