En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
Sonuncusu tuz biber ekti. İki haftadan fazla süren, artçı sarsıntıları devam eden, paçavra hastalığı da denen şu grip salgını aşılara karşın her yıl beni de ziyaret eder. Bu kez fazla salladı. Gençlikten olsa gerek. Yalnızca öksürük aksırık nöbetleriyle bölünen, çeçe sineği ısırmış gibi sürekli bir uyku hali. Baş dönmeleri, aşırı halsizlik… Sersemleşmiş, sanki samanla doldurulmuş bir kafa… Griptir, ülkemizde bu yıl, 51 kişiyi çekip götürse de geçip gidiyor. Beni korkutan, öyle kırk elli kişiyle sınırla kalmayacak, hızla yayılan başka salgınlar. Tüm topluma bulaştırılması amaçlanan, insanları yılgınlığa iten, korkuya boğan, kin, nefret, öfke biriktirerek üreyen ya da toplum mühendislerince laboratuvarlarda özene bezene üretilmiş, kanlı olaylara neden olan virüslerin yarattığı salgınlar… Yandaş medya, yandaş kamu görevlisi, yandaş güvenlik gücü, yandaş esnaf, yandaş işçi köylü, yandaş eğitim, yandaş hukuk, yandaş din kardeşi derkeeennn… Tüm toplumu yandaş katil, yandaş şehit üreten bir fabrikaya dönüştüren bir sürece hızlı giriş… Görülmemiş olaylar… Tüm ülkede, ancak savaş durumunda olabilecek, pek çok şaibeyi barındıran, yetkililerce bir türlü akla yatkın açıklama yapılmayan/yapılamayan elektrik kesintisi… Toplumun en örgütlü kesimi, futbol taraftarlarını teröre çekmeye yönelik provakasyonlar… Berkin Elvan’ın katillerinin açıklanmasını isteyen, yirmili yaşlarda iki gencin elini kolunu sallayarak Çağlayan Adliyesine girişi… Berkin Elvan cinayetinin faillerini ortaya çıkarmaya samimiyetle çalıştığı söylenilen Mehmet Selim Kiraz’ın, yani hukuka saygısını korumasını başarmış nesli tükenen insanlardan biri olduğu bildirilen korumasız savcının rehin alınışı ve olay duyulduğu anda yürüttüğümüz tahminin doğrulanışı… Kurtarılma olasılığı varken 5 kurşunla mı, on kurşunla mı işlendiği, hangi silahlardan çıktığı hâlâ resmi olarak açıklanamayan, sayısız sorunun karanlıkta kaldığı bir cinayet ve rehin alma olayını gerçekleştiren yirmili yaşlardaki gençlerin savcıyla birlikte trajik ölümü. Merhum savcının taziye evinin önünün bindirilmiş kıtalar tarafından işgali ve bir lideri protesto, diğerini alkışlayan mitingler… Akıl alır gibi değil ama gerçek ne yazık ki: Dokuz saat görüşüp de devletin savcısını kurtaramayan güvenlik güçlerinin, devlet katında kutlanması… (Aklımıza nasıl mukayyet olacağımızı, birileri öğretmeli bize) Genç bir kadının Emniyet Müdürlüğü önündeki intihar saldırısı… Oğlu öldürülmüş babanın linç edilmesi, kan revan içinde bırakılması… Öldürülen diğer gencin cenaze evine, güvenlik güçlerinin gözü önünde yapılan linç amaçlı saldırılar… Sosyal medyada ise, coğrafyamızda süregiden halkları birbirine kırdırma istemini, politikalarını hiç düşünmeden, adeta onlara hizmet edercesine yazılıp çizilen nefret ya da ölümü kutsama yazıları… Ve gerçekleri görenlerin yılgın, korku dolu suskunluğu… Teröristler öldürüldü diye zil çalıp oynayanlar, fırsat bilip tüm sola tehdit yağdıranlar, mezhep ve etnik çatışmayı körükleyen bir yanda. Savcıyı rehin alıp bu karanlık eylemde onunla birlikte canlarından olan o yirmili yaşlardaki çocukların gerçekleştirdiği eylemin kime ne yarar veya zarar sağladığı düşünülmeden kutsanması diğer yanda… Hem de dünyada ve ülkemizde sayısız örneği yaşanmışken, nice özverili genç yitirilmişken ölümlü eylemi kutsamak… Bilim ve akılla yoğrulmamış, körü körüne her türlü inancın; inananların beklentilerinin değil de o insanların yok edilmesine yaradığı onca deneyimimiz varken hem de… Ve elbette, böyle durumlarda her zamanki gibi ardından pek çok gencin tutuklanmasını getiren operasyonlar… Gel gör ki nedense acılı ailelere, o cenaze evine, o en insani ve en büyük acıya, evlat acısına bile sahip çıkamama aczi… “Sahip çıkamayacağım eyleme, paylaşmayı beceremeyeceğim acıya başka gençleri özendirme, yüreklendirme hakkını nereden buluyorum?” sorusundan nasıl da uzak, nasıl endişe verici bir kutlama-kutsama halidir bu, anlamak mümkün mü? İçeri alınan çocukları çıktıklarında bekleyen seçenekleri de sıralayalım mı? Ya korku, yılgınlık, sinmişlik, dünyadan elini eteğini çekmişlik… Ya çözülme, itirafçı, muhbir olarak salıverilme… Ya daha bilenerek, hınçla çıkma… Ya da örgüt içi, örgüt dışı cezalandırma, bir nedenle kim vurduya gitme. Genç kuşaklar değil ama bizler bunlara tanık olmadık mı? Sonuç; en kanlı, en büyük teröristlerin gizlenmesi, arttırılan baskı yöntemleriyle, şiddetle yığınların sindirilmesi. Sömürünün, talanın, vurgunun, her türlü ahlaksızlığın, yolsuzluğun, yalanın, cinayetlerin kanıksatılması. Çeşitli şehadet mertebeleri sunularak yürütülen kanlı, iğrenç bir sistem. Emperyalist politikalara bağlanmış, onlardan güç alan, kire bulanmış iktidar koltuklarının sevdası uğruna, ekonomik ve politik çıkarlar uğruna Arap ülkelerinde, tüm Ortadoğu’da kol gezen vahşete, kırıma, kıyıma ülkemizden çıkarılan bir davetiye değil midir bu olaylar zinciri? Ey vatan, millet, bayrak, din iman adına yüreğinize doldurulan kini, nefreti ağzınız köpürerek haykıran, gerçek teröristleri göremeyip yaşıtınız gençlerin katlinden sevinç duyanlar! Ey eylemi kutlayıp yirmili yaşlarda katledilen yoksul çocukları kutsayarak teşvik edenler! Berkin Elvan’ın annesiyle babasının hepinize yaptığı çağrıyı, son açıklamalarını okuyun lütfen! Dayanılmaz acının, elemin yakıp kavurduğu o çığlığı duymalı herkes. (http://berkinelvan.blogspot.com.tr/2015/04/ailemizin-son-acklamasdr.html) Yetiştiği sosyal, ekonomik, kültürel yapıya ve çevreye göre biçimlenen çeşitli düşünce ve inançlar uğruna yine birbirini mi kıracak gençlerimiz? Evet hep gençler… Taraflar ayrı ama ölenler, öldürülenler hep yoksul gençler… O heyecanlı, isyankâr ruhlar! Askerde, dağda, kentte, kırda katledilen, birbirine kırdırılan hep gençler, hep gençler… Ege Üniversitesinde katledilen ülkücü Fırat Çakıroğlu öldürüldüğünde sosyal medyada bu temayı vurgulayan bir şeyler yazmıştım. Olay sıcaktı ve katil zanlısı henüz bilinmiyordu. Ne fark ederdi ki benim için. Ölen de öldüren de gençti ve onların birbirini düşman bilmesinde en son suçlanacak kişiydi o gençler, ilahlara sunulan kurbanlardı onlar bana göre. Fırat’ın bir öğretmen çocuğu ve cinayet zanlısının, 14 çocuklu, Çataklı yoksul bir çiftçi olan Serno ailesinin dördüncü çocuğu üniversiteli Nurullah Serno olduğunu sonra öğrendim. Nurullah, annesine telefonda okulda çok baskı gördüklerini söylemiş. Annesi de “Aman sen karışma oğul, okulu bitirip gel. Ben seni okumaya gönderdim” dermiş. Bu yayınım üzerine, fanatik mahallelilerden salvo ateşi başladı hemen. Vatansever ülkücüyle PKK’lıyı nasıl bir tutardım? (Vatan, bayrak tanımaz komünisttim) Ya da ezilen halkın baskı gören çocuğuyla bir faşisti nasıl bir tutardım? Gizli Kürt düşmanıydım. Ben, savaşlarda, çatışmalarda, siyasal cinayetlerde vurulan gençlerin katlinde ve kendini satmamış, dürüst yetişkinlerin, dürüst görevlilerin, aydınların katlinde silahı satan, veren elleri, amaçlanan oyunları görüyorum yalnızca. Maktulleri ise yalnızca oğlum, kızım, dostum, arkadaşım olarak görüyorum. Ne yapayım, elimde değil. Kimilerine göre ideolojim devreden çıkıyor ya da savunduğum ideolojiye hiç yakışmıyordum. Kimilerine göre, tastamam dünya görüşümün insanıyım. Kimilerine göre de ağzımla kuş tutsam işe yaramazın tekiyim zaten. Anlayacağınız bu mahallelerde yer bulamaz biriyim. Ne yapalım benim aklım, yüreğim böyle söylüyor, yalnız onlara biat etme gibi kötü bir huyum var ve en kötüsü de susamıyorum. Kim ne derse desin… Umurumda değil. Dedik ya grip ufak zayiatlarla gelir geçer ama bu salgın vebadan beter ve etnik, dinsel, mezhepsel, şoven belirtilerle ortaya çıkıp yayılıyor. Öfke, kin, nefret, düşmanlık, linç, kan, ölüm saçan bir virüs dolaşıyor coğrafyamızda. 2004’ten beri 18 yaşından küçük tam 212 çocuğun siyasal olaylarda katledilişi, Uludere,/Roboski, Reyhanlı, Güneydoğu’daki 6-7 Ekim olayları, siyasal görülmese de toplumsal bir cinnetin, kadın cinayetlerinin artışı, üniversitelerde başlayan şimdilik ufak tefek çatışmalar ve diğerleri… Sıkıyönetim ilanları, büyüklerimize açılan, çocukların bile sanık olduğu sayısız hakaret davaları, “Gözünün üstünde kaşın var, yürü karakola” yasaları ve torbalara tıkılan nice antidemokratik yasa, halkı daha da yoksullaştıran ekonomik kararlar… Ve biriken hoşnutsuzluğu, öfkeyi bastırmanın akıl almaz yöntemleri… Bu yöntemlerle gelen cinayetler… Ey bütün mahallelerin salvocuları! Ağzınıza geleni söyleyin, sövüp sayın. Ama ben sizden anlamanızı dileyeceğim yine de… Geçmişte çok yaralandık, çok acı çektik. Son yıllarda ise Gezi eylemleri ve sonrasında katledilen o güzelim gençlerin açtığı iyileşmez yara, duyduğum acı, şimdi de Berkin’in katillerini cezalandırmak isteyen Savcı Mehmet Kiraz, onu rehin alan Şafak Yayla, Bahtiyar Doğruyol, canlı bomba Elif Karsen, Çataklı Nurullah, ülkücü Fırat ve Burakla ve sürekli deşiliyor, daha da derinleşiyor. Bu salgın daha önce de kırıp geçirdi, tertemiz pırıl pırıl yoksul gençlerimizi. Ve gele gele ortaçağın alaca karanlığına geldik. Koyu karanlık bastırmak üzere. Az kaldı. Çok az kaldı. 06.04.2015 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |