Yalnızlığı Okuyorum Gözlerinde - 1

Sabahtı, ilk ışıkların gözleri kamaştırdığı bu soğuk eylül sabahında terk edilmiş kentin sokaklarında iki kişiydik. Benim bir iki metre önümde uzun boylu bir gölgeydi yürüyen. Sadece onun hakkında bildiğim gördüğüm tek şey rüzgara karşı savurduğu...

yazı resim

Sabahtı, ilk ışıkların gözleri kamaştırdığı bu soğuk eylül sabahında terk edilmiş kentin sokaklarında iki kişiydik. Benim bir iki metre önümde uzun boylu bir gölgeydi yürüyen. Sadece onun hakkında bildiğim gördüğüm tek şey rüzgara karşı savurduğu sigarasının dumanıydı...

Soğuk, ellerimde ki siyah eldivenlere rağmen ellerimi üşütebiliyordu. Ona deseydim "tut ellerimi, üşüyorum" diye şaşırırdı herhalde. Hem o kadar da
cesur değildim ki. O yürüyordu önüm sıra ben onun gölgesine bakına bakına yürüyordum. Nasıl olduysa artık yan yana yürüyorduk. Soğuk, yeni başlayan
incecik yağmur ve suskun iki beden... bir de ayazlı sabahın seheri. Aklıma öyle şeyler geliyordu ki ve ben bildiğim bütün kelimeleri hızla tarayıp ona
hitap edeceğim üslubu belirlemekle meşgulken, soğuğa karışan ince ve kibar bir sesle "gözlerinizden yalnızlık okunuyor, biraz da çaresizlik" deyiverdi. Ben o şaşkınlıkla bildiğim bütün kelimeleri unuttum ve hiçbir şey söyleyemeden biraz daha yürüdük. Sonradan topladım kendimi ve "bunu önceleri gizlemeye çalışıyordum, herkesi ötesi de kendimi kandırıyor; beceremediğim zamanlarda kendime kız arkadaşlar buluyor ve hiç istememe rağmen onlarla oluyordum sırf yalnızlığımı örtbas edebilmek için... ancak şimdilerde rahatım çünkü karşıma henüz benim diğer yarımım olan parça çıkmadı ve ben hala arayış içinde , hala yalnızım" dedim. Acaba çok mu açık söylemiştim içimden geçenleri. Onun yüzüne dönüp baktım bir an cesarete gelerek ve hayal kırıklığına uğradım. Sanki beni dinlemiyor gibiydi.
Kafasını kurcalayan bişeye odaklanmış ve canı sıkılıyor gibiydi. Onun bu halini görmek beni iyice suskunlaştırmıştı, başımı önüme eğmiş ve konuşmaz olmuştum. Biraz da utanmıştım aslında neden olduğunu bilmememe rağmen...

Yavaş yavaş hava aydınlanıyor bir yandan da ısınıyordu. Onu süzmeye başlamıştım kaş altından. "neden susuyordu acaba ne derdi vardı?" diye soruyordum kendime. Bunca belirsizliklerle dolu yüzü soluktu, ufaktı. Gözleri o kadar küçüktü ki sanki yok gibiydi ve uzun saçlarını yalayan rüzgara karşı yürüyorduk. Güneş ışınları da , rüzgar da , yağmur da sadece onun için vardı sanki... sanki yaşam sadece o var olduğu için vardı. Ne bileyim belki de tanrı bile onunla olmak için hep yakınımız da dolanıyordu
sanki.. Küçükken arzu ettiğim şeyleri gizlerdim. Güzel olana ve isterikliğini dışa vuran her nesneye karşı vurdumduymaz davranmaya çalışırdım. Her şeyi gizlemeyi ve susmayı tercih ederdim aslında hiç
istemememe rağmen. İşte şimdi de aynı durumdaydım; o karşımdaydı , etkilenmiştim ama susuyordum. Ve bana kalsa bu suskunluğum sürecekti. Bakışlarını bana yöneltti ve aynı ince, kibar sesiyle "bende yalnızım aslında ve de evliyim. Eskiden olsa sana mutlaka karşına biri çıkacak ve o
seni tamamlayacak derdim ama şimdi buna inanmıyorum. Çünkü her insan yalnızdır ve her kimle olursa olsun bu değişmeyecektir. Çünkü kimse seni
senin gibi tanıyamayacak ve seni tamamlayamayacak. Beraber olduğun insan seni sınayacak, sana haksızlık edecek, seni aşağılayacak, üzecek ..." bir an sustu, ben gözlerimi yerden kaldırmış onun gözbebeklerine bakıyordum ve belki de nefes dahi almadan onu dinliyordum. "belki de terk edecek ve sen
yine yalnız kalacaksın, yine yaralanmış, incinmiş ve haksızlığa uğramış olarak. Sonra kendini toparlayabilirsin elbet ve hayattan bir şeyler
bekleyebilirsin ama asla birine bel bağlamaz ve onun gelip seni yalnızlığından arındırmasını beklemezsin, bekleyemezsin. Kendi kendine yetmeye çalışırsın ve açıklarını kendin kaparsın. Yani önceden kendini
yarım görürken ve birinin gelip seni yamamasını ve bütünlemesini beklerken şimdi kendini bütün görürsün başka biri olmadan..."

Kendince haklıydı elbet söylediklerinde. Ve epeyce bir karamsar düşünüyordu. Belli ki bir darbe almış ve acısını hala unutamamıştı. Ama yine de benden bir adım öndeydi yaşamışlıkta. Ben hala iz bırakacak bir
insan arıyordum o ise o izi çoktan beri taşıyordu. Sustum, söyleyecek çok şey olmasına rağmen susmayı tercih ettim. Konuştukça bir yerlerinin
acıyacağını,onu mazisinin kötü köşelerinde dolaştıracağımı anlamıştım.
Sustum çocukluğumdaki gibi çarçabuk...

Güneş iyice yükselmiş ve yağmur yağmaktan yorulmuştu. Kent normal yaşamına dönmüş ve binlerce insan tarafından istila olmuştu. Artık ayrılma vakti gelip çatmıştı. Elini sıkarken titrediğimi fark etmiştim o da bunun farkında idi ama umarsız davranıyordu. Bende çocukluğumdan tecrübe edinmiş olduğum gibi davrandım. Ve o güneşe karıştı gitti, tanrı da peşinden...

Ceza evinin kapısından içeri girdiğimde vakit öğleyi geçmişti. Eski dostumun gözü yolda kalmış ve beni görür görmez paylamıştı. "İnsan söz verdiği zaman mutlaka bunun arkasında durmalıymış ve tam saatinde randevusuna gitmeliymiş." O bunları söylerken ben -yargılandığımı ve kırıldığımı- düşünüyordum. Bana geç kalma nedenim sorulmadan geç kalışım hakkında yorum yaptığı içinde dostuma kızıyordum için için...

Hayat aynı programı içinde devam ediyordu benim için. İş, ev, eski ve yeni dostlarla ilişkiler, uzaktan gelen cevaplanması gerekli mektuplar ve kavga... ama eskisi kadar bunalmıyor ve eskisi kadar fazla kafa yormuyorum hayat üzerine. Ki o bile şimdilerde beni görse gözlerimden yalnızlık okuyamaz.

Çünkü ben bir bütünüm artık...

Başa Dön