Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu |
|
||||||||||
|
son derece kısıtlı. Savaş şartlarına göre yeniden yapılandırılan TM,faaliyetlerini bir şekilde gizli tutmayı başarabilmişti.Biraz da bu yüzden mensuplarıyla ilgili bilgiler sonradan yazılan çalışmalarda çoğu zaman anılar, söylentiler,bazen de hakikatle ilgisi olmayan kurgular çerçevesinde şekillendi.Ancak yabancı devlet arşivlerinde bulunan kayıtlar zaman zaman bu gizlilik perdesini aralamamıza imkân tanıyor.Bu çerçevede bir TM ajanı olarak İstanbul’dan başladığı yolculuk Sudan’daki Mısır/İngiliz karargâhında noktalanan Almas Efendi’nin hikâyesi,TM’nin gayrinizami harp operasyonlarına ışık tutması bakımından önemli. Sudan’ın yerlisiydi Almas Efendi.1900 yılında 9. Sudan Birliklerine Mısır Sahil Koruma Görevlisi olarak katıldı. Mısır ordusunun görev ve yetki sahasında 1907 yılında Yüzbaşılığa terfi etti ancak beş yıl sonra kaçakçılığa göz yumduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırılacaktı.Öyle anlaşılıyor ki, Trablusgarp Harbi sırasında İtalyanlarla savaşan Türkler lehine sahil kaçakçılığına göz yummuştu. Derne’de Enver Bey’e katıldığını ve Jandarma Yüzbaşısı olarak atandığını biliyoruz.Daha sonra İstanbul’a giderek özel bir eğitim aldı.Enver Paşa’ya yakınlığıyla bilinen Almas Efendi (İngiliz kayıtlarında Almaz Abdulla olarak geçer) İngiliz soruşturma dosyalarında kaydedildiği üzere “rengi ve milliyeti” sayesinde 1. Dünya Savaşı arifesinde kendi topraklarında çok özel bir görev üstlenmiştir.İstanbul’dan ayrıldıktan sonra bir aralık Kahire’de, ardından Mısır’ın batı sınırında görüldüğü kaydedilir.Muhtemelen bu bölgeyi İngilizler aleyhine tehdit eden Sunusilerle de teması olmuştu. Buradan Cidde’ye gitmiş olabileceği tahmin ediliyor. İlk seyahatine dair kayıt 16 Ekim 1914’ü, yani Osmanlı Devleti’nin henüz savaşa dâhil olmadığı günleri gösterir. O yola çıktıktan kısa süre sonra savaşa girilecekti.Derviş kılığında subay 7 Kasım’da Cidde Valisi’nden emir alan Almas Efendi, beraberinde altı kişiyle birlikte bir sambuk (Basra Körfezi’nde ve Kızıldeniz’de kullanılan bir çeşit yelkenli tekne) ile denize açıldı. 12 Kasım gecesi Port Sudan dışında bir Takarna (Sudan ahalisinden bir sınıf - Batı Afrika kökenli Sudanlılara verilen isim) köyünde “yerliler gibi giyinmiş şekilde” görülen ekip burada kalacakları odayı temin etti.16 Kasım saat 11’de Almas Efendi derviş kıyafetinde çıkıyordu karşımıza.Port Sudan’da Mısırlı subayların bölgesine gelerek 3. Tabur komutanına görüşme talebinin bildirilmesini istedi.Amacı Mısırlı subaylara -kendisine verilen emir çerçevesinde- Türk ordularının durumu ve hareketi hakkında bilgi vererek onların görüşlerini almak,muhtemelen İngiliz ordusuna karşı itaatsizliğe ve Osmanlı Devleti lehine olabilecek her türlü harekete teşvik etmekti.Tabur komutanı Binbaşı geldiğinde kendisini Türk binbaşısı kıyafeti içinde bekleyen biriyle karşılaştı.Oysa bekleyenin bir “dilenci” olduğu söylenmişti kendisine. Öyle anlaşılıyor ki karargâha girene kadar bir münzevi görüntüsü çizen Almas Efendi’nin kıyafetinin altında Türk subay üniforması vardı. Binbaşı odaya girmeden üzerindeki kıyafeti çarçabuk çıkartmıştı.Görüşmeden sonra akşam 7’de yine yöresel kıyafetlerle Binbaşı ile görüşmek üzere karargâha geldiği anlaşılıyor. İstanbul’dan Enver Paşa’nın emriyle “gizli bir misyonla” “Mısırlı subayları görmek” ve savaş hakkında görüşlerini öğrenmek üzere geldiğini söyleyen Almas Efendi,Mısırlı subayları İngilizlere karşı “baştan çıkartmaya” çalışmıştı.Ancak Binbaşı ve yardımcısı subayların yüksek “sadakatleri” sayesinde karargâha çağırılan Wilson Paşa tarafından tutuklanıp üzeri aranınca şifreli dokümanlar ortaya çıkacaktı. Kaldığı odada yapılan aramada birçok belge ele geçirildi. Mektuplardan biri Savaş Bakanlığı’na yazılmıştı.Almas Efendi’nin yargılamasından evvel ele geçirilen mektupta Cidde Valisi’nden aldığı emirler, asker ve yerli halkı nasıl isyana teşvik etmeyi planladığı,Kordofan’a (Sudan’ın orta kısımlarını kapsayan bölge) giderek Emir Ali Dinar’ı (ö. 1916) ve Şeyh Sunusi’yi (tam ismi Sidi Ahmed eş-Şerif,ö.1933) görme niyetine ilişkin malumat vardı. Bu isimler Almas Abdullah için hayli önemliydi. Her ikisinin de İngiltere ile mücadele etmek için yeterli sebebi vardı çünkü. Sunusi tarikatının önde gelen liderlerinden Şeyh Sunusi, yıllarca Afrika’da işgalci Fransızlara ve İtalyanlara karşı mücadele etmişti. Ali Dinar ise Darfur Emiri olarak biliniyordu ve sınırları Fransız sömürge sahası tarafından daraltılmaktaydı. Bunun yanı sıra İngilizlerin ilk fırsatta sultanlığını ortadan kaldıracağını biliyordu. Almas Abdullah çapraz sorguda mektubun kendi el yazısı olduğunu söyledi. Yargılanmasının ardından kurşuna dizilerek idamına karar verildi. Bu hadise Türk yetkililerin denediği ve deneyebileceği yöntemleri İngiliz yetkililere göstermesi açısından oldukça tedirginlik verici bir hadise olarak kayda geçiriliyordu.Almas Efendi’nin Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olmasından kısa süre önce başlayan ve 1915 Haziran’ında sona eren girişimi merkeze alındığı takdirde Osmanlı’nın Cihan Harbi’nde yürütmeyi planladığı gayrinizami harp faaliyetlerinin ipuçları da ortaya çıkar. İlk olarak, İtilaf güçleri bünyesindeki Müslüman askerleri içinde bir kalkışma yaratarak bunun geniş bir alana yayılması hedefleniyordu.İkinci olarak da bölgenin yerlisi ajanlar vasıtasıyla “çete teşkil ederek” yerli Müslüman birliklerin nabzı tutulacaktı. Böylece İngilizlerde her an tehdit altında oldukları endişesi oluşturmayı planlıyorlardı.Almas Efendi’nin girişimi -Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı sırasında yürüttüğü propaganda ve istihbarat faaliyetlerinin tamamı için söylenebileceği gibi- düşmana kıyasla yetersiz kalmıştır. Çünkü mücadele edilen devletler -başta İngiltere olmak üzere- birlikleri çok daha reel tezlerle iknaya çalışıyor,karşı propaganda yürütürken de sosyo-ekonomik durum başta olmak üzere pek çok şartı göz önünde bulunduruyorlardı. Bu durumun Türk tarafınca doğru okunamayıp tedbir alınamaması, düşmanın yazılı ve görsel propaganda materyallerinin ikna gücünü artırıyor,sonuçta Almas Efendi gibi propagandacıların çabaları boşa çıkıyordu.Öyle ki İngiltere’de savaşın başında kurulan Wellington House [Propaganda Ofisi] bu işin merkezi olmuş,görsel ve yazılı materyallerden faydalanılarak Britanya İmparatorluğu’nun savaştaki güç ve etkinliği gösterilmiştir.Cihad-ı Ekber yolunda Almas Efendi’nin nabzını yokladığı Sudanlı yerli birlikler gibi, Cihad-ı Ekber’in hedefinde olan uzak coğrafyalardaki Müslümanlar da Halife-Sultan’ın zaferi için ümitlenmişler,ne var ki sadece yerel seviyede girişimlerde bulunmuşlardır. İngiliz karşıtı tutumunu, Cihad-ı Ekber’in ilanından sonra Enver Paşa’dan aldığı mektuplar ve belki de Almas Efendi ile irtibat kurduktan sonra fiile geçiren isim, Darfur Sultanlığı Emiri Ali Dinar olmuştu.Bu anlamda belli bir bölgenin sultanı olarak İtilaf Devletlerine karşı Cihad-ı Ekber’i gerekçe göstererek harekete geçen az sayıda yetki sahibinden biriydi.Sudan’da özerk bir yapı olarak görülen Ali Dinar’ın emirliği kapalı bir kutu gibiydi. Hiçbir Avrupalının başkentine girişine izin vermeyen Ali Dinar’a İngilizler kontrollü bir özerklik tanıyordu. İngilizler tarafından ele geçirilen 3 Şubat 1915 tarihli, Enver Paşa imzalı mektupta Ali Dinar, Enver Paşa tarafından Cihad-ı Ekber’e davet ediliyordu. Bu davet ve devamındaki muhtemel yazışmalar silah ve mühimmat desteği de vaat ediyordu kendisine.Ekim 1915’e gelindiğinde çeşitli sebepleri gerekçe göstererek İngilizlerle ilişkilerini -öncelikle yazışmalardaki üslubunu sertleştirerek,hatta hakaret ederek- bozduğu görülüyordu. Sudan Serdarı Wingate ile yaptığı yazışmalarda, “…senden korkmuyorum,Allah adına ve onun yardımıyla seninle savaşacağım…” gibi ifadeler kullanmıştı.Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın görevden alınarak yerine Hüseyin Kâmil’in atanması gibi gelişmelerden duyduğu rahatsızlığı dile getirmekten de geri durmuyordu. Ancak Ali Dinar’ın İngiliz karşıtlığının altında öncelikli başka nedenler olduğunu söyleyelim. Her şeyden evvel, sınırlarını Batı kabilelerinden korumak için İngilizlerden istediği silahlar, İngilizlerin engellemesi nedeniyle henüz gelmemişti.Diğer taraftan, Fransızlarla olan sınırına (Emir Ali Dinar’ın bölgesi Fransız Sudanı ile sınırdı) Fransız birlikleri tarafından yapılan ihlaller nedeniyle babasından beri kendi Sultanlığı sınırlarında olan bazı toprakları kaybetmişti. Kendisi bu işgale son verilmesi için başvurduğu halde İngiltere bu konuda herhangi bir adım atmayı reddetmişti.İngilizlere göre “dini fanatizm” yanında A li Dinar’ın “cihad-ı e kber” in etkisiyle İngilizler aleyhine harekete geçmesinde bu tip faktörler de etkili olmuştu. Ancak Ali Dinar’ın çabaları boşa çıkacaktı. Mart 1916’da İngiliz saha birlikleri harekete geçecek ve Kasım 1916’da tamamlanan harekat neticesinde Ali Dinar hayatını kaybedecek ve oğulları esir edilecekti. Almas Efendi ile bu seyahati sırasında temas kurması muhtemel bir başka isim Şeyh Sunusi idi. Osmanlılar ile bağlantısı 1911’den, yani İtalyan işgalinden sonra kayıtlara geçmişti.1. Dünya Savaşı başlarında Türklerle ilişkisi hayli muğlaktı.Mısır’daki İngiliz yetkililerle de irtibatı vardı. Şeyh Sunusi’nin pozisyonu yalnızca Türkler ve İngilizler için önem arz etmiyordu. İtalyanlar için de kritik bir konumdaydı. İngilizler Mısır’ın batısına saldırması ihtimalini göz önünde bulundurmalarına rağmen,faaliyetlerinin bölgedeki İtalyan varlığını kısıtlayıcı bir tesiri olduğunu göz önüne alarak ona karşı ılımlı bir tavır sergiliyorlardı.Yine de savaşın devamında İngiltere’nin Batı sınırını tehdit etmeye devam etmişti. Almas Efendi hakkında hazırlanan istihbarat dosyasında Mısır’ın batı sınırında görüldüğünden bahsediliyordu.Bunun sebebi muhtemelen Şeyh Sunusi veya temsilcisiyle görüşmekti. Sonuç olarak, Osmanlı Devleti’nin özellikle Mısır’daki İngiliz varlığını tehdit amaçlı faaliyetlerine katılan Ali Dinar ve Şeyh Sunusi gibi bölgesel liderlerle muhtemelen temas kurmuş olan Almas Efendi, 1.Dünya Savaşı yıllarında benzer görevlerle çeşitli bölgelere gönderilen diğer Osmanlı ajanları gibi riskli bir görev üstlenmiş, ne var ki yakalanarak idam edilmişti. Peki benzer vazifelerini yakalanmadan tamamlayabilen Osmanlı ajanları var mıydı? Sayıları kaçtı? Bu soruların sahih bir cevabı yok ne yazık ki. Çünkü görevler çoğunlukla şifahi ya da üstü kapalı bir yazışma sistemiyle gerçekleşiyordu.Almas Efendi’nin zorlu görevinin detayları, ancak yakalanmasının ardından hazırlanan -ayrıntılı raporlarıyla dikkat çeken- İngiliz bürokratik yazışmalarında çıkıyor karşımıza.Diğer taraftan Almas Efendi’ye benzer biçimde hareket eden, kayıtlara geçmemiş pek çok Osmanlı görevlisinin ismi,görev detayları, başarı ya da başarısızlıkları gizemini bir süre daha koruyacağa benziyor.Bunlara dair izleri silik biçimde bazı yazışmalarda görebiliyoruz. Mesela 4 Şubat 1915’de Atina Sefiri Ali Galib Kemali (Söylemezoğlu) Bey merkeze “iki Türk casusu”ndan bahseder.Mısır halkını ayaklandırmak için bölgeye gönderilen casuslar,muhtemelen Arapçaya vâkıf yahut bölge halkından kişilerdi ve “hava karanlık olunca geçitlerde Müslümanların eline beyanatlar sıkıştırıyorlardı”. Buna benzer girişimlerin İngilizler tarafından boşa çıkarılmak için çok daha esaslı değişimlere gidildiği görülür.Arap coğrafyasındaki Aden,Bombay, Kahire gibi istihbarat merkezlerinin dışında Arap halkın faaliyetlerini kontrol altında tutup bölgedeki Türk ve Alman propagandalarını etkisiz hale getirmek için yeni bir kurumsal yapının oluşturulmasından kaçınmamışlardı.Neticede Arap Bürosu 1915 Kasım’ında uzun soluklu tartışma ve fikir teatilerinden sonra kurulacaktı. Görünen o ki, Türk/Alman propaganda ve istihbarat faaliyetleri savaşta kazanan tarafın İtilaf güçleri olmasını engelleyememişse de karşı tarafı rahatsız etmeye ve tedbirler almaya zorlamıştı. Bu anlamda Almas Efendi gibi Osmanlı görevlilerinin dört yıl boyunca savaş alanında kalmayı başaran ve pek çok kez İngiliz güvenliğini yerle bir etmeyi başaran savaş performansının bir parçası olduğu açıktır. Motivasyon kaynağı Almas Efendi’nin misyonu, Arap Yarımadası ve Mısır’da görev yapan,çoğu Cambridge, Oxford gibi köklü üniversitelerde eğitim almış İngiliz ajanlarının faaliyetleriyle karşılaştırıldığında daha az planlı görünür.Yerel kıyafetler içinde Sudan/Mısır askerleri karargâhına girdikten sonra söylediklerinden etkilenmeyecek olan Mısırlı askerlerin İngilizlere “sadakati” ile “insafı” arasındaki seçimin hayatına mal olacağını muhtemelen biliyordu.Böylesi bir riskin Sudan yerlisi bir Osmanlı istihbarat ajanı tarafından alınması tesadüf değildi. Ne de olsa başta belirttiğimiz gibi Trablusgarp Harbi sırasında Akdeniz’de Türkler lehine silah kaçakçılığına göz yummuş, bu nedenle buradaki görevinden kovulmuş,nihayet Enver Bey ile yakın temasa geçmişti. İbni Suud’un yanında bulunduğu sırada bir diğer bölge kabilesi ile (İbn Reşid) yapılan çarpışmada hayatını kaybeden Albay Sheakespear,yıllarca Arap coğrafyasında yerel kıyafetler içinde sınırların yeniden çizilmesinde inanılmaz bir etkisi olan Lawrence ve Mezopotamya’da geçirdiği uzun yıllardan sonra kendisine verilen isimle “Çöl Kraliçesi” Gertrude Bell’i motive eden çoğu kez Doğu’nun gizem ve zenginlikleri olmuştu. Almas Efendi ve ismini belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz pek çok Osmanlı için ise bu motivasyonun kaynağı devletin yıkılmasının önüne geçmekti. Romantik görünen bu girişimi dünyevi beklenti ve çıkarlarla güçlendirmek neredeyse imkânsızdı. Benzer bir tutumu 1. Dünya Savaşı’nın ardından İstanbul’u terk etmek zorunda kalan Enver Paşa’nın Kızılordu’ya karşı başlattığı ve bazı başarılar kazanmasına rağmen bir Kurban Bayramı’nda hayatını kaybetmesiyle neticelenen girişiminde de görmek mümkün. İttihatçıların aksiyoner ruhu ve yer yer romantizmi Almas Efendi’nin hareketinde de kendisini açık bir şekilde gösterir. Ölümü her an ensesinde hissetmesine rağmen Cihad-ı Ekber’i İtilaf Devletleri saflarındaki Müslümanlara ulaştırmak için gözünü budaktan sakınmamıştı Almas Efendi. Acı sonunu başından beri biliyordu belki de. Ama önemi var mıydı? Ne de olsa Türkler için kaçakçılığa göz yumup görevinden kovulmayı göze alan biri için zafer değil, seferdi önemli olan. Gülsüm POLAT Yrd.Doç., Dumlupınar Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © MUSTAFA ESER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |