Gıcırtılarını duymazdan geliyordu. Giderken rüzgarın uğultusunu dinlemek için kulaklığını takmadı. Pedalı her çevirişinde geleceğe yaklaşmak ne kadar güzel olurdu diye geçirdi aklından. Gelincik tarlalarının arasından geçerken hindi glu glularının gün boyu sürüp sürmedğini düşündü. Etraftaki evlerin camlarından içlerini görmeyi denedi. Denize bu kadar yakın olmak sahip olduğumuz her şey gibi onu da bir süre sonra sıradanlaştırır mıydı bilemedi. Biraz yavaşlamak istedi. Aklındaki düşünceler gibi hızlı hızlı gitmek istemiyordu. Bütün gün usanmadan denize dönük banklara arkadaşlık eden, sabah serinde gelip balık umudu sıcağa kalan amatör balıkçılar, biraz önce denizde alabildiğine ıslanan köpeklerin sandal gölgesinde miskinliklerine bakıp bir yerlere dalıyorlardı yakalamaya çalıştıkları balıklardan önce. Diğer bankta oturan altmış yetmiş yaşlarında bayanın uzaktan ağzını kıpırdattığını görebiliyordu. Gıcırtılar ona doğru yaklaştığında sesi kulaklarına rüzgarla beraber dolduğunda ise beliren şu sözler oldu….
Allahım bu pis hastalığı sök at benden ………
“Günaydın” demedi. İçinden “umarım” dedi. Nedense aralarına girmek istemedi. Pedal, ona hızlanması gerektiğini hissettirdiğinde o her defasında vitesi küçülttüğünde yüksek yerlere çıkarken biraz yalpalıyordu. “Hey amca en güzel yokuşu kaçırttırdın bana, bir çekiliversene” diyesi geldi ama amcam almış yolunu gidesi vardı belli ki demedi. İnsanlar kafalarına koyduklarını yapsalar Stephen Hawking gibi hastayken bile 30 bin yıl süren bir yolculuğu, 20 yıl sürmesine sevinecek kadar olur muydu hayat sevinci bilinmez.