Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Yazılar, kağıtlar, unutulanlar, gecikenler, yetiştirilen işler, gereksiz telaştan saatlerini üst üste koyduğumda az kalsın bir gün daha bitecekti. Yıllar böyle birbirine benzer günlerle geçmeye çoktan alıştı. Bir ben alışamadım, boşa bir ömür savurduğum duygusundan kurtulamadım. Sokağım kusura bakma, darılma. Sen sahile çok uzaksın, denize yabancı. Bu akşam koşa koşa sana gelmeyeceğim. Ben denizi özledim, Saksağan Birahanesi’ni özledim. Paraya kıymak, iki bira içmek istiyorum. Sahil yolundan geçen insan kalabalığına karışmayı özledim. Çok gecikmem, güneş denize inerken döneceğim. Vapur düdükleri sokakların ağzını burnuna getirerek karalığı çağırdığında... Hayda sen de nerden çıktın? Körün istediği bir göz, Allah’ın verdiği içimi titreterek bakan iki siyah göz. Sen her dakikada başka bir mucizesin yaşam. Gün solmuş, güneş eskimiş, Sebahat taptaze, Sebahat yaprağında çiğ taneleriyle gonca bir gül. Başımın belası sebahat, zayıflığım Sebahat, imkansızım Sebahat. Bakamadığım, dokunamadığım, söyleyemediğim, sevemediğim Sebahat. Gel, ayakta kaldın, otur. Garson senin işin gücün yok mu be anam. Ben çekerim O’nun sandalyesini. Eh be güzelim her zaman bu kadar güzel olmaya, aklımı almaya mecbur musun sen? Ben neden mi bu gün çok az konuşuyor muşum? Bilmem, hiç farkında değilim. Elimde değil, gözlerinde kaybolmuşum işte. Oğlum, bize bir bira daha ver. Kızarmış patates, fıstık getir. İçkiden hoşlanmadığını biliyorum. Israrcı olmak ta istemiyorum. Bir tane içersin, sadece bir tane. Hadi kırma beni. Hayır canım sıkkın değil. Yorgunum biraz, bunalıyorum çok bunalıyorum son günlerde. Yaşlanıyorum belki, her şey üstüme üstüme geliyor. Eskisinden daha kolay kırılıyorum, küskünlüklerim de daha uzun sürüyor. Elimden gelse alır başımı giderim bu kentten. Kaçarım, kaçmak keşke çözüm olsa... Bu hafta sonu beni bu kentten kaçırmak mı istiyorsun? Seni yanlış mı duyuyorum? Böyle bir şey olası mı? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Garson bana bir bira daha verir misin? Duyduğum gerçekleşmesi hiç mümkün olmayan bir rüya olmalı. Eğer rüyadaysam sakın beni uyandırmayın. Akşam olmuş, güneş batmış, eve geç kalmışım. Kalayım, lütfen uyandırmayın beni. Yüz yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Benim aklımdan geçenleri mi okuyorsun? Çok güzel, gerçek olamayacak kadar güzel... Ben seninle cehenneme bile giderim, dağlar aşarım, denizler geçerim. Tutuldum, kaldım, kilitlendim... Söyleyecek sözcük bulamadım. Uzun bir sessizlik oldu, upuzun... “Sen istedikten sonra, gelmek ne demek, uçarım hatta sevinçten” diyebildim. Samimi olup olmadığımı anlamak için bütün dikkatiyle yüzüme baktı. Bakmadı, içimi oydu, yüreğimi yerinden söktü. Heyecandan titreme başladım. Bardağa uzanmıştım dökülecek diye korktum, yeniden masaya bıraktım. Bütün cümlelerim beni yüz üstü bırakıp gittiler. Konuşamadım, sustum, söyleyecek söz bulamadığım için kendimden utandım. Nedir bu acelen, bir yere mi yetişeceksin? Daha geleli bir saat bile olmadı. Otur, ne olursun biraz daha kal. Bira ısmarlamayacağım, daha iki lafın belini bile kıramadık. Gerek yok, bol soru işaretli bakışlarını harcama boş yere. Hafta sonu seninle birlikte bu kentten kaçmayı istiyorum. Nereye gideceğiz? Bildiğin sakin, sessiz, güzel bir yer var mı? Sen neresi diyorsan, orası olsun. Denizdere’ye hiç gitmedim. Sahilin güzelliği, uzun kumsallar, masmavi denizi umurumda değil. Önemli olun seninle gidecek olmam. Yarın biletleri alacağım. Cuma akşamı yola çıkarız. Gel, karanlığın içinde kaybolmadan bir kez sarılayım sana. İyi akşamlar. Yarın akşam bu saatlerde telefonla ararım seni. Kent akşamın ve hızla akan otomobil farlarının eline düşmüştü artık. Sokaklar her geçen dakika tenhalaşıyordu. İçimden otobüse binmek gelmedi. Evim sahile çok uzaktı ama yürümek istedim. Kulaklarımda vapur düdükleri, kulaklarımda günlük güneşlik bir kumsalın sesi. Biraz düş, biraz gerçek. Sebahat neden beni istedi? Binlerce kez O’na söylemek istedim. “Senden çok hoşlanıyorum” demek istedim. Söylersem bir daha yüzümü bile görmek istemez diye korktum. Oysa Sebahat ne kadar kolay söyledi. Öpmeyi düşlediğim, kollarında uyumak istediğim Sebahat, düşüncelerimi, bakışlarımı okudu sanki. İyi de o zaman problem ne? Neden sevinçten havalara zıplamıyorum? Neden sokaklara bağıra-çağıra şarkılarla haykırmak gelmiyor içimden. Neden bu kadar allak, bullak oldum. Bir kadının benden daha cesur olması mı gücüme gidiyor? Daha açık, daha içten, daha savunmasızca gelişi mi? Hayır, çok acemiyim ben, çok zavallı... Ne söylerim, nasıl giderim, nasıl sarılırım? Nasıl davranır insan, nasıl sever, nasıl sevişir? Bilmiyorum, hiç bilmiyorum işte. Birlikte oturmak kalabalık parklarda, konuşmak, nezaketten dokunmak, elini sıkmak kolaydı. İkimiz olmayı, tenha bir sahilde, duvarları benimle konuşmayan bir odada, sadece ikimiz olmayı hiç uzun boylu düşünmedim ki ben. Aklımdan geçenleri bilse gülmekten ölür, kararından döner. Çok gülünecek hallerim var, çok şaşılası endişelerim. Ben, sokaklar, parklar, deniz ve koca kent taze bir gecenin kollarındaydık. Yıldızları henüz sıcak sohbetlere bile başlamamış bir gecenin kollarında. Terden sırılsıklam yürüyorum, sırılsıklam endişeli, sırılsıklam sorular yağıyor aklıma. Yanıma hızlıca kendi yaşlarımda saçları aklaşmış bir yaklaştı. “Abi ateşin var mı?” Yüzüne bile bakmadan sigarasını yakıyorum. Kendi kendimle konuşarak yürüyorum. “Evet ateşim var, başkasının sigarasını yakacak, ama önümü aydınlatmaya yetmeyecek kadar. Ateşim var, yanıyorum, sadece şimdilik külüm yok. ACEMİ ÇAPKIN -2 Bütün gece uykuyu aradım. Yatağımın sağına soluna baktım. Yastığımın altında da yoktu. Defalarca kalkıp tuvalete gittim. Gazete köşelerinde okuduğum bütün reçeteleri uyguladım. Ayran içtim, ılık bir duş aldım, koyun saydım, keçileri ve hatta büyük baş havyvanları saydım, süte bal karıştırdım. Bildiğim hiçbir yol uyumama yardımcı olmadı. Yarın, yolculuk, hafta sonu, Sebahat, bir aksilik olmasa bari endişesi beynimi bir saniyeliğine bile bana bırakmadlar. Sabah beni kan çanağı gibi gözlerim ve ağrıdan çatlayan bir başla bulmuştu. Zoraki bir kahvaltıyla “duyup zilin sesini” güne başladım. Zaman beni ve kendini evraktan deftere savururken saatim hep Sebahat’a birkaç kalayı gösteriyordu. İkindi sonrası Sebahat garajdan, ben Çakırkuyu’dan otobüse bindim. Denizdere kasabası buradan iki saat sürer. Eğer kalbim durmazsa, ömrüm yeterse “sıkı dur gece, sakın kaçma kumsal” ben geliyorum. Yanımda kızların en güzeli, en çok düşlerimi süsleyeni... Bu akşam ışıltın ne kadar parlak olursa olsun soluk kalacaksın ay ışığı. Üzgünüm senin için yapbileceğim bir şey yok, elim darda... Otobüsümüz bağlardan, pamuk tarlalarndan, yarısı yanmış ekin anızlarından, sulama kanallarından, köprülerden kasabalardan geçti. “Kuzu kurdun, yol fordun” kamyonlarını geçemedi. Sebahat’ın elini tutmak istedim, kolumu boynuna dolamak istedim, yapamadım. Bütün yol şarkıları sevmenin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini söylediğinden havaya giremedim. Hele bir yol bitsin, akşam olsun... Yükselen toprak grubu, alçalan su ve ateş burcuna yaklaşsın. Siz beni bir de ozaman görün. Gazete falımda okudum. İş hayatım iniş çıkışlı, aşk hayatım sakin olacakmış. Allah sonumuzu hayreylesin. İşsiz ve çulsuz iyi bir aşık olmak kaderimizse elden ne gelir. Sebahat bir ara başını omuzuma koydu. İki kuruşluk aklım vardı, onuda aldı. Eline uzandım, elini tuttum, elini elime aldım. Sanki ışıklar yandı, film ara verdi. Yolculuk bitti. Korkularımın final sahnesi gelip çattı. Ya pansiyonlar almazsa bizi, oteller illa nikah cüzdanı diye tutturursa? Kapılarından dönmeye, utana sıkıla kaçar gibi gitmeye razıyım. Aşağılayıcı bakışlar adamı yerin yedi kat dibine sokmaz mı? Bıyık altından manalı sırıtmalar öldürür beni. Geldiğime, geleceğime pişman olurum. Birkaç küçük otele, pansiyona baktık. Biri hariç hepsinin uygun boş odaları vardı. Kimsenin nüfus kağıdı bile sorduğu yoktu. Sadece oda ücretini peşin olarak ödemenizi istiyorlardı. Yazın bu kalabalık mevsiminde, sahile sıkışmış balık sürüleri gibiydik. Kimsenin ağlarını doldurmak dışında başka bir kaygısı yoktu. Böyle bir günün sonunda üstünüzde yapış yapış kaymaklanan terden kurtulmak istersiniz. İlk aklınızda olan ne açlığınız, ne yorgunluğunuzdur. Odaya çıkar çıkmaz bir duş almak istiyordum. Bütün olaylar tam burada düğümlendi. Duş almak isteyen biri daha vardı. Sırayı önce Sebahat’a vermek en iyisi diye düşündüm. Ama yanlış düşünmüşüm, Sebahat sırayla değil, birlikte olmasının zamanın gelip çattığını bakışlarıyla söylüyordu. Bütün yaşamınızı sizi bekleyen olaylara hazırlamak için harcasanız bile boşuna. “Ben böyle bir şeyle karşılaşsam şöyle davranırdım” demeyin sakın. Donup kalmak, ne yapacağınıza bir türlü karar verememek kaçınılmazınız olacaktır. Aldanmayın... Soyundum, aklımda yanıtsız binlerce soru... Şimdi sadece beceriksizce titrediğimi hatırlıyorum. Emindim, son kararımdı, artık inceldiği yerden kopmasının tam zamanıydı. Nisan yağmuru tadında ince billurdan zerreler omuzlarıma akıyordu. Sebahat ve ben, birde kışkırtıcı büyülü bir sessizlik. Kocaman bir ateş gelip içime oturdu. Aklım gitti, kanım damarlarımda delirdi... Karşı konmaz bir merakla Sebahat’a baktım. Dokunduğum her yer, uçmaya sabırsız bir kuş yüreği gibi atıyordu. İçimdeki ateş her geçen saniye büyüdü. Sonra şimşekler yaladı bütün bedenimi. Sabrı tükenmiş bir sancı bedenimden dışarı haykırdı. Ayaklarım yerden kesildi. Bütün zamanlardan, bütün dünyadan uzakta bir yere savruldum. Kendime geldiğimde ayakta duramayacak kadar yorgundum. Anılarımın neresinde saklandığını hiç bilmediğim bir yerde, bir göl kıyısındayım. Akşamın ılık rüzgarları sazlardan suya uzayan dalgalar çiziyorlardı. Derin, dipsiz bir huzurun içinde, yorgun... Sebahat’a sarılıp uyumak istiyorum... Yıllarca biriktirdiğim düşleri yaşamak için iki günün yetmediğini öğrendiğimde haftasonu bitmişti. Bütün şarkılar söylenmeden, istemeye istemeye otobüse bindik. Endişelirimi, korkularımı nerde yitirdiğimi anlayamadım. Sebahat elimi tutuyordu, başını omuzuma koyuyordu. İstemeden iki gün öncesi geldi aklıma. Engelleyemedim, güldüm... Bütün yaşadıklarım bir yana, ilk defa yolumu şaşırdım. Çeçeğe boğulmuş bir baharın ortasına düştüm. İlk defa yolumu şaşırtım. Engin bir çağlayandan dipsiz bir göle uçtum. Girdabında iki gün dolandım durdum. Kendimi çiçeğe boğulmuş bir baharın ortasında buldum... Güller Beni Anlar Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |