En çok mesaj atanın, en çok kıskandığı, en çok kıskananın, sevdiğini döverek öldürdüğü, elele buluşmaların yerini chat’ lerin aldığı, kırmızı güllerin, çikolatalı çiçeklere ve keklere döndüğü, bir busenin yerini, son model bir cep telefonu hediyesine terkettiği, garip bir dünyada yaşar olduk. Neye şaşıracağımızı bilemediğimiz zaman ise anormal olan doğal olanı eliyor. Bu, gelecekte yaşanması muhtemel, daha tuhaf olanlarına kapı açarak, bir domino etkisi hızıyla ilerliyor. Var olan alışkanlıklarımız, öyle çabuk tükeniyor ki, gençlik gibi, biz anlayıncaya kadar çoktan gitmiş oluyorlar. Yanınızdaymış gibi hissetseniz de.
Sevgiyi somut bir hale dönüştürmek için, bedeni kullanmak yerine, maddeyi kullanmak, en ufak bir aksaklık veya hata ile yüz yüze geldiğimizde, sorgulamadan, bencilce, onu çöpe atabileceğimiz anlamına geliyor ki, bu bir ironi. Çünkü sahip olması bu kadar zor, ne kadar az şey var hayatta.
Hayatı idame ettirme gayretinde insanların, gençler kadar, sevgiye şekil vermesi beklenmiyor. Etrafıma baktığımda, hanımlarımızın dizilerdeki aşklarla, deyim yerinde ise karın doyurmaya yetinmesi, bunun açık bir göstergesi. Çünkü yıllanan aşklar, maalesef yıllanan şaraplar gibi olmuyor. Aynı evde yaşananların tekdüzeliği, onun değiştirilmesi için gereken arzuyu da köreltiyor. Alışkanlık denen canavar, sizin, aslında isteklerinizi hep karşıdan beklemenizi sağlarken, şikayet etmenizi de sağlıyor ki gereken hoşgörüyü sandıklara kilitlesin.
Tam da yazımı bitiriyor iken, üç masum Müslüman gencin öldürüldüğü haberini alıyorum. Ölenlerden biri diş doktoru ve Suriye’li göçmenlere diş tedavisi uyguluyormuş. Projesine ise “Göçmen Gülüşü” ismini takmış. Ama artık yok. Sevginin, evrensel olması, ırkçılık, dindaşlık yapmadan sağlanması ne kadar zor.
Mektubum sanırım çok uzun oldu çünkü daha kısa yazmak için vaktim yoktu. Pascal
11.02.2015