Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Pirim kulağıma eyledi telkin: ‘’KORKMA SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA YÜZEN AL SANCAK’’ Yolun bitişinin değil, henüz yolun (tarik) başlangıcının şifresiydi Pirimin Göktürkçe okumamı istediği İstiklal Marşı’nın ilk dizeleri… İlham müessesesine tabii olan temiz akıl sahipleri bilirler ki; Allah’ın dileği Erenlerin himmeti olmadan yolda ilerlenmez. Bekası her iki cihanda kutlu olan Devlet-i Ali, Sırrı Muhammediye’ye hizmet edilmez. Türk Ata’ya ve töresine hizmet ateşiyle yanan temiz akıl sahipleri bu sırra vakıf oldukları için isimleri Türk Tarihine kazınabilmiştir. İsmi devletin mücevher taşına kazınan her kul; erenlerin emanet ettiği deruni bilgileri, en önemli eserlerinde sırlamışlardır. Sırlanan deruni bilgiler, Yahya Kemal’de olduğu gibi bazen bir şiire sırlanabilir… Ya da Piri Reis’de olduğu gibi bir haritada vücut bulabilir. Bazen ise, rüzgarların kesiştiği noktada Türk Savaş Gemilerinin her geçişlerinde top atışlarıyla selamladığı ulu bir bilgenin türbesinde açıklanmayı beklemektedir. Piri Reis’in haritası, sırlarını gizlemeye devam ediyor. Tıpkı Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı eserin keşfedilmeyi bekleyen sırları gibi… Ne diyordu şiirde: ‘’ Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!.. Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi? Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor; O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?’’ Rüzgarın oğlu Barbaros… Can adıyla Hızır… Devletin verdiği erlik ismi ile Hayreddin… Doğumundan vefatına kadar geçen yaşam süresinde, Garp Ocaklarının denizlerdeki fütuhatını zirveye ulaştıran isim olarak tarihe geçti Barbaros…Barbaros’un seferlerine ait tarihçiler onlarca kitap ve roman kaleme aldılar. Ancak bu seferlere ait yazılanlar dikkatle incelendiğinde; açıklanmayan ve gözden kaçırılan öylesine noktalar var ki, bu noktaların altı deşildiğinde Türklük sırlarının bir bir ortaya çıktığı görülecektir. Dikkatle incelenmeyen o noktalardan birine değinelim… Avrupa’nın Türk korkusuyla inlediği günler… Türk Devleti’nin kara da düşmana hissettirdiği korkunun; Barbaros’un denizler hükümdarı vasıtasıyla dalga dalga denizlere de yayıldığı günler… Aynı günlerde Avrupa’da iki büyük krallık birbirine diş biliyor…Bir yanda Kutsal Roma Germen İmparatoru olacağını ilan eden İspanya kralı Şarlken, diğer yanda Fransa’yı düştüğü aciz durumdan henüz yeni yeni kurtarmaya çalışan ve büyük reform hareketlerine girişen I. Fransuva… Birinci Fransuva’nın yaptığı reformlar yetmemiş olacak ki bu iki kralın giriştiği mücadelenin sonunda Şarlken tarafından Fransuva esir edilip, zindana mahkum edilmiştir. İşte tam bu sırada I. Fransuva’nın annesi Avrupa’da güç dengelerini yerinden oynatarak; Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’a bir mektup yazmış ve oğlu Fransuva’yı,Şarlken’in elinden kurtarmasını dilemiştir. Hem de Osmanlı’nın kudretine tabii olduğunu belirterek ve ağlaya zırlaya… Bunlar tarihi bilgiler… Yukarıda yazdığım tarihi bilgilerde de elbette ki gerçeklik payı vardır.Ancak tüm Avrupa’da hayretler içerisinde karşılanan ve ilk kez bir Hristiyan-Müslüman devletin ittifakına neden olan böylesine büyük bir diplomatik olayın, sadece bir kralın annesinin yazdığı mektuptan kaynaklanmayacağı gayet açıktır. Çünkü Avrupa bile bu ittifakı şaşkınlık içinde karşılamıştı. O kadar ki batılılar bu ittifakı "Zambak ve Hilal'in günahkar birliği" olarak adlandırmıştı.İttifakın halk tabanında onaylanması (özellikle Fransız halkında) ve huzursuzluk yaratmaması için Fransa’da, Osmanlı ile ilgili bazı söylentiler psikolojik harp unsuru olarak bile isteye yayılmaya başlamıştı. Neydi o psikolojik harp unsuru olarak yayılan söylenti? Osmanlı ile Fransa’yı birbirine bağlayanın sadece bir mektuptan ibaret olmadığı; asıl önemli olanın kan bağı olduğu hakikatiydi. Halk arasında özellikle yayılan efsaneye göre eskiden bir Fransız prensesinin bir Osmanlı Sultanının annesi olduğu söyleniyordu.Bu efsane öylesine etkili olmuştu ki, on yedinci yüzyılda Evliya Çelebi konuyu ayrıntılı bir şekilde yazacaktı. Tarihte gerçekten de bir Fransız prensesi bir Osmanlı Sultanının annesi olarak kayıtlara geçmişti. Ancak üvey anne olarak… Efsanede bahsedilen Fatih’in üvey annesi Mary idi. Fatih’in, satranç tahtasındaki bir hamlesinin devletimiz tarafından zamanı geldiğinde nasıl ustaca kullanıldığı görmek çok önemlidir. Zira iki halkı birbirine ısındırmak için devletimiz tarafından kullanılan bu propaganda faaliyetini örnek alan Avrupa, yüz yıllar sonra aynı sistemi toprakları işgal etme aracı olarak kullanacaktı. (Napolyon’nun, Obama’nın, II. William’ın Müslümanlığı meseleleri, bu duruma örnek olarak verilebilir.) Üstelik bu da yetmezmiş gibi, bilerek kendi devletimiz tarafından psikolojik harp unsuru olarak Avrupa’ya yayılan iddialar (yukarıda açıkladığımız Fatih’in annesi mevzusunda olduğu gibi) dönüp dolaşıp günümüzde kendi kendimizi vurduğumuz bir silah haline dönüşmüştür. Konuyu dağıtmadan devam edelim… İşte Barbaros böylesine bir ortamda, Preveze’de suya yazı yazılarak kazanılan zaferin hemen ertesinde; Kanuni tarafından Nice kuşatmasında Fransa’ya yardım için sefere gönderilmiştir.Nisan 1543’te İstanbul’dan yola çıkan Barbaros’un 110 gemilik filosu; yol üzerinde İtalya’da ve daha birçok devlete ait kaleleri fethede fethede Nice ulaşmıştır. Nice’yi bir türlü fethedemeyen Fransızların şaşkın bakışları arasında Barbaros’un komutasındaki Osmanlı donanması Nice’teki kaleleri bir bir fethetmeye başlamıştı. Ancak bu sıralarda donanmanın barınma sorunu ortaya çıkmıştı. Barınma isteği üzerine Fransa Kralı I. Fransuva emrini verir: ‘Muhteşem Türk Süleyman’ın büyük komutanı Barbaros Hazretleri ve asil savaşçılar için hemen Toulon şehri hazırlansın…’ O kış boyunca Toulon Katedrali camiye çevrilmiş ve çan kulelerinden beş vakit ezan sesleri yükselmiştir. Hatta Osmanlı Akçesi tüm bölgede kabul görmeye başladığından, o dönemin gezgin yazarlarından biri ‘Toulon’u gören Constantinopolis’e gitmiş kadar olur’ demiştir. Sadece Toulon’da da değil, o dönemin tüm Fransız topraklarında büyük bir Türk rüzgarı esiyordu. Türk kültürünün etkisi Fransa’nın en alt tabakasından en üst tabakasına, kralından soylularına kadar adeta her yerde hissediliyordu. Avrupa’da ki diğer krallıklar, Fransa’nın takındığı bu tutumu Hristiyanlığın yüzüne çalınan karar leke ve utanç kaynağı olarak damgaladılar. Avrupa’da ve Osmanlı’da, I. Fransuva için padişah denilmeye başlandı. (Osmanlı belgelerinde görülecektirki yüzyıllar boyunca Fransa krallarına padişah denilmeye devam edilmiştir.) Fransa’daki yaşanan bu sürecin etkisini döneminin en ünlü düşünürlerinde de görmemiz mümkündür. Bu isimlerden en ünlüsü Guillaume Postel idi. Postel, özel bir görevle İstanbul’a gönderilen Fransız elçilik heyetinde iki kez bulunmuştu. Matematik ve Doğu dillerinde döneminin en iyisi olan Postel, Kraliyet Koleji’nin en önemli profesörlerinden biri idi. Postel’in, De La Republique Des Turcs adlı kitabı tüm Avrupa’da büyük bir yankı uyandırdı. Fransa’da bu yankı olumlu iken, başta İtalyan cumhuriyetleri olmak üzere tüm Avrupa Postel’i hain, deli, Osmanlı ajanı,kafir vs. gibi yaftalar yapıştırılarak engizisyona verilmesi istendi. Postel hain ilan edilmişti. Çünkü kitabında bir idealden, büyük bir vizyondan bahsediyordu. Neydi o vizyon? Devleti Ali ve Fransa’nın birleşerek kuracakları evrensel imparatorluk ideali, kurulacak dünya birliği fikri idi. Postel, dünya barışının kusursuz haliyle ancak bu şekilde sağlanabileceğinden bahsediyordu. Fransız topraklarında başlayan bu Türk etkisi 300 yıl boyunca sürdü. Fransa’nın meşhur aydınlanma çağında bile Türk gibi giyinmenin moda olduğu kaynaklarla sabittir. Barbaros ile devam edelim… Barbaros’un Toulon’a çıktığında ilk dikkatini çeken de bu Türk etkisinin muhteşemliği idi. Barbaros’un ve seferde yanında bulunan Matrakçı Nasuh gibi alimlerin çözemediği şey, Türk kültürüne ait etkiye neden olan sebep veya güç kimdi? Barbaros ve beraberindekiler, bu soruya yanıtı bir sembolde bulmuştu. İlginç olan ise, bu sembol Barbaros’un kadırgaları dahil olmak üzere tüm Osmanlı donanmasında da bayrak olarak dalgalanıyordu.Kadırgalarda dalgalanan bayrakların üzerinde ki sembol Üç Hilalidi…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © MUSTAFA ESER, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |