"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller |
|
||||||||||
|
Kimden söz edeceğim. Elbette Kani Abi’den. Yıllarca aynı sokakta oturduk. Aynı kahvede birlikte önemli maçları seyrettik. Taraça Meyhanesi’nde kafa çektik. Aynı sokakta yıllarca oturduk. Kayınpeder tahtalıköye göçünce evi de kızına kaldı. Komşuluğa mesafe koyduk ama arkadaşlığı değil. Arkadaşların genelde huyu suyu birbirine benzer. Biz aynı takımı tutmayız. Aynı partiye oy de vermeyiz. O rakının yanında balık sever, ben pirzola. Ben sarışın kadınları beğenirim o illa esmerleri. Ben arada altılı yaparım. O yazı tura bile atmaz. Bizimkisi benzemezin arkadaşlığı, Neredeyse her gün ikindi sıralarında parka gelir. Elinde naylon bir poşet… İçi kâğıtlarla, kitaplarla dolu... Bir ayağı azıcık aksar gibidir. Mazisi derin. Ve kocaman kırmızı yüzlü bir adamdır. Yeşil gözlerini kitaba ya da okuduğu kâğıtlara iyice yaklaştırır, öyle okur. O saatlerde ben de parka gelirim. O kitap okur, ben yürürüm. “Sen bedenini besliyorsun, ben de beynimi, ”der. Söylediği ne tam yanlış ne de tam doğrudur. Ekmek, makarna ve biradan oluşan göbeğimi eritmeye çalışıyorum. Bacaklarım neredeyse pes etti edecek. Kilomu biraz azaltmazsam birkaç yıla kalmadan yürüyemez hale gelirmişim. Doktor ya spor yap, ya da diyet dedi. Kani Abi iyi adamdır, hoş adamdır. Azıcık da entel dantel bir adamdır. Çok okur, az yazar… Yazdıklarını durmadan bozar. Yeniden ama yeniden bıkmadan yazar. Sanki bir şeyden anlarmışım gibi yazdıklarını bana okutur. “Bak bakalım nasıl olmuş,” der. Sadece hatır, gönül için okurdum. Oysaki okumak kim, eleştirmek kim, beğenmek kim, ben kim? Elime tutuşturduklarını dikkatlice okurdum. Elimde değil, bitirince gülerdim. Ben gülünce azıcık darılır, yüzünü asar, beş on saniye sonra her şey normale dönerdi. Her zaman yaptığı gibi yine üzerinde bir şeyler yazılı kâğıdı bana uzattı. - Oku bakalım, dedi. - Ama abi, darılmaca yok tamam mı? - Uzun etme oku şunu. Benden bir şeyler söylememi bekliyorsun. Hayır, konuşmayacağım. Kelimeler sadece sesten ibaret değildir. Onların renkleri de vardır. İşte sen o renklerden istediğini seçip kendine anlamlar çizebilirsin. Kalırsan başka sevinirim, gidersen başka. İnsan hep kendi yerinde rahat… İnsan bin kilitli bir sandık. İçinde ne var? Bilemiyoruz. Aklımız hangi gölgede soluklanır. Hangi kuytuda huzur buluruz? Bu işin sırrına erilemedi. Bir yazgının akıntısına kapılıp gidiyoruz işte. Ne senin bana bir borcun var. Ne de benim. Aldık, verdik bir horoz kestik. Ama birbirimizi yenemedik. Seni yolundan alıkoyacak gücüm yok. Merhametini kederlerimin üzerine örtmeni de istemiyorum. Bir akşamüzeri kalabalık bir sokakta karşılaştık sayalım. Sen bana baktın, ben sana. Herkes yoluna devam edip gitti. -Ya abi sen bu karıyı niye bu kadar kafaya taktın anlamadım? - Ne karısı be oğlum? - Ben anlarım. Resmen karıya trip atıyosun işte. - Kimden bahsediyorsun sen ya? - Kimden olacak, şu eczanede çalışan karıdan. - Yok, böyle bir şey ya... Resmen uyduruyorsun. Hem de fukaranın günahını alıyorsun. -Yeme beni şimdi, Ne yaptı yine? Çaya mı gelmedi? Muhallebiciye mi senle? Bir şeyler söyleyecek gibi bana baktı. Küçük bir gelgitin ardından sustu. Torbasından başka bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. -Falcılık yapmayı bırak, bir de şunu oku, dedi. İnsan yani deri ve doku kaplanmış beden anlatılacak bir şey değildir. Bir olayla, yaşadıkları ile anlatılmaya değer bir hal alır. Bir falcı gibi ortaya karışık cümleler söyleyebilirim. Ama içlerini dolduramam. Tanıdığım diğer insanlardan daha durgun birisin. Çillerinin tamamı yüzünden silineli de çok olmamış sanki. Kaşların yarım olabilir ama çatılmaya görsünler, Öylece inatla günlerce durabilir gibi geliyor insana. Acıları seçip yaşayamaz insan. Senin payına biraz fazlası düşmüş olmalı. Sükûnetin bu yüzden katmerli, gülmelerin eksik... Bağıra çağıra şarkılar söyleyecek birine hiç benzemiyorsun. Delilikler yapacak, kafası bozulunca Roma’yı yakacak biri de değilsin. Herkesin aradığı o tenha limana varmak istiyorsun sadece. Ve kimsenin etlisine, sütlüsüne karışmadan kendi yağında kavrulmayı… Herkes gibi sevilmeyi istiyorsun. Çok sevmeyi ve bu sevgiye değer verecek insanı bulmayı. Ve elbette sevmeyenlerimiz var. Attığın her adımı takip edenler. Seni küçük düşürmek için pusuda bekleyenler. Üç vakte kadar diyemem ama her yeni gün mutlaka güzel bir şeyler de getirir. Bir bahar sabahı gökten düşen üç elmadan biri belki senindir. Ve belki başkalarının kerevete çıkma, seninse muradına erme sıran gelir. Bitirdikten sonra yüzüne muzipçe gülerek baktım. Söyleyeceklerimi tahmin ediyordu. - Sen bu kadına iyice abayı yakmışsın be abi, dedim. - İyi atıyorsun ama tutturamıyorsun. Ben kimseye âşık falan değilim. İnsan neden yazar Anlamıyorsun. Ben içimdeki fırtınayı kâğıda döküyorum sen de sır gibi saklıyorsun. İster susarak gizle, istersen sokaklara haykır sonuç hep aynıdır. Ne aklın susar, ne de içindeki denizler durulur. Yaşam böyle bir şeydir. Benimle dalga geçsen de sen benim en sadık okuyucumsun. Eleştirmenim ve redaktörüm… Ben sana yazma demiyorum ki. Deveyi pire yapmaktan vaz geç diyorum. Sen fazla düzgün birisin. Bütün dünyayı kendine yük edinerek taşımaya çalışıyorsun. Savaşları, yoksulluğu, yok olan doğayı ve canlıları tek başına engelleyemezsin. Çocuk ölümlerini, haksızlığı ve mutsuzluğu durduramazsın. Benim bu kadar lay lay lom yaşamama kızıyorsun. Hiçbir şeye aldırmayan bencil tavrıma kızıyorsun. Ama öte yandan da sürekli mutsuz olduğun için kıskanıyorsun. - Seni kıskandığım falan yok. Ne acayip bir hayal gücün var. - Bu kadar kasma be abi, sal biraz. Böyle giderse yakında balataları sıyıracaksın. Çantasından başka bir yazı daha çıkardı ve “Oku,” dedi. Hadi ama yalan söyleme. Kıskanıyorsun işte. Neden bu kadar abartıyorsun. Kıskanmak, çekememek ve övgü beklemek kötü şeyler değil ki. Erdemlerin ve beylik sözlerin arkasına saklanmaya gerek yok. Ve kendine şöyle söyle. Ben de insanım. Herkes gibi benim de insanlara özgü yanlarım var. Hırslarım ve inatçılığım, zengin ve başarılı olma hayalim. Tamam, abarttım farkındayım. Zengin olma hayalini listeden çıkarıyorum. Peki, güzel kadınlar seni beğensinler istemez isin örneğin? Bıkmadan usanmadan seni arasın, hep etrafında olsunlar. Cevabını duydum, sağır değilim. Bir yanım sana inanmak istiyor öte yanım hayır diyor. Çünkü Krallar, sultanlar, racalar, hanedanlar bile bu isteğin karşısında duramadı. Sen kim oluyorsun. Bir gün, tek bir gün basit bir insan ol. Erdemli, dürüst, vefakâr ve sadık, cömert, merhametli falan olmak zorunda değilsin. Ne melek ol, ne de şeytan. Her ikisinden azıcık... Ama daha çok etten, kemikten, kandan irinden ol. Çiğ süt emmiş insan gibi… İçgüdülerin seni hiç terk etmeyecek. Boşuna çabalama. Benim hamurumda bilgelik yok. Nirvana’ya ulaşmama yardım edecek güçlerim de. Ne üçüncü gözüm açık, ne de kalp gözüm. Ben seni bilirim sen de beni. Kıskandın işte, söylemesen de biliyorum. Bitirince şaşırıp kaldım. Benim ona söylemek istediklerimin hepsini zaten o kendine yazmıştı. Öylece donup kaldım. Her seferinde gülüp dalga geçiyordum. Söyleyecek söz bulamadım. Okuduğum sayfayı ona geri verdim. Yüzüme bakarak bir tepki vermemi bekliyordu. - Eline, aklına sağlık... Çok güzel yazmışsın. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmez. Kadın gitti sonuçta. Hangi kadın. Eczanede çalışan… Bahriye hanım, Beni ilgilendirmez ama nereye gitmiş. Annesi hastaymış, Artvin’e gitmiş. Gidip sordun mu yoksa? Elbette sordum. Azıcık kıllandılar ama sordum işte. Kadın meselesi parkta bıraktığımız haliyle birkaç gün öylece kaldı. Dereden tepeden konuştuk ama Bahriye meselesini hiç kimse açmadı. Cumartesi akşam Taraça’da buluştuk. Haftada bir ya da iki haftada bir buluşup kafaları çekmeyi alışkanlık haline getirmiştik. Hem de çok eski bir alışkanlık. Siz şarap deyin ben rakı insanı mutlaka deşiyor. Aklınızdakiler bir çatlak bulup masaya sızıyor. Geçenlerde bir yerde okumuştum. “Sarhoşken söylenen sözler mutlaka ayıkken düşünülmüştür,” diyordu. İşime pek gelmez ama nerden baksan doğru laf. O akşam belki de şaraplarda bir piçlik vardı. Meyhaneci su falan mı katıyordu acaba? Ben üçüncü şişeyi deviriyordum. O da bir büyük rakının sonlarına yaklaşıyordu. - Bu karı beni deli edecek, dedi. - Hangi karı abi? - Sen bari ayak yapma bana, kim olacak Bahriye işte. - O tren çoktan kaçtı abi. Kadın Artvin’e gitmiş dedim ya. - Temelli gitmemiştir ya, yakında çıkıp gelir. - Senin kadar umutlu değilim. Zamanında elini çabuk tutmazsan olacağı buydu. - Kalk gidiyoruz, dedi. - Nereye abi? - Kalk oğlum işte. Fazla sonu sorma. Kalktım kalkmasına ama bir de ayakta durabilsem. Meyhane beş kat yukarıda. Merdivenleri o halimizle nasıl indik gel de bana sor. Bir taksi çevirdik. Saat geçe yarısını çoktan geçmiş, Doğru Elmas Bahçeler’e. Vay kani abi, vay. Bak sen uyanığa, kadının adresini bile biliyormuş. Taksiyi bir apartmanın önünde durdurdu. Eliyle zemin katın penceresini gösterip; - İşte burda oturuyor, dedi. - Telefonu var mı sende? -Yok. Olsa arardık dimi? - Arardık tabi, sözü mü olur? - Işığı yanmıyor dedi. Evde değil galiba. - Bu saatte ya hastaların ışığı yanar, ya da çişe kalkanların. Saat geçenin bir buçuğu… - O gelmemişse biz gideriz. - Nereye gideriz, abi dur acele etme. Yarın sabah sakin kafayla… - Başlatma sakin kafayı, - Yeniden taksiye bindik. Yalnız bıraksam başına bir şey gelecek. Mecburen uydum bu deliye. - Çek kardeşim garaja, dedi. - Otobüs terminaline vardığımızda saat ikiyi geçmişti. Yorgunduk, sarhoştuk ve yorgunduk. Bahriye Artvin’li ama hangi ilçesinden, hangi köyünden. Şimdi nerededir? Bilmiyorum. - Azıcık sakin ol, kani abi, dedim. Kadının nerde olduğunu bilmiyoruz. Telefonun bilmiyoruz. Artvin’in neresine gideceğiz, bu kadın nasıl bulacağız? - Haklısın gel şu kanepelerin birine oturup azıcık aklımızı toplayalım, dedi. Zaten iyice tükenip bitmiştik. Mevla’m yüzümüze bakmış. Oturduğumuz yerde sızıp kalmışız. Uyandığımda saat sekiz olmuştu ve Kani Abi hala uyuyordu. Dürttüm, “hadi abi evimize gidelim,” dedim. Sesini çıkarmadı. Hadi onun evde bekleyeni yok. Ben ne halt edeceğim. Eşime olan biteni anlatsam inanmaz. İnansa bile sen elin herifine niye uyuyorsun demez mi?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |