..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir. -Cervantes
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu > Necmettin Yalcinkaya




15 Ocak 2014
Acı Esintiler  
acıiesintileradanaamcamlar

Necmettin Yalcinkaya


İzmir 1 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığından süren davamız nihayet bir karara bağlandı. Hakkımda istenilen 5 yıllık ceza da onaylanmış oldu. Ama avukatlarımız temyize başvurdular. “Sonuçlanması birkaç yıl sürer…” dediler.


:ADHD:
O süre içinde yurtdışına kaçma planları yapmaya başladık. İlk grubun içinde ben de vardım. Ama ekildim. İbo ekti beni. Dede, “İbo istemedi seni” dedi. Yıllar sonra İbo’yla buluştuğumda sordum: “Dede istemedi seni” dedi. İkisine de inanmadım.

Babam: “Askere git oğlum o zaman, kendini unutturursun “ dedi, “sap gibi ortalıkta gözükmezsin hem” Arkadaşlara kızgınlığımdan hemen gidip askerlik şubesine başvurdum. Başvurum bir haftada neticelendi. Bahriyeli olmuştum. İskenderun’a çıkmıştı acemi birliğim. Annem ve babamla İzmir Otogarında vedalaştık. “Adana’da amcan ve halanda bir iki gün kalır, oradan askeri birliğine teslim olursun” dedi babam. Annem de başıyla onayladı onu.

Otobüs hareket etti, el salladık birbirimize. Annem ağlamaya başladı, acısını içine akıttı babam. Gözlerini kaçırdı benden, başını yere eğdi. Otobüs sessizce terminalden çıktı, hızlandı birden. Derin düşüncelere batıp batıp çıkıyordum. Otobüs uzaklaşırken, gençliğim, anılarım, sevinçlerim, hayallerim ardımda, İzmir’de kalıyordu. Yapraklarını dökmüş bir ağaç gibiydim, yapayalnız.

Konya Karaman’da verilen molanın ardından tekrar hareket etti otobüs. Başımı çaresizce cama dayamış, uzakları gözlüyordum. Otobüs yavaş yavaş yol alıyordu dağ yolunda, aşağıda Göksu nazlı nazlı akıyordu. Silifke’de mola verdi... Silifke’nin türkülere konu olan o meşhur yoğurdunu beğenmedim nedense. Çok yavan geldi, belki de ağzımın tadı yoktu. Muavinin bağırtısıyla otobüsteki yerimi aldım. Nihayet on bir saatin ardından Adana Otogarında son buldu yolculuğum. Yavuzlara giden belediye otobüsüne bindim. Şoför beni demir bir köprünün başında indirdi. “Köprüden karşıya geç, soldaki ilk sokak” dedi.

Köprüyü geçtim, hemen bitiminde, yerde boş zeytin kasaları üst üste dizilmiş, sarı boyalı bir evin önünde tahta kanepeye ve yere kadınlı erkekli bir grup oturmuş çay içiyorlardı. Bir kadın görünce beni ayağa fırladı birden. Kapısı ardına kadar açık olan koridora doğru bağırdı:

“Hüseyin, Hüseyin, bu gelen Hasan Abimin oğlu” dedi, “ ama hangisidir bilemiyorum”

Ben o güne kadar yengemi görmüş değildim, ama o beni babama benzetmiş ve hemen tanımıştı. Amcam uykulu gözlerle, üzerinde çizgili pijama takımıyla sokağa fırladı. Bana doğru seğirtti. Sarıldı bana, bir güreşçi gibi belimden tutup havaya kaldırdı. Neredeyse düşecektim. Yanaklarımdan defalarca öptü. Yengem koştu, arkasından kuzenlerim. Sarıldık, bir sevgi yumağı oluşturduk oracıkta.

Tahta kanepede yer açtılar bana. Bir tepsinin üzerinde yeni pişirilmiş, arasına yeşil taze soğan ve peynir konulmuş dürüm ekmek ve çay elime tutuşturuldu. Amcakızları koşarak geldiler yanıma, sağlı sollu boynuma sarıldılar. Sevgiyle ışıldıyordu gözleri. Bir sokak ötede oturan halama haber salınmış. Halam ağlayarak geldi. Sarıldı bana, öptü de öptü. “Ben sana kurban olurum” diyordu. Arkasından halamın çocukları damladı. Bir anda kapı önü panayıra döndü sanki. Yoluna giden arabalar yavaşlıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

“Askerlik için geldim” dedim, “İskenderun’a gideceğim” Amcaoğlu Kemal, “Ha ben orayı biliyorum” dedi, “birlikte gideriz.” Sonra yüzüme bakarak “Ne zaman teslim olacaksın?” dedi.

“İki gün sonra”

“İyi iyi o zaman, Adana’yı bir güzel gezdiririm seni”

Sohbetimiz gece yarısını geçmişti. Sabaha karşı uyuyabildik ancak. Erkenden kalktık, sabah kahvaltısının ardından çıktık evden. Kanal boyu yürümeye başladık. Ardından taksi dolmuşa binip şehir merkezinde bir yerde indik. Amcaoğlu, “Burası Küçük saat, şurası Büyük Saat, orası… “ diyordu.

Seyyar bir satıcının önünde durduk. Amcaoğlu Kemal bana ayna, jilet, cımbız, tırnak keseceği… satın alarak hediye etti. Kabul etmedim önce. “Sen de bana alırsın” dedi, neşeyle, gevrek gevrek güldü. Hayır diyemedim.

Küçük bir köfteci dükkânına girip Adana kebabı yedik, bol bol şalgam suyu içtik. Nehrin kıyısından yürüyerek, baraja gittik. Asma bir köprüden karşıya geçtik. Orada Cici Bici yedik. Güzeldi Adana ama havası çok basıktı, ter içinde kalmıştım. Ayakkabı ve çoraplarımızı çıkarıp suya soktuk ayaklarımızı. Başımızı da suya daldırmadık değil. Serinlemiştik. Birbirimizden ayrı geçen yirmi bir yılın acısını birkaç saatte çıkarmaya çalışıyorduk. Akşama eve vardığımızda “Anos halan davet etti seni” dedi yengem.

Gittik gece yarısı döndük. Sabaha kadar konuştuk neredeyse. Ancak bir iki saat kestirebildim. Sabah kahvaltısının ardından ev halkıyla vedalaşıp tuttuk İskenderun’un yolunu. Bir iki saat sonra İskenderun’a vardık. İzmir’e benziyordu; manzarası, havası, suyu, sahili…

Bir berbere götürdü amcaoğlu beni. Berber anlamıştı. Önce saçımı arkadan kesmeye başladı. İşini bitirdikten sonra, ayna tuttu yüzüme. Kendimi görünce tanıyamadım. Başka biri olup çıkmıştım sanki. Yüzümdeki keder aynaya vurmuştu.

Bir paytona binip 1. Deniz Er Eğitim Komutanlığına gittik. Kapıda teslim edildim. Tek sıra halinde dizildik, bir depoya alındık, elimize ayakkabı, iç çamaşırı, elbise ve kep tutuşturdular. Kimimizin bedenine küçük, kimimizin bedenine büyük geliyordu elbiseler. Kendi aramızda değişiyorduk. Yalnızca ayakkabı numaralarımız bir numara büyük verilmişti. Nedeni ise; eğitim sonra ayakların şişerek büyümesi.

Koğuşlara verildik sonra. Yattığım yeri beğenmiştim. Soluksuz yatmıştım. Ayrı bir dünyada yaşıyor gibiydim sanki. Aynı mahalleden iki arkadaşımı, aynı koğuş içinde olmamıza rağmen ancak beş gün sonra görebilmiştim. On beş günlük bir eğitimin ve yemin töreninin ardından, çarşı iznine çıktık. Ben bir otobüse atladığım gibi kendimi Adana’da amcamlarda buldum. On beş gündür yıkanmamıştım. Üzerimdeki beyaz fanilanın rengi grileşmişti. Çoraplarımı ayağımdan çıkarıp attım kapı önündeki çöp tenekesine. Yengem termosu yaktı hemen. Banyoyu hazırladı. Utanmama karşın beni bir güzel lifleyerek yıkadı. Fanilamı kaynattığı suda yıkadı. İpe asarken “Kusura bakma yeğen” dedi yengem, “herhalde çamaşır suyunu fazla kattım, fanilaların rengi açıldı”

“Önemli değil yenge” dedim, “kim görecek içimdeki fanilanın rengini”

İçim acıdı birden. Mahzunlaştım. Sevdiklerim geldi aklıma. Fanilanın rengi açılmışken içimdeki renkler bir bir karardı.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplumcu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yeni Bir Gün, Yeni Bir Umuttu Onun İçin…
Mendil Sen Kokuyordu
Orada
Töre ve Zulüm/ Bölüm 4
Töre ve Zulüm/ Bölüm 3
Töre ve Zulüm/ Bölüm 5
Töre ve Zulüm/ Bölüm 2
Töre ve Zulüm/ Bölüm 7
Töre ve Zulüm/ Bölüm 6
Töre ve Zulüm/ Bölüm 1

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Zehra
Kısa Bot
Toprak Kokusu
Sahile Vuran Kelebek
Kömür Gözler
Balik ve Melisa
Anamdan İnciler/ Anamın Entarisi
Bir Gün Mutlaka!
Böcek
Anamdan İnciler/ Topal Fayansçı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Yanım Eksik Kalır [Şiir]
Alıp Getirmeli Seni Bana [Şiir]
Göğü Kucaklamak [Şiir]
İnadım İnad İşte... [Şiir]
Susturamam [Şiir]
Sana Koşarken [Şiir]
Yapayalnız Bir Başıma [Şiir]
Resmine Baktıkça [Şiir]
Bu Gece... [Şiir]
Sırası Mıydı? [Şiir]


Necmettin Yalcinkaya kimdir?

1960Sarıkamış doğumlu. 1977-78 İzmir Namık Kemal Lisesi Edebiyat mezunu. Ozan Yayıncılıktan 12 Eylül’de Çok Güldük Netekim! Mendil Sen Kokuyordu ve Stres Bileziği ve On Çocuktuk Anı/Öykü. Çeşitli dergi ve sitelerde öykü, şiir yazarlığı. Ayrıca Edebiyatbahcesi. net sitesinin kurucu emekçisiyim. Yürüyüş, sinema, tiyatro ve olta balıkçılığı hobilerim var. Yazmayı ve okumayı seviyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Tolstoy,Ahmed Arif, Nazim hikmet, Cengiz aymatov,


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.