Bir insan bir kaplaný öldürmek istediðinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediðinde buna vahþet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Üzerime kýsa pantolonumu geçirip, içi peynir dolu, yarým ekmekle sokaða attým kendimi. Arkamýzdan annemin sesi duyuldu: “Karanlýða kalmayýn e mi?” Yaklaþýk on afacan çocuktuk. Gürçeþme Huzurevi’nin yanýndan Menderes Caddesi’ne iniyoruz. Durakladýk. Huzurevinin bahçesinde onlarca heykel âdeta ayakta dikilmiþ bizi izliyordu. Bekçi bizi görünce uyuz oldu: “Defolun gidin lan yolunuza!” Yolun karþý tarafýna koþarak geçtik. Hýzla geçen arabalara bakakaldýk. “Bir gün bizim de böyle bir arabamýz olur mu?” diye sordu Arap Kenan. Yanýt veren olmadý. Cadde boyu tek sýra halinde ilerlemeye baþladýk. Evler düzenli, bakýmlý ve de çok güzeldi; sundurmalý, bahçeli, balkonlu, sürgülü demir kapýlý… Oysa bizim oturduðumuz mahallede sokak lambasý bile yoktu; olanlar da doðru dürüst yanmýyordu. Saðýmýza solumuza merakla baktýk. Birileri bizden uyuz olmuyor deðildi hani. Demiryolundan geçerken raylarýn üzerinden yürümeye baþladýk. Önce Elbeyi dengesini kaybedip düþtü, ona gülerken bu kez Davut düþtü. Elbeyi düþtüðü yerden Davut’a güldü. “Haydin gidelim“ dedim, “Bir yerlerimizi yaralamadan.” Raylarýn üzerinde yürümeyi býrakýp Kapalý Sinema‘nýn olduðu sokaða girdik. Sinema afiþlerine hayran hayran baktýk. Kendimizi o zamanki kahramanlarýmýzýn yerine koyuyorduk. Kimimiz Cüneyt Arkýn, kimimiz Yýlmaz Güney… Þýrno, Davut’a “Erol Taþ” dedi. Kýzdý Davut. “Kýzma ya, bana da ‘Camoka’ diyorlar. Ben kýzýyor muyum?” dedi Þükrü. Gülüþtük… “Ne yapalým oðlum sen de Camoka’ya benzemeseydin!” dedi Davut. Sýkýldýk, afiþlere bakmaktan vazgeçip yolumuza devam ettik. Yolun solunda, tek sýra halinde yürüdük. Bir hareketlilik çarptý gözümüze… “Ulan bu kalabalýk da ne böyle?” diye sordu Elbeyi. “Ne bileyim!” dedim. “Kaza mý oldu ne?” diye sordu merakla Þükrü. “Ne kazasý oðlum, görmüyor musun insanlar tek sýra halinde kuyruk olmuþlar,” dedi Hacý Mehmet. “Aa baksana ellerinde plastik çatal, tabaklar var,” diye baðýrdý Sinan, þaþkýnlýðýný gizlemeden. “Býrakýn yorum yapmayý da gidip bakalým,“ dedi Davut. Kendisine Erol Taþ denmesinden ötürü kýzgýnlýðý sürüyordu hâlâ. Kuyruk tek sýra halinde ilerliyordu. Ýçinde kýzgýn yað bulunan bir kazana, beyaz gömlekli, göbekli biri lokma döküyor, bir yandan da kâðýt peçeteyle alnýnda biriken terleri siliyordu. Kýzgýn yaðda piþen lokmalarý delikli süzgeçle alýyor, üzerine þerbet dökerek, sýranýn en öndekinin eline tutuþturuyordu. Canýmýz çekti. Aç gözlerle bakýyorduk. Kuyruða girdik. Sonra birileri kýzmasýn diye, geri çekildik. Dünya tatlýsý, gözleri gök mavisi, sarýþýn, yirmili yaþlarda bir kadýn yaklaþtý yanýmýza. Omuzuma dokunup baþýmý okþadý. “Korkmayýn, korkmayýn” dedi, “Çok lokma var; size de yeter.” Elimden tutup beni bahçe kapýsýnýn önüne götürdü. Elleri öyle sýcaktý ki, avuçlarýmýn içi terledi. “Kaç kiþisiniz?” Heyecanlanmýþtým. Bir an durup sesli sesli saymaya baþladým. “Ben, Sinan, Hacý Mehmet, Elbeyi, Nedret, Nuralp, Ali, Haydar, Davut…” Sonunu getirememiþtim. Güldü, elime on-on beþ kadar plastik tabak-çatal tutuþturdu. “Annemizi elim bir trafik kazasý sonucunda yitirdik, ona lokma döktürdük.” Gözleri nemlendi, dudaklarý titredi. Ýçim burkuldu. Yüreðim acýdý. Utandým. Tabaklarý geri vermek istedim… “Yiyemem, üzgünüm,” dedim. Güldü… “Yemezseniz, annem yattýðý yerden rahatsýz olur,” dedi. Sonra kâðýt peçeteyle yüzümü sildi, yanaðýmdan bir kesme aldý. “Hadi arkadaþlarýný bekletme.” Nihayet sýra bize gelmiþti. Lokmacý tabaklarýmýzý tepeleme doldurdu. “Canýnýz çekerse yine gelin” dedi sevgiyle. Sýrtýmýzý duvara verip lokmalarýmýzý sessizce yemeye baþladýk. Tekrar tekrar alýp yedik. Bir ara Þükrü: “Ýyi ki de ölmüþ diyesi geliyor insanýn” dedi, “Yoksa bu kadar lokmayý düþümüzde bile göremezdik!” “Camokalaþma!” diye aðýz birliði etmiþçesine baðýrdýk ona. Pustu, “Yahu, þaka yaptým.” dedi, baþýný eðerek. “Bir daha böyle eþek þakalarý yapma! Yaparsan bir daha seni yanýmýza almayýz” diye de bir güzel tehdit ettik onu. Teþekkür edip ayrýldýk oradan. Soyunduk, Kýzýlçullu köprüsünün altýndan akýp giden dereye attýk kendimizi. Kurbaða ve tatlý su kaplumbaðalarýyla bir güzel yüzdük. Sonra büyükçe bir kayaya uzanýp güneþlendik.
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |