İçine koyabileceğin bir karanlığın olmadan, bir ışığın olamaz. -Arlo Guthrie |
|
||||||||||
|
”Ne sakat bir anlayışmış bu!” diye kendi kendine söylendi. “Hay ben bugünkü aklıma şaşayım! Bu sakat anlayışa zamanında nasıl da dur demedim! Mücadele etmedim, yenildim; teslim oldum. Sevdiğim adamdan koptum, koparıldım!“ Burnunu cama yasladı, gözlerini kıstı, uzaklara, çok gerilere gitti. Neredeyse tüm gençler dünyayı değiştirmek için yola çıkmıştı. Hayalleri vardı, yarına umutla bakıyorlardı. Genç kadın elinde devrimci bir gazete-dergi ev ev, kahve kahve, köşe bucak dolaşıyor, yapacakları devrimin propagandasını kitlelere duyurmaya çalışıyordu. Gazeteyi, dergiyi okuyan herkesin hemen ertesi günün sabahı sokağa çıkacaklarını, devrim yapmak için daha önce yola çıkanların olduğu kervana katılacaklarını ve devrimin hemen olacağını sanıyordu. En azından öylesi, güçlü bir inancı vardı. Genç kızın içinde bulunduğu kalabalık grup bir sokağın başında durdu. Aralarında yaptıkları kısa bir konuşmanın ardından görev bölümü yapıp ayrı ayrı yönlere doğru dağıldılar. Genç kız önüne gelen ilk kapıyı çaldı. Boğazını temizledi, birazdan kendisine kapıyı açacak olan kişiye neler diyeceğini kuruyordu kafasında. Yirmi yaşlarında, buğday tenli, uzun boylu genç bir erkek kapıyı açtı. Gülümsedi. Dişleri parıl parıl parıldıyordu. “Cemil ben” dedi, gözleri genç kızın elinde tuttuğu gazetelere ilişti. “İçeri buyurmaz mısınız?” Genç kız başını sokağa çevirip arkadaşlarına baktı. Oradaydı hepsi de. Arkadaşları sokaktan gelip geçenleri durduruyor, yolundan alıkoyuyor, siyasi propaganda yapıyor, ellerindeki gazete ve dergileri satmaya çalışıyorlardı. Gözleri kız arkadaşını aradı buldu. Bakıştı. “Ben buradayım” demek istedi. Kendini güvende hissedince rahatladı. “İsmim Zehra” dedi. Birlikte bahçeye geçtiler. Büyük bir çam ağacının şemsiye gibi açılmış dalları altına özenle yerleştirilmiş, yerden yaklaşık elli santim yükseklikte tahtadan yapılmış bir divan vardı. Üzerinde serili bir minder duruyordu. Oturdular. Zehra propagandaya başladı hemen. Cemil sözünü kesti onun. “Derginizi alırım almasına ama siz de bizim dergiyi alırsanız.” dedi gülerek, ağzındaki inci dişleri bir kez daha parıldadı. Oturdukları kanepenin üzerindeki minderin ucunu araladı, daha önceden oraya sakladığı dergileri yerinden çıkardı. “Dergileri değiş-tokuş yaparız artık” dedi. Zehra, gülümsemeye çalıştı ama başaramadı. “Önce arkadaşlarıma sormalıyım. “ diyerek geçiştirdi. Kanepenin üzerine bıraktığı dergilerini aceleyle topladı. “Kalkmalıyım,” dedi tatlı tatlı gülümsedi, sevgiyle baktı gözleri. Genç erkek umutlandı birden. İçine belli belirsiz bir sıcaklığın aktığını hissetti. İçi bir hoş oldu. Kapıdan adımını eşikten dışarıya atarken Zehra, başını geriye döndürüp baktı. “Derneğimize de bekleriz” dedi. Koşarak arkadaşlarının arasına katıldı. “Gelirim… Gelirim mutlaka!” dedi arkasından. Birkaç gün sonrasıydı, bir otobüs durağında karşılaştı Cemil’le. “Merhaba” dedi, gözlerinin içi gülüyordu. ”Merhaba Zehra.” El sıkıştılar. Otobüs geldi önlerinde durdu, bindiler. Kalabalıktı otobüsün içi, itiş kalkış kalabalığı yararak ortalara doğru ilerlediler. İlk kez bir erkeğin nefesini, sıcaklığını yakınında hissediyordu genç kız. Heyecandan ellerinin terlediğini fark etti. Bir durak sonra ineceği aklına gelince üzüldü, içi burkuldu, içine bir hüzün gelip oturdu. Otobüs usulca durdu, inerken “Görüşmek üzere Cemil.” dedi. “İyi dersler.” O günden sonra birbirlerinin yolunu sabırsızlıkla karışık bir heyecanla bekler olmuşlardı. Hep aynı saatte, aynı durakta, aynı otobüste bir aradaydılar. Cemil “Hafta sonu sinemaya gidelim mi?” dedi Zehra’ya çekingen bir ifadeyle. Terslenmekten korkuyordu. “Yılmaz Güney’in Arkadaş filmine…” diye ekledi. “Olur, gidelim” dedi Zehra. “Ama önce arkadaşlarımı ekmek için iyi bir bahane bulmalıyım kendimce…” Düşünür gibi yaptı. Aklına bir şey gelmedi... “Nasılsa bir çaresi bulunur.” demekle yetindi. Hafta sonu önce sinemaya, ardından İzmir Fuarı’na gittiler. Büyük bir akasya ağacının altındaki banka oturdular. Yanlarına elinde sakız satan bir çocuk yanaştı: “Abla, abi ne olursunuz bir tane alın.” dedi. “Okul harçlığımı çıkarmak için sakız satıyorum.” Aldılar. Ardından çiçek satan bir Roman kızı geldi. Ondan da çiçek aldılar. Sonra bakla falı bakan şalvarlı bir kadın yanaştı yanlarına… “İyi bakla falı bakarım.” dedi. Kırmadılar onu da. Kadın attı da attı. Hoşlarına gitmedi değil. Kalkıp yürümeye başladılar. Lozan kapısından çıkıp kömürde sandviç yapan bir büfeye gittiler. Sandviç ve ayranla karınlarını bir güzel doyurdular. Oradan Kordona gidip çimenlere oturdular. Cemil heyecanını bastırıp tüm gücünü bir araya getirerek, “Zehra,” dedi, sesi titriyor, yüreği hızlı hızlı atıyordu. “Senden hoşlanıyorum. Galiba seni… Yok, yok seviyorum seni. Bundan adım gibi eminim.” Zehra sustu, bir şey demek istemedi. Yalnızca Cemil’in gözlerine bakıyordu. ‘Eyvah, baltayı yanlış taşa vurduk galiba!’ diye geçiriyordu içinden Cemil. ‘Keşke demeseydim, ağzım dilim lal olaydı. Dostluğumuz da bozulur bundan sonra.’ “Hep ‘Seni seviyorum Zehra’ diyeceğin bu anı bekliyordum,” dedi Zehra. “Sonunda söyledin ya, fazlasıyla mutlu oldum.” Bir çocuk gibi sevindi, yerinde duramıyordu. Kalktı boynuna sarıldı. Usulca bir öpücük kondurdu Cemil’in terden ıslanan yanaklarına. İlk kez el ele, korkusuzca dolaştılar Kordon’da. Burnunu dayadığı camdan geriye çekti. Mutfağa yürüyüp gitti, kendine bir kahve hazırladı ama vazgeçti içmekten. Canı hiçbir şey yapmak istemiyor “Keşke Cemil şu an yanımda, yanı başımda olsaydı!” diye iç geçiriyordu. Âşıktı ama mutlu değildi. Sevdiği adam devrimciydi ama farklı bir harekette yer alıyordu. Son günlerdeki kafasını kemiren bu sorun, neşesini de beraberinde alıp götürmüştü. Eskisi gibi istekli değildi, kendini geriye çekmişti. Arkadaşları çoktan farkına varmışlardı. Bir gün gazete satışı öncesinde dernekte, bunun nedenini sordu sorumlu arkadaşı. “Neyin var Zehra?” dedi. “Son günlerde sende bir halsizlik, bir neşesizlik seziyoruz. Yoksa hasta mısın?” “Yok, yok hasta filan değilim.” “O hâlde sorun nedir? Söyle ki bir yardımımız dokunsun sana.” Sağına soluna çaresizce bakıyordu Zehra. Sıkıldı, yanakları al al oldu. Soğuk terler basmıştı tüm vücudunu. Boğazını temizledi, sorununu anlatmaya karar verdi. Ve bir solukta anlattı, rahatlamıştı. Onu dikkatle dinleyen sorumlu arkadaşı: “Peki, kim bu talihli yoldaşımız?” diye sordu. “Kendisi şu an burada mı?” Başını çevirip o sırada dernekte bulunan erkeklerin yüzüne tek tek baktı. ‘Kimdir acaba?’ diye içinden geçiriyordu. “Kendisi burada değil,” dedi Zehra, “hatta bizim çevreden biri değil. Bir başka siyasetten…” Sustu. Başını kaldırıp sorumlu arkadaşın gözlerinin içine baktı. “Ama devrimci biri!” dedi. “Ama olmaz ki Zehra bacı!” dedi. “Sevebilirsin elbette. Ama sen git başka birine âşık ol… Olmaz ki, böyle de yapılmaz ki!” Oturduğu iskemleden hiddetle kalktı, dernek içinde hızla gidip gelmeye başladı. Kendi kendine söylenip duruyordu. Biraz yatıştıktan sonra gelip Zehra’nın karşısında durdu: “Zehra yoldaş” dedi, “en kısa sürede bu sorunu bir çözüme kavuştururuz.” dernekte bulunanlara seslendi: “Arkadaşlar, şimdi gazete satma zamanıdır!” Bir hafta sonrasıydı, alınan karar yüzüne okundu Zehra’nın. Hüküm: Kocaman bir “Hayır!” olmuştu. Ama yine de bir ucu açık bırakılmıştı. Zehra ya sevdiği Cemil’den vazgeçecekti ya da Cemil onların siyasetine girecekti. Şimdi Zehra, Cemil’e olanı biteni gözü yaşlı bir şekilde anlatıyordu. Şaşkındı Cemil, ne diyeceğini bilemez bir hâldeydi. Başka bir oluru yoktu bu aşkın. Cemil ya Zehra’dan vazgeçecek ya da onların tarafına geçecekti. Geçse kendi arkadaşları ne diyecekti? Demeyecekler miydi “Bir kız için kendi siyasetinden vazgeçtin, bizi sattın, bir kalemde sildin!” Kısır bir döngü içinde gidip geliyordu, bir türlü karar veremiyordu. Aklından geçenleri Zehra’ya anlattı. “Yapamam!” dedi sonunda. Gözleri dolu dolu olmuştu. Dokunsalar orada hüngür hüngür ağlayacaktı. “Sen gel Zehra,” dedi, yalvaran bakışlarla baktı. Gözleri biraz sonra Zehra’nın dudaklarında dökülecek sözlerdeydi. “Olmaz!” dedi Zehra. “Çok düşündüm, başka yolu yok!” Hızla kalktı yerinden, kendinden beklenmeyen bir hareketle Cemil’in susuzluktan çatlayan dudaklarına tatlı bir buse bıraktı. “Beni unutma e mi!” diyerek ardına bakmadan hızla uzaklaştı oradan.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Necmettin Yalcinkaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |