Para saçılmış duvarlarda takılı kandiller, boğulduğumu hissettirmeye başladı. Kalın bir kahverengiye çalan masanın üzeri doluydu. Bir fincan çay, yanında biraz kıskançlık. Kahve fincanlarının arkasında duran öfkeler ve şekerin sağ tarafına yerleşmiş yalanlar. Masadaki mum bir an önce sönseydi keşke, bir rüzgar esse ve ateşle birlikte tüm bu sahte tavırları alıp gitseydi masadan. Yüreğimden bir zarf çıkarmak ve ciğersiz duyguları postalamak istedim, dünyanın bulunamayak, ıssız bir ucuna..
Konuşulan her konu aynaların içindekileri unutmak içindi. Sahte gülüşler, gülünçlüğün dibindeki fıkraları çoktan çekmişti içine. Gözbebeklerinin dürüstlüğünden başka doğru bir anlamı olmayan insanlar, muhabbet etmek adına maskelerini çivilemişlerdi yüzlerine. Bakışlar bile bir kutu boşluktan öteye gitmiyordu. Duygularından ameliyatlı bir avuç insan gibiydik. Gülen ama aynı zamanda habire kanayan..
Bir anda dürbünün ucundaki tavşan kadar yalnız hissettim kendimi. Tetik çekilecek ve bir gün hepten bitecekti. Bitişe yakınlaştıkça kurtuluş ümitleri azalıyor yada hepten dipsiz bir uçuruma düşüyordu. Gülen yüzlerden medet istemek kadar şekilsiz bir isteğim olamazdı elbette. Konuşuyordum, gülüyordum fakat hiç biri bu kalabalıkta yapayalnız olmamın önüne geçemezdi.
Çıkarın bu yapmacıklıkları, soyun bedeninizdeki duygusuz kabukları diye bağırdım içimden. Anlaşılan hiç kimse duymamıştı ki, kahkaha tufanı ibreyi sonuna vurarak devam ediyordu. Sade kahvemin son yudumunu alırken, herkesi tekrar inceledim. Masadaki kürdan kadardı şişmanlıkları, yada ben çoktan ateşe vermiştim tüm komedi tahtalarını...
Son fıkra komikti, ama gülerken canım sıkıldı. Herkesin eğlendiğini düşünmesi, yarım saçmalık geliyordu bana. Bu kadar insanın arasında neden yalnız hissediyordum kendimi ? Biraz daha beklersem topal bir matador gibi boğaya yenik düşeceğimi farkettim. Bu böyle olmayacak deyip özür diledim arkadaşlardan, gölgeye benzer paltomu alıp, hışırtılı bir sonbahar kaldırımında yürümeye başladım.
Hayatında sarıya çalan bir kafesten başka dünya tanımamış muhabbet kuşu gibi kaldım koklanmamış sokaklarda. Gökyüzüne uçmak istedim fakat sol kolum uyuşmuştu. Tek kanatla uçamayacağımı anlayıp, ayaklarıma yüklendim. Kaldırımlar arasındaki çizgilere basmadan yürümek, yankısız bir fotoğrafta başrol oyuncusu olmak gibiydi sanki.
Nihayet seninle buluşabilecektim. Son umutlarınıda yere dökmüş ağaçların altından geçerken, arkamdan takip ettiğini düşünmemem için hiç bir sebeb yoktu. Siyah ve beyazdı sokaklar. Aniden boya kalemlerimi çıkarıp boyamak istedim, duvarları kırmızıya, kaldırımları koyu siyaha.. Güzel bir portre olurdu belki, gölge paltolu bir adam ve karanlık yalnızlığı..
Eve gelir gelmez ufak balkon masamın yanına iki sandalye çekip, birine ben oturdum. Çayımı yudumlarken boş sandalyeye gelmeni bekliyorum. Gelip neden mavi ile sarı karışınca yeşil renk olmadığını anlatmanı.. Duygusuz renkler savaşında, neden bu denli yalnız kaldığımı.. Hepsindende önemlisi, gökyüzünden devamlı yerlere saçılan mutluluk kırıntılarını neden bir türlü göremediğimizi.. Çayın soğumadan gel yalnızlık, konuşacak çok şeyimiz var..