En büyük mutluluk ve en büyük sıkıntı anlarında sanatçıya gereksinme duyarız. -Goethe |
|
||||||||||
|
Grip, ilaçla yedi günde, ilaçsız bir haftada geçermiş. Hafta da doldu yedi gün de ama biz birbirimize çok alıştık, pek kaynaştık ayrılamıyoruz. Grip değil ama bir odada yalnız başıma ateşler içersinde uyumak ve bir sürü abuk sabuk rüya görmekten nefret ediyorum. Ihlamur, çorba, portakal suyu ve antibiyotikten oluşan beslenme diyeti de bir o kadar iğrenç oluyor. Hastalanınca pek bir nazlı oluyormuşum. Bilmiyordum evdekiler söylüyor. Yatağımı salondaki divanın üzerine taşıdım. Taşıdım dediğime bakmayın. Bir battaniye, bir yastık. Sizi bilmem ama ben grip olunca onlarca kez, yüzlerce kez aynı rüyayı görürüm. Sürekli yinelen rüyalar anlatamayacağım şekilde zihinsel acılar vermeye başlıyorlar. Bir orman gördüm örneğin aklımda kalan rüyalarımın birinde. Uzun gürgen ağaçları bütün orman tabanını sarı, turuncu ve açık yeşil yapraklarla kaplamış. Ağaçların arasından incecik bir dere akıyor. Ama pırıl pırıl, tertemiz bir dere. Ağaçlardan dökülen o rengârenk yaprakların bir kısmı suların üzerinde yüzüyor. Bir kısmı sularla derenin durgun kenarlarına yığılmış. Derenin küçücük vadisinden azıcık yukarılarında mor mor çuha çiçekleri açmış. Süslü yaprakları ile sıklamenler de var. Yani bir orman sonbaharda ancak bu kadar güzel olabilir. Dereye iniyorum ve bir kucak dolusu rengârenk yaprağı sulara bırakıyorum. Yaprakların içerisinden küçücük bir kertenkele çıkıyor. Elimi uzatıp sudan çıkarmak istiyorum. Daha ben eğilmeden küçük kuyruğuyla göz açıp kapayıncaya kadar hızlıca yüzüp karşıya geçiveriyor. Böyle bir rüyaya can kurban elbette... Ama bu rüya beyninizde yüz kez tekrarlanıyor. Yinelendikçe ne olacağını bildiğiniz için rüyadan çıkıp gitmek istiyorsunuz. Yaprakları dereye atmaktan vaz geçmek istiyorsunuz. Ama ne mümkün? İstemediğiniz bir oyuna zorla katılmışçasına sürekli rüyanın içinde kalıyorsunuz. Bir de rüya gibi olmayan rüyalar görüyorum. Örneğin bizim sokağın az ilersindeki sokakların birinde yaşlı iki adam kalıyormuş. Ve her nedense ben onların bazı ayak işerini görüyorum. Onlar için bakkala gidiyorum. Günlük alış verişlerini yapıyorum. Faturalarını falan ödüyorum. Çöplerini çıkarıyorum. Kamu hizmeti cezasına mı çarptırıldım ben de bilmiyorum. Durumdan çok şikâyetçi de değilim. Bana her zaman çok nazik ve sevecen davranıyorlar. O iki yaşlı amcayı seviyorum. Çok akıllı olduklarını düşünüyorum. İki yaşlı erkeğin birlikte ev tutup birbirlerine can yoldaşı olmalarını, çocukların merhametine sığınmaktan farklı bir çözüm üretmiş olmalarını çok akıllıca buluyorum. Ne güzel, biraz daha yaşlanınca ben de böyle bir şey planlamalıyım diye düşünüyorum. Bakkala gidiyorum amcalar teşekkür ediyor. Tüpçüye telefon ediyorum, faturaları yatırıyorum… Bunu bir rüyanın içinde bin kez tekrarlayınca amcalardan da, rüyadan da, sokaklardan da nefret ediyorsunuz. Fatura yatırmayı kim sever ki? Aynı rüyanın içersinde yüzlerce kez aynı mekânda sıra bekleyip fatura yatırıyorum. Beynime bir kurşun sıkıp susturasım geliyor. Ben tam kâbusa dönüşen bir rüyadan çıkmayı başarıyorum. Bakıyorum ki sehpanın üzerinde bol limonlu bir ıhlamurun dumanları tütüyor. Al sana bir başka kabus… Hayatta en nefret ettiğim şey gripken ıhlamur içmektir. Bir de tarhana çorbası. Evde bir ses olsun diye televizyonu açıyorum. "Lan ne olacak bu memleketin hali," diyorum. Meşhur kanalda Alçı ve Kekeç ikilisi yine o bildik sohbetlerin birindeler. Biri pas atıyor öteki CHP'yi eleştiriyor. Ama onlar da haklılar. Cemaati veya iktidarı eleştirmeleri mümkün olmayınca geriye bu kalıyor. Esra bütün bekârları evlendiriyor. Bekârlar hiç uslu durmuyorlar. Televizyonda daha çok görünebilmek için birbirlerinin en hayâsız ve en mahrem yerlerine saldırıyorlar. Bu itişmeler bol bol reyting ve para oluyor. Bütün logolarını iktidar partisinin renkleriyle süsleyen ve bütün habercileri işten çıkaran Türkiye'nin haber kanalı Mısır'da Arap baharının kışa döndüğünü, Tahrir meydanında insanların öldüğünü söylüyor. Amerikan kaynaklı Baradey iktidara gelmeden sular durulmayacak gibi görünüyor. Deprem bölgesinde soğuktan ölen çocukları görmezden gelip Suriye'ye demokrasi getirme derdinin peşinden koşuyor. Bütün muhaliflerini ceza evine kapatan, on iki bin kişinin üzerinde terör suçlamasıyla içerde yatan insanıyla dünya rekorları kırmaya çalışan ülkem kendi gözündeki merteği görmeyip başkasının gözündeki saman çöpünü görüyor. Açık açık gazeteciler yazmaktan, televizyoncular haber yapmaktan korktuklarını söylüyorlar. Bizim artık umut veren bir ekonomimiz ve kocaman bir korku demokrasimiz var. Amerikalı yetkili açıklama yapmış. Türkiye'nin Suriye politikasını çok umut verici buluyoruz. (Bu gidişle kendinizi savaşın içinde bulacaksınız) Aferin, çok güzel gidiyorsunuz demiş. Bir de Dersim sorunumuz var ki tadından yenmez. Televizyon grip olan bir hastayı karabasanlardan bile daha çok bunaltıyor. Rengini çoktan unutmuş eşofmanlarım içinde uzanıp Bu Gün Ne Giysem programını izliyorum. Eğer eşim ve çocuklarım kıllık yapmazsa evlilik programlarına bir gün mutlaka gideceğim. Benim de kriterlerim, negatif hatta pozitif elektriğim var, ben de insanım. Bu ülkede benden başka otuz yıldır aynı kadınla evli kaç erkek kaldı. Hakikatten biz kaç kişiyiz yahu? Bu gün 24 Kasım, Öğretmenler günü. Ve ben hala azıcık gribim. Son günlerde öğretmenliğin belalı hatta beddualı bir meslek olduğunu düşünmeye başladım. Teröristler Öğretmenleri kaçırır, öğretmenleri öldürür, polis siyasi nedenlerle en çok onları tutuklar, sel baskınlarında, trafik kazalarında ama illa depremlerde hep onlar ölür. Otuz yıla yakındır acılarla kesişmeyen bir tek öğretmenler gününe denk gelemedim. Üstelik öğretmenler günümüz de azıcık çakma… Kenan paşa öyle emretti, 24 Kasım öğretmenler günü oldu. Bu ülke tarihinde onun kadar Atatürk kelimesini çok söylemiş ama Atatürk düşmanlığına ve karşıt devrime bu kadar çok hizmet etmiş başka biri yoktur. Keşke Atatürk'ün Başöğretmen olarak tahta başına geçtiği günü kendimiz Türkiye Öğretmenleri Günü olarak ilan etmiş olabilseydik. Bu günü hediye günü gibi algılayan, kolaycı, duyarsız, keyfi tıkır öğretmenlerin değil ama, bütün acılara ve sıkıntılara rağmen yine de her gün sınıfına umutla, sevgiyle giren ve çocuklarını canı gibi seven, onlara zarar gelmesin diye diri diri yanmaya razı olan bütün öğretmenlerin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |