Hedefe tırmanmak... Zirveyi adım be adım hesaplayarak tırmanmak. Nefes nefese bir tırmanıştan sonra soluklanırken, geriye dönüp bakmak. Ve zirvede ; başlangıç noktası gittikçe küçülürken o nispette büyümek. Varılan noktada hissedilen gurur, ayaklar altındaki seyre eş şimdi. İşte, o en tepedeyken alınan keyif bütün yorgunluğa değiyor artık.
Ne zaman oraya yürüyerek çıkmayı düşünsem, zirveye tırmanan bir yolun yolcusu gibi hissederim kendimi. Uzun ve dik bir yokuşun yolcusu. İlk bakışta dik gözükmeyen ama her bir adımla sıklaşan nefesinizin hayretiyle dikliğini hissettiren bir yokuşun sonundadır çünkü Ziraat Çay Bahçesi.
Bir çay bahçesinden öte bir hayat bahçesidir orası. Düşlerle, gerçeklerin birbirine karıştığı bir hayat bahçesi. İç içedir orada düşlerle gerçekler. Ya güller içindeki diken ya da dikenler içerisindeki gül gibi...
Ve bir de mevsim baharsa eğer; onlarca bitkinin, çiçeğin arasında, dev ağaçların altında bir cennet bahçesidir orası. Yaşama sevinci veren, bir nefes huzur bahşeden...
Güneşle birlikte, yudumladığınız çayın içinizi ısıttığı bir bahar sabahı. Çiçek kokularında dingin bir zihin. Ve gözlerinizin önünde; yeşilin bin bir tonundan maviye dek uzanan renk cümbüşünde saklı bir şehir. Ve kulaklarınızda; çoktandır görmediğiniz bir dostun, ara ara şen kahkalarıyla karışık o bilindik sohpeti... Belki havadan, belki sudan ama dertten, kederden uzak bir sohpet. Hepsi hepsi bütün bu görsellik içinde yaşanan hoş bir an...
Sonrası... Nefes nefese tırmandığınız yokuştan rahat adımlarla inerek geldiğiniz yere dönmeye geldi sıra. Dinlenmiş ve yaşama sevinciyle yenilenmiş olarak... Hayatınıza kaldığınız yerden, şimdi yeniden başlamak için !
Hayat hep böyle, hep bu çay bahçesi tadında olsa keşke. Bir çıkımlık yokuş, bir soluklanış, bir koşumluk iniş...