Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Tenine; uykunun, otacı, sevecen, müşfik, korkunç, ağır, delirtici parmakları dokundu önce, sonra kolları, bedenini sımsıkı sardı. O, karşı koyamadı. Artık tutsaktı. Korkularının cangılında, tekinsiz derinliklere doğru yürüyordu. Dört bir yanı, öbek öbek ateşlerle çevriliydi. Yükselen kıpkızıl yalımların sivri uçlu dilleri, yılanların kıvraklığıyla göğü deliyor; yükseliyor, yükseliyordu. Ateş öbeklerinin çevresini saran ulu ulu ağaçlar, başlarını sallayarak garip uğultularla ağlıyordu. Gözleri faltaşı, ağzı yarı aralık, öylece kalakaldı. Birdenbire… Evet, birdenbire… Yüzü insan suretine bürünmüş, vücutlarında ise insanlardan esinti taşıyan biçimsizlikleriyle, ecinniler, melekler, şeytanlar… Nice tekinsiz yaratık, ormanın derinliklerinden çıkageldi. Müzikleri, şarkıları, dansları ve rengârenk giysileriyle… Kimilerinin yüzünde masklar, maskeler vardı. Ellerinde süslü asalar ve çalgılar… Bir karnaval, bir şölen, belki de bir ritüel… Sesler kulaklarını dolduruyor, zorluyor, derinlerden gelen bir uğultu oluşturuyordu. Onca sesin içinden bir ses, sanki tümünü kenara ayırıp bir yer açtı kendine, geldi kulağına girdi, içine aktı. Adını ünlüyordu bu ses. Yumuşak, derin, sevgi ve şefkatin sarmalında şehvetin belli belirsiz soluğunu üfleyen bir ses. Ortama aykırı bu sesi, duymak istemedi önce. Korktu. Çok korktu yine. Ne ki o ses, ince bir burgu gibi kulağından geçip gidiyor, derinliklerine ulaşıyordu, önleyemiyordu onu. Kumlara gömülmüş istiridyeler kıpırdadı, en derinlerindeki içdenizin dibinde. İstiridyelerin açılan kabuklarının sessiz çığlığını duydu içinde. Kumlar kabardı. Resiflerde iskeletleşmiş mercanlar kıpır kıpır oldu, dirildi. Dalgaların hafif hafif salınımını duyumsadı. Elvan elvan balıklar, dansa kalktı aniden. Ses, onun adı oldu; adı, ses oldu; mercanlara, balıklara, istiridyelere değdi. Aşka geldi istiridyeler, iri iri inci döktü döküm döküm. Düşünde, bu düşü düşündü. Daha önce görmüş müydü?... Görmüş de unutmuş muydu?... Anımsamadı. Oysa içindeki içdenizi biliyordu. Hatta zamanın hoyrat sarmalında nasıl oluştuğunu, derinleştiğini de biliyordu, korkuyla, acılı bir vazgeçişin boyunduruğunda izlemişti olan biteni. Sonra da tsunamilerin oluşmasından, o içdenizinin taşmasından da çok korkmuştu. Dalgalar, onu alıp götürseydi, umurunda değildi ama ya yakınlarına, çevreye zararıyla nasıl baş ederdi? Onlar, ne denizden, ne de nasıl oluştuğundan haberdardı. Belki de büyük cesaretle alalanmış ahmakça korkulardı, korkuları. Belki de haklı korkulardı. Ama öyleydi işte. Kim, kendini var eden öncelliğin eksik gedik kodlarından kendini tamamen kurtarmış ki… Belki de bütün bunlar aklanma çabalarıydı. Belki bilemediği, bir başka türlü bencilliğin izdüşümüydü. Kim bilebilir ki kendi derinliğini? Sonuçta, o içdeniz oluşmuştu. Artık, belki ahmakça, belki haklı korkularının itimiyle, dış rüzgârların yıkıcı dalgalarına karşı korumalıydı içdenizini. Nice emek harcamış, nice kendinden vazgeçişler yaşamıştı o yapay, güçlü setleri oluşturmak için. Ama şimdi, onca onca zaman sonra… Şu garip karnavalın, şölenin ya da ritüelin bir yerinden kopup gelen, rüzgârlaşan şu ılık nefes, işte şu ses… Korkuların bitimsiz burgacındayken, artık karşı konulmazcasına çağıran şu ses… Görkemli bir davet ve ürkek bir icabet… Korkularını var gücüyle geriye geriye çeken bu ses ve kendinin inatla ona doğru atılan, dizginlenmez adımları… O müthiş, ezici, kahredici yerleşik direncinin, güneşte kalmış tereyağı gibi eriyişi sonra… Bitişi, tükenişi… Ses; el oldu, değdi tene bir kez. Ses; kol oldu, sardı tini bir kez. Ses; urağan oldu, dev dalgalar oluşturdu, tüm setleri yıktı. Ses; upuzun bir ırmak oldu, aktı o içdenize, aktı, aktı… Deniz; içti ırmağı, içti, içti… Deniz; ırmak oldu, deniz urağan oldu… Sonra yükseldiler, yükseldiler…Yer, göğe yükseldi; gök yere indi. Görülmemiş bir medcezir idi… Gökkuşakları, sardı sardı, çözdü çözdü, çözdü çözdü sardı onları. Tin neredeydi?... Ya beden? Bu ne amansız, ne yaman bir şahlanıştı… Varoluşun yok oluşunda, varoluş… Ya da yoklukta varlık, varlıkta yokluk… Şiddet, şiddet olalı, hiç böyle güleryüzlü, sevimli ve sıcacık olmuş muydu acaba? Abıhayat ile böylesine yunup yıkanmış mıydı?... İsyan isyan olalı, böylesine gönüllüce bir teslimiyetin dinginliğine bırakmış mıydı kendini? Ahhh Lilith!... Canım kadın… Asilerin en güzeli… Ne Adem anladı seni, ne Havva… Ne de Tanrı… Anlasalardı eğer, ah bir anlasalardı… Karnaval, şölen ya da ritüel… İŞTE BİTTİİİ !!!…(mi?...) 18.06.2012 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |