Havada uçuşan kelimeler gördüm. Rengarenk... Elimi uzattıkça uzaklaştılar. Sadece izledim onları böyle zamanlarda, çevremdekiler anlamadı; adı sessizlik oldu.
Her sessizlik anında yeni bir bebek dünyaya gelirmiş. Bunu kim söylemeişti, hatıralmıyorum ama , küçükken ortamın sessizliğini her yakaladığımda bir bebeğin doğuşunu "hissederdim". Şimdi doğuma sebep olduğum o kadar çok bebeğim var ki...
Annem küçükken "karpuz çekirdeğini yutarsan, midende büyür; karpuz olur." demişti. Hala midemde karpuz olması endişesiyle yutarım çekirdekleri...
Bazen kendimi her tarafı silahla donatılmış bir "melek" gibi hissediyorum. Güçlü olduğumu biliyorken, bana vurmaya çalışan "insanlara" karşılık vermemek meziyet mi bilmiyorum ama böyle oluşuna bazen sinirleniyorum. Çünkü o ufacık yumruklarıyla ancak uzanabildikleri ayaklarıma kocaman sızılar verdiklerini düşünüyorlar. Sadece gülümsüyorum ve onlara bunu bir daha yapmamaları gerektiğini öğretmen gerektiğinde sadece eğilip bir kaç tanesini elime alıyorum. Bastıkları topraktan ayakları, bir meleğin avucunun içindeyken, kesildiğinde bir daha bana yaklaşmamaya karar veriyorlar. Zaten "hayatın" bir "meleğin" iki parmağı arasında kalabilecek gibiyken, başka türlü bir karar verilmesi saçma olur sanırım. Şimdi mi?!... Hala ayaklarımın dibinde çırpınıyorlar. Karşılık vermeye ya da içlerinden birini alıp gözünü korkutmaya hiç niyetim yok; en azından şimdilik. Nereye kadar dayanacağımı bilmiyorum.
Annem yazılarımda hep bir melek ikonu olduğunu söylüyor. Haklı... Hep aynı melek mi? Hayır!! Bu yüzden onları yazmak hoşuma gidiyor. Çünkü hepsi farklı zamanlarda gelip omzuma kondu ve hepsi değişik baktı gözlerime. Sanırım, melekler omzuma konmaktan vazgeçene dek, omzuma konan her meleği bir yazımın bir köşesine koyacağım. Şimdi karşımda durup beni sakinleştiren bakışlarıyla izleyen melek gibi mesela- merhaba -.
Kelimeler gene rengarenk oldu... Bu senfoniyi izlemek, şimdi yazmaktan ve konuşmaktan daha çekici geliyor bana. Size de iyi seyirler...