Tarihi yüreğinde saklayan kutsal şehir
Şahikalar diyarı, beldelerin şahısın
Yedi tepe üstünde duran ihtişamınla
Sen; süreyya şavkıyla arşın padişahısın
Vuslatın gökkuşağı efsun köprülerinle
Avrupa’yla Asya’nın ezelden nikâhısın
Hangi yıldızlar bana senin lem’anı verir
Aynı toprak üstünde dinlerin dergâhısın
Şimdi Otağtepe’de şaha kalkar kır atın
Canlanır fetih ruhu; Gûrani, Ulubat’ın
Gemiler karalardan dökülür pâre pâre
Konstantin selam durur fetih müjdeli yâre
Tekerlekli kuleler, şahı, havan topları
Orta Çağ’a kapanır Topkapı’nın surları
Bizantion’dan gelip Dersaâdet’e varan
Bir Osmanlı destanı meydanlarda mehteran
Akşemsettin mutmain, handan mâbed-i kadîm
İntizar nazlı bebek, Yeni Çağ’a ilk adım
Fatih’le malihulya ilk namazla gül olur
Tac-ı Kayser tarumar, didâr İstanbul olur
Ne zaman yalnız kalsa yakamozların sesi
Sevda tepesi mahzun, ayrılık Kız Kulesi
Leandros seni içer, Hero sende boğulur
Çiçek açan iki yâr deniz/de hazan olur
Aşıkları kavurur, yakar Üsküdar gibi
Aşk yokuşu duada Hüdâyi arar gibi
Hüzünler kenetlenir Haydarpaşa Garı’nda
Ayrılık çeşmesinde, Harem Otogarı’nda
Selviler ve mezarlar meftun ‘Yalnız Selvi’ye
Dür-i yekta gibisin muhacir Ümraniye
Uçup Hazerfan gibi Galata Kulesi’nden
Cemâlini gözlesem göğün penceresinden
Resmetsem eşkalini mestane gözlerime
Deruni şiirlerle tılsımlı sözlerime
Mah-i taban ısıtsa gönül meş’alesini
Mehtaplarda saraylar bulur mu şulesini
Ruh-i derya canlansa kalbin şelalesinde
Hünkârlar fermanını sunsa gül hâlesinde
Şehr-i Lâle yeşerse, Emirgan olsa yüzün
Misk-u amber yayılsa sinesine gündüzün
Sâdabad olsa yollar ritmine seyyahların
Cumbalı evlerinde sultan-i yegâhların
Çınar’ın rayihası şehzade güllerinde
Hüsn-ü aşk dile gelse nâzen bülbüllerinde
Haykırsa gökkubbeye nasıl kovulduğunu
Yegâne sevdasının İstanbul olduğunu
Bir narlı gecedir ki sabahında istikbal
İremin aynasıdır, günahın/da istiklal
Dünyadan bir minyatür, her nefes bir kâinat
Akar insan selleri mahşere kanat kanat
Gurup vakti girince suların ruşeninde
Altın Boynuz canlanır Pierre’in gülşeninde
Menzil midir Karaköy revan gemilerine
Medeniyeti taşır dünya iklimlerine
Kumbaracı yokuşu gemilere yas tutar
Umut dahi yanarsa ciğerleri pas tutar
Camilerin endamı, kubbelerin ahengi
Süleymaniye’de sır Mimar Sinan’ın rengi
Şehrayınlarında lâl, segâhlar deste deste
Beş vakit yankılanır ulvi ilahi beste
Çamlıcalar, Yûşâ’lar, mavi boğaza bakar
Gülhane Hasbahçe’de tarih İstanbul kokar
Boğazında mücellâ inci gerdanlığın var
Sen ki muhacir kızı, seni sevenler anlar
Derûnumda bir acı Bâb-ı Âli/de kanar
Suriçi masum bakar, sahafta tarih yanar
Yüreğim Yedikule, Ayasofya hasretim
Yeni Cami’de kuşlar şimdi öksüz ve yetim
Eyüp’te mihmandarlar Necip’lere yâr olur
İslâmbol; gül destesi, maneviyatı solur
Sen; Dergâh-ı Selâtin, âbide Âsitâne
Sensiz nağmeler hüzzam, sensiz gönül virâne
Haykırsam seher vakti denize feryadımı
Faytonlar adalarda sayıklar mı adımı
Kadıköy rıhtımında ağıt yakar vapurlar
Boğazda fırtınalar, martılarda çığlıklar
Karacaahmet gamlı, Âşıyan’da mâtem var
Kasım, Dolmabahçe’de bir çocuk gibi ağlar
Nice ozanlar şeyda sana serenadında
Her tavus seni görür rengârenk kanadında
Güzelliğin bergüzâr, bakışların şehr-i yâr
Şehrengiz, tebessümün her mevsime nevbahar
Bir yanın İbrahim’dir, ateşinde gülistan
Bir yanında kol kola diskotekle kabristan
Siyahın ve beyazın iki ayrı bahtısın
Lügatin Napolyonca dünya payitahtısın
Hangi dile çevirsem adını destanlaşır
Hangi gülü koklasam ruhum İstanbullaşır
Sen ey! Maveradan gelen Nebi muştusu
Sen ey! Gülizarımın en güzel süsü
İs tin bolin, bakma öyle yüzüme Antonina
Son duam, arzuhalim, beni de al yanına