"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Mısırlılarla ilgili bir kitabı okuyordum. Öyle ilginç yapıları, gelenekleri ve tanrıları vardı ki "Manyaksınız oğlum siz!" demekten kendimi alamadım... Ama o anda bir kadın koltuğumun arkasından uzandı ve "Öyle deme canım..!" dedi. Öyle doğal bir şeymiş gibi konuşmuştu ki ona nedenini açıkladım. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda Mısırlılarla ilgili bir kitabı okurken bir Mısırlının size karşı çıkması ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... Sonra, bu kadının Mısırlı olduğunu anlamamı sağlayan şey, başına taktığı komik şapkaydı. Ama bir Mısırlıdan daha tanıdıktı. En azından bana öyle geliyordu. Kim olursa olsun onu tanırdı gibi geldi bana. O sivri burun... Gerçekten çok tanıdıktı... Kleopatra'yı ne kadar tanıyorsam onu da o kadar tanıyorum gibi geldi bana. Aslında doğruydu da! Kleopatra'ya döndüm. Yerinde yeller esiyordu. Şimdi farketmiştim... Ben de odamdaki koltuğumda oturmuyordum. Elimde Mısırlılarla ilgili kitabım da yoktu. Şimdi adını unuttum ama Mısırlılar neye oturuyorsa.. Ben de ona oturuyordum. Eskiden yaşamış ünlü bir insanın, tarihin ilk kraliçelerinden birinin önünde kot pantalon, kırmızı dar bir kazak ve çizgili çoraplarla nasıl oturulursa (zannettiğim kadarıyla) ben de öyle oturuyordum. Kleopatra'ya baktım. Şaşırdığımı anlamıştı. Güven veren bir gülümseme vardı yüzünde. Yanımdaki tiplerden biri büyük bir merakla kot pantalonuma bakıyordu. Üzerinde komik bir etek vardı. Aslında.. ben de o eteğe bakıyordum. Sonradan kendimi Kleopatra'yla konuşurken buldum. Bana aç olup olmadığımı sordu. Okulda tenefüslerde hiç bir şey yemediğimi (derslerde biraz atıştırmıştım) hatırladım. Dünyanın en normal şeyiymiş gibi "Evet" dedim. Sanki annem sormuşcasına. Aslında o an normal geliyordu. En azından o beş dakika boyunca olan en normal şeydi.. Kleopatra anahtar deliğinden bizi gizli gizli seyreden insanlar varmışcasına ellerini salladı. İçeri dört tane etekli tip daha girdi. Birinin elinde üzerinde bir tabağa konmuş ölü balık ve çatal bıçak resmi olan iki tane defter vardı. Birini verdi. Ben de aldım… İçinde çeşit çeşit yemek resimleri vardı. Çağımızın menüleriyle aynı işlevi görüyordu sanırım. Ama işin garibi, bu menüdeki resimlerin hepsi de hamburger, patates kızartması ve spagetti gibi yiyeceklerin resimleriydi. Şaşırmıştım. Kleopatra'ya baktım. Şu menü kılıklı defterden istediği pizzanın olduğu sayfayı yırtmıştı.. Ben de kendi menü kılıklı defterime baktım. Üzerinde mantarlar ve zeytinler bulunan pizza gerçekten de lezziz görünüyordu. Ben de onu yırttım. Etekli adamlardan birine Kleopatra'nın yaptığı gibi menüyü ve resmi verdim. O sırada etekli tiplerden bir tanesi hala pantalonuma bakıyordu. Bu sefer dayanamadım. Pantalonumun dizine vurdum. "Cici pantalon" dedim. Kleopatrayı bir kıkırdamadır aldı. Adamların dördü de kafalarını sallayarak gittiler. Ama hala merak ediyordum. 21. yüzyılın yemekleri burada ne arıyordu? Kleopatra merakımı anlarcasına, ben soru sormadan önce yanıt verdi. "Ben getirdim onları." Bak şimdi... Kafam iyice karışmıştı işte... Ona bizim yüzyıla nasıl gidebildiğini, gelebildiğini sordum. Yanıt açıktı. "Ben zaten 1980 doğumluyum " Ne?... Bak bu olmadı... Bir mısırlı kraliçe... Nasıl 1980 doğumlu olurdu ki? Ona nasıl buraya geldiğini sordum. "Bir gün ben de senin gibi Mısırlılar'ı inceleyen bir kitap okuyordum. Senin gibi ben de onlara hayret dolu bir laf ettim. Ve kitabımın tam ortasından bir el çıktı. El hareketlerle beni kitabın içine çağırdı. Merak etmiştim. El’i tuttum. Ve tam bu oturduğum yere düştüm. Sadece pişmiş mercimek ve bilumum diğer kral ve kraliçelere özgü saçmalıklardan yememek için 21. yüzyıla dönmem gerekiyordu. Bunun için de El’i bekliyordum. Tam onu düşünmediğim ama ihtiyacım olduğu zamanlarda ortaya çıkıyor." İşte o zaman anladım Kleopatra'nın hiç bir zaman Kleopatra olmadığını. Ve Mısırlıların o dönemde hiç mercimek yemediğini. Ama o sırada elimde bir kitap tuttuğumu farkettim. Odamdaki koltukta oturuyordum. O anda koltuğun arkasından Kleopatra uzandı. ‘Bay bay canım..!’ dedi. Öyle doğal bir şeymiş gibi konuşmuştu ki, ona görüşürüz dedim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda bir Mısırlının size hoşçakal demesi ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... 2. Bölüm (20 Ocak 2003) Yağmur yağıyordu.. Okullar hala açıktı.. Sınav olmuştuk.. Yani daha kötü bir gün olamazdı.. Bir de evde benden başka hiç kimse ve dışarı çıkartılması gereken bir köpek olunca.. Daha kötüsü de olabilirmiş diye düşünmeye başladım.. Eve geldiğimde Kleopatra'yı düşünüyordum. Gelmeyeli çok oluyordu. Yılbaşından önce gelmişti… Raftan bir çizgi roman alıp koltuğuma geçtim. Çizgiromanı okumaya başladım.. Otomatikman mı oldu bilmem, elime Asterix ve Oburix'in Mısır'a gittiği çizgiromanı almıştım. Aklıma yine Kleopatra geldi. O sırada koltuğun arkasından Mısırlı bir kadın çıktı. "Merhaba canım..!" dedi. Öyle doğal bir şeymiş gibi konuşmuştu ki, ona karşılık verdim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda, Mısır'da geçen bir çizgiroman okurken, bir Mısırlının size selam vermesi ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... Sonra, bu kadının Mısırlı olduğunu anlamamı sağlayan şey, başına taktığı komik şapka değildi. Bir tek Kleopatra böyle geldiği, gelebileceği için onun Mısırlı olduğuna karar vermiştim.. Ama sonra içime bir kuşku düştü. O, Kleopatra olsa bile... O bir Mısırlı mıydı?! Arkamı döndüm. Bu sefer gariptir, Kleopatra'nın yerinde yeller esmiyordu. Ben de yine koltuğumda oturuyordum. Üselik kitabım da elimdeydi... Ama bu işte bir terslik vardı... O Kleopatra'ydı.. Peki, tamam şapkasını boşver... Diğer elbiseleri nerdeydi? Üzerinde dar beyaz bir kazak ve kot pantalon vardı. Ayağında da spor ayakkabılar.. Ve en ama en önemlisi... Saçları siyah değil sarıydı... Ama daha doğal gözüküyordu. Yüzümdeki bakış biraz fazla abartıydı sanırım. Bana baktı. O da garip garip bakmaya başladı bana.. Bakışları içimi delip geçiyordu.. Açıklama bekliyordum.. Nasıl böyle bir kılık bulmuştu kendine? Daha önce onun sarayına (ya da her nesiyse osuna) gidişimde düşüncelerimi okurmuş gibi yanıtlar veriyordu. Ama sanırım bu belli ortamlarda oluyordu sadece.. Çünkü bu sefer hiç bir şey demedi. Hem de yüzümdeki ifadeye rağmen.. Ama daha sonra yüzüne tekrar baktım.. Güven vermeyen, güvensizlik de vermeyen, muzip ve komik bir gülümseme vardı yüzünde... Neyse.. Sonradan kendimi Kleopatra ile konuşurken buldum. Geçen seferden biraz alıştığım için bu sefer o kadar anormal gelmiyordu bir kraliçeyle konuşmak.. Hele de kot pantalon, dar siyah bir kazak ve çizgili çoraplar giymişken konuşmak... Sordu: "Dışarı çıkalım mı?" Neden olmasındı ki... "Olur.?" Hala merak ettiğim şeyler vardı sonuçta.. Daha hiç bir şey söylememişti adı hakkında, kendisi hakkında, görüntüsünün normalliği hakkında. Soracağım bir sürü, bir sürü soru vardı.. Tek sorun, Kleopatra (ya da adı her ne ise) birazcık ince giyinmişti. Boyu bir yetmişin üstündeydi.. Biraz büyük de gelse ağabilerimden birinin kot ceketini verdim. Ben de hazır olunca dışarı çıktık. Yağmur azalmıştı.. Kleopatra gideceğimiz yolu iyi bilirmiş gibi aşağı inmeye başladı. Nereye gideceğimizi sorduğum zaman da "Nereye olacak, sahile!" dedi.. Bizim buraları bilmesine biraz şaşırmıştım.. Ama koltuğumun arkasından çıkan ve tarihin ilk kraliçelerinden biri olan bir Mısırlının, Mısırlı olduğunu düşündüğüm birinin daha normal bir şekide davranmasını beklemeyezdim.. Göztepe civarında oturuyordum. Bizim evden aşağı, sahile inmeye karar verdik. Konuşa konuşa yürümeye başladık. Ama gariptir insanlar bize tip tip bakıp duruyordu. Sahile geldiğimiz sırada ben onu soru bombardımanına tutmuştum: "Kleopatra adını nerden buldun?" "Onlar verdi.. Etekli tipler dediğin o hizmetçilerin daha üstünde olan, genelde benimle konuşmaya çalışıp hiç pesetmeyen bir adam vardı. Adam bana sesleneceği zaman 'Kleopatra' diyordu. Kulağım alıştı. Hem zaten küçüklüğümden beri biliyordum öyle bir kadının olduğunu.. Onun yerine ben nasıl geçtim, hala anlamış değilim ama..." Biraz olsun anlıyordum durumunu.. Sonuçta bana Esin demelerini de ben belki istemezdim.. Ama alışmıştım sonuçta. Peki.. Gerçek adı neydi? Ona sahilde köpeğini dolaştıran ya da koşturup duran insanların ortasında 'Kleopatra' demek biraz garip kaçıyordu sonuçta. Sordum.. "Senin gerçek adın ne?" "Oytun.. Annem Türk, babam İngiliz.. İngilterede karşılaşmışlar, evlenmişler, ben doğduktan bir-iki yıl sonra da buraya gelmişler.. Aslında bir adım daha var. Leonore diye.." "Hı..." İyi, güzel... Demek ki o 'Oytun'du.. Yani Kleopatra 'Oytun'du... İşte o zaman bir kez daha anladım tanıdığım bu Kleopatra’nın hiç bir zaman Kleopatra olmadığını ve olamayacağını. Ve Mısırlıların daha Mısırca (ya da her ne ise oca) bile bilmeyen kızdan çekecekleri vardı.. Onun hizmetçilere kötü davrandığını sanmıyorum, ama bu dil bilmeme konusunda gerçekten komik durumların yaşanacağı gibi bir hisse kapılmaya başlamıştım.. Düşüne konuşa ilerlerken evime geldiğimizi farkettim. Saate baktım. Eve daha kimse gelmemiş olmalıydı. Hava da açmıştı.. Biraz da sokak aralarında dolaştıktan sonra eve girdik. Kleopatra ceketi yerine astı. Sonra benim koltuğa oturuşuma baktı. Elime çizgiromanımı tutuşturduğu gibi koltuğun arkasına geçti.. Daha sonra koltuğun arkasından uzandı ve "Bay bay canım..!" dedi. Öyle doğal bir şekilde konuşmuştu ki, ona görüşürüz dedim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda bir Mısırlının size hoşçakal demesi ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... 3. Bölüm (2 Mart 2003) Elimde ‘sözde’ ders çalışmak için aldığım sosyal kitabı vardı. Eski uygarlıklarla ilgili üniteyi ‘okuyordum’.. Koltuğumda oturuyordum. Her zamanki gibi. Doğrusunu isterseniz, oraya bir iş yapmak ya da kitap okumak için değil, Kleopatra’yı beklemek için oturmuştum. Ve birden koltuğumun hafifçe titremesini ve yanağıma konan bir öpücüğü hissettim. Ardından da sarı saçların arasındaki bir yüz “Merhaba canım..!“ dedi. Öyle doğal bir şeymiş gibi söylemişti ki ona yanıt verdim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda, ‘sözde’ bir ders çalışırken, koltuğunuzun arkasından bir Mısırlının, tarihin ilk kraliçelerinden birinin size selam vermesi ne kadar normalse, bu da o kadar normaldi.. Sonra... Kleopatra’nın muzip, güven vermeyen, güvensizlik de vermeyen, canlı ve heyecanlı bakışlarının bana yanlızca birazcık odaklandığını hissettim. Ona dönüp baktım çünkü normalde bu bakışlar beni deler, içime bakardı. Ona döndüğümde suratı komik bir ifade aldı. Bana değil elimdeki kitaba bakıyordu meğer... ‘Ders mi çalışıyorsun?.. İyi o zaman ben gide...’ ‘Dur gitme!’ diye bağırdım. Ders çalışmadığımı göstermek istercesine de kitabı elimden masama doğru fırlatınca: ‘Hım...’ dedi. ‘tamam o zaman!’ Annem içerdeydi. Bir kitap okuyordu. Gidip Bobi’nin çıkması gerektiğini çünkü Bengi’nin (ağabim) onu çıkarmadığını söyledim. Tamam çıkar o zaman dedi. Ben de Bobi’yi aldığım gibi dışarı fırladım. Kleopatra (ona Leonore ya da Oytun demeye bir türlü alışamadım) bir arabanın üstünde bağdaş kurmuş, bekliyordu. Yürümeye başladık. O arabaya çıkıp üstüne kurulunca yoldan geçen kimsenin onu görmemesine ve arabaya baksa bile onu farketmemesine biraz şaşırmıştım doğrusu... Sordum: ‘Başkalarına görünmemeyi nasıl başarıyorsun?’ Aslında o bir kraliçeydi. Tarihin ilk kraliçelerinden biriydi. Ve 21. yüzyılda doğmuştu. Olanaksızı başarıp geçmişe gidebilen ve geri gelebilen biri olaraktan bunu zevk olarak bile yapabileceğini düşünmeye başlamıştım.. ‘Bilmiyorum.’ Dedi omuz silkerek. ‘İlk olarak şunda fark ettim.. Bir sokağın dibinde duruyordum. Kimse bana bakmıyordu. Ve bir adama saati sormak için yaklaştım. Ama ona seslendiğimde o beni duymadı bile. Sonra başka bir adam durdu ve bana saati söyledi. Her geçen de garip garip baktı adama..’ Durup gülmeye başladı. ‘Bakışları öyle komikti ki! Hiç kimse adamın eski bir kraliçeyle konuştuğunu farkedemezdi tabii.. Bir nevi bir kişiye görünmeyi gerçekten isteyip istemememle ilgili..’ dedi. ‘İyi de o adama gözükmek istememeyi nasıl başardın?’ Yanımdan geçen bir tip bana bakmaya başladı. Konuşmamı bir öksürüğe çevirmeye çalıştım. ‘Başka bir gün yine aynı yerdeyken saati ilk sorduğumda beni görmeyen adamı bir köpeğe taş atarken gördüm.. Kısacası geriye gidebildiğim gibi bir parçacık da geleceği hissediyorum ve insanların kişiliklerini farkedebiliyorum sanırım...’ dedi Kleopatra. Sonra durdu. Gülerek konuştu. ‘Sakın bana öyle bakma! O kadar da iyi hissetmiyorum, tamam mı!?’ Güldüm. Geçmişi ve geleceği (biraz da olsa) okuyabildiği gibi düşüncelerimi de okuyabiliyordu. Ayrıca o gözlerden her şey beklenirdi.. Ama neden benden başka onunla ilgilenebilecek kişilere görünemiyordu? Sorduğumda yanıtı açık oldu. Büyükler inanmazdı. Çok küçükler de millete yayardı. İşin sonunda çocuğunu psikologlara götüren anne babalar bile olabilirdi. Birine görünmek istediğine karar verdikten sonra eskiden kendi yaşadığı evden başlayarak sokak sokak bütün apartmanlardaki dairelere girip çıkmış dediğine göre. Onu farkeden birilerinin olmasını bekliyormuş. Ya da farkedilmek istediği birini arıyormuş. Sıra bizim eve gelince koltuğumun arkasından beni izlemeye başlamış. Bir anda kendini garip hissetmiş ve bana ‘merhaba canım..!’ demiş. Ben de yanıt vermişim. Yani onun göründüğü ve sırlarını söyleyebildiği tek kişi de ben olmuşmuşum... Bir anda durdu. Bekçi şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Kleopatra durmam için elini önüme koydu. Bobi’yi sevmeye başladım çünkü adam hala bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Kleopatra’ya baktığımda bekçinin önünde dans ediyor ve bağırıp çağırıyordu. Adamsa sanırım benim neden yokluğa ‘ciddi mi?’, ‘bak sen..’ gibi laflar söylediğimi düşünüyordu.. O zaman anladım olanı... Sahildeyken milletin bana garip garip bakmasının nedeni yanımdaki kıza ‘Kleopatra’ dememden değildi, yoklukla konuşmamdandı... Birden aklıma espri olsun diye Bengi’nin telefonunu cebime sakladığım geldi. Hemen çıkardım telefonu ve tuşlarından birkaç kez biip boop boop seslerini çıkardıktan sonra kulağıma götürdüm... Sonra konuşmamıza oradan devam ettik. Pratik bir çözüm olmuştu. Uzun bir süre boyunca gerçek Kleopatra’nın neden böyle bir adilik yapıp yirmi yaşındaki bir insanı 21. yüzyıldan kopardığını tartıştık. Oytun’a kalırsa Kleopatra ile bir bağlantısı olmalıydı. Bana göre de Oytun’un geleceği Mısır’ın geçmişi olmuştu. Ama sonuç her ikisinde de aynıydı. ‘Gerçek’ Kleopatra bir yerlerdeydi. Ve insanlar Kleopatra’nın eski Mısır döneminde aslında hiç olmadığını ya da yirmi yaşına kadar yaşadığını öğrense pek hoş olmazdı. Üzerine bu kadar da kitap yazılmışken.. Tam kâşiflerin nasıl bozguna uğrayabileceğini düşünüp kıkırdarken Kleopatra zınk diye durdu. Ona baktığımda biraz şaşırdım. Çünkü onun çeşitli muzip, komik, neşeli, güven veren ve güven vermeyen bakışlarıyla karşılaşmıştım.. Ama bu kadar ciddi baktığını hiç görmemiştim... Mırıldandı: ’Ona neler olduğunu öğrenmeliyim.Onu bulacağım..’ Tamam anlamıştım... ‘Gerçek’ Kleopatra’yı arayacaktı da... Nerede?, ne zaman? (daha doğrusu hangi zamanda?) ve nasıl? İşte o zaman anladım Kleopatra’nın hiçbir zaman gerçek Kleopatra olamayacağını. Ve mısırlıların o dönemde bir sürü şaşkınlıklar yaşayacağını. Ama Kleopatra yok olmuştu. Kafamı sallaya sallaya geri dönüp eve doğru yürümeye başladım... O sırada kafama bir şey danketti. Bütün bunlar bu kadar kafa karıştırıcı olmalarına rağmen son derece doğal bir şeymiş gibi gözüküyorlardı bana.. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda bir Mısırlı olduğunu düşündüğünüz birinin yerine geçtiği gerçek kraliçeyi aramaya girişmesi ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... Bölüm 4 (6 Nisan 2993) Kedimin üç aylık yavrusunun ıslak ve pütürlü dilini yanağımda hissettim. Sevginin böylesi diye düşünürken kediye ‘manyaksın kızım sen!’ demekten kendimi alamadım.. O sırada bir kadın yatağımın yanından uzandı. Ve ‘Ne şeker şeeeey!! Merhaba canım..!’ dedi. Bu sefer merhaba canım bana denmemişti ama.. Şimdi bana daha çirkin gözüken ve ‘merhaba canım’larımı çalan ne idüğü belirsiz sokak kedisi yavrusuna denmişti sanırım... Kediye karşı korkunç bir kıskanma duygusu hissetim.. Ama bana denmişçesine doğal bir şekilde ben de ‘Merhaba canım.’ dedim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda Mısırlı bir kraliçe sandığınız birinin kedinize ‘Merhaba canım..!’ demesi ne kadar normalse bu da o kadar normaldi. Sonra... Daha önceden Mısırlı zannettiğim kraliçe kılıklının yanında kocaman (gerçekten kocaman) bir kil tablet (ya da her ne ise ondan) durduğunu gördüm.. Üzerinde de bir sürü kuş, göz, çizgi ve çarpuk çurpuk simgenin kazınmış olduğunu farkettim... Kleopatra (ya da Oytun) tableti büyük bir çabayla odamın parkesine yatırdı.. Yavru kedim küçük bir ‘Kih!’ sesi çıkarıp korkarak kaçtı. Kleopatra kedime hiç dikkat etmeden bana baktı. Bakışlarının içimi delip geçtiğini hissettiğimde rahatladım. ’Üzerindeki yazılardan zerre kadar anlamadığını biliyorum...’ dedi gülümseyerek. Cevap verdim: ’Evet... Söyleyebileceğim tek şey heriflerin güzel kuşlar çizebildikleri.. Gözler de daha kirpikli olsa güzel olacakmış hani...’ Kleopatra sabırsız sabırsız tableti ovalıyordu. Üzeri hala çok tozluydu... Kendi kendine konuşuyormuş gibi hafif bir sesle mırıldandı: ’Sen bir de ne yazdığını öğren de... Sonra geç dalganı bakalım..!’ Sonra boğazını temizleyip bir duyuru yapacakmışçasına dikleşti... Kaşlarını çatarak sembollerin anlamlarını hatırlamaya koyuldu. Duraksaya duraksaya okumaya başladı: ’Yüce... “Ey Ra! Bu ülkeden, bu halktan-“ Hayır, hayır insanlardan, “Bu insanlardan kaç... kaçmak istiyorum. İnsanların beni... beni-“ ’ duraksadı ve düşünmeye başladı. ‘ “-İnsanların beni el üstünde tutmadıkları bir dünyada yaşamak isterdim. Keşke yıllar sonra yaşayacak bir torunumun,-“ (Burda durup sırıtarak bana baktı) “bir varisimin yerini alabilseydim. İnsanlığın ilerleyip zekileşeceğine-“ Hayır, hayır... Ha, tamam! “-akıllanacağına ve o zaman böyle krallık gibi yönetim tarzlarının olmayacağına inanıyorum.. Bana elini uzat, beni başka ve sıradan olan, kraliçe-“ Hımm... ol... Olan, ol, ol... Olmayan... “-sıradan olan, kraliçe olmayan ve olabileceğini de bilmeyen bir varisimin yerine geçir.’ Tableti okumayı bitirince yerinde biraz kıpırdandı ve mutlu mutlu sırıttı. Sanki büyük büyük büyük annesinin gençliğindeki yerine geçmek çok normalmiş gibi.. Ama bu ondan beklenirdi... Ne de olsa o, kısmen de olsa tarihin ilk kraliçelerinden biriydi... On - onbir ay sürecek bir iş yapmış olsa da, sırtında güzel pelerinler taşımış, gelen geçene emirler yağdırmış, bir sürü güzel ve ancak kraliçelere yaraşır yemeklerin tadına bakmış ve Sezar’ı tanımıştı... Sonra konuştu: ’O burada, İstanbul’da yaşıyor. Benim evimde, benim yerime... Ve içimden bir ses sıkılgan kraliçemizi bulmamın çok kolay olacağını söylüyor...’ Elimi kil tabletteki bir kuş sembolünün girintilerinin içinde gezdiriyordum.. Ona tip tip baktım ve sordum: ’Ne?! Şimdi ona mı gitmeyi düşünüyorsun? Benimkiler evde ve seni görmeleri ya da benim bir anda yok olmam onları şaşırtırdı.. Herkes sen değil sonuçta!’ Kleopatra bana pis pis baktı... Bakışları içimi delip geçti... Sonra sırıtarak konuştu: ’Saçmalama canım! Bu gün gitmem! Ama en geç bir hafta içinde yanına gelirim ve birlikte onu görmeye gideriz... Ama bundan önce evime uğrayıp neler yaptığını gizli gizli izlemeyi düşünüyorum da..!’ ’Onun seni göremeyeceğinden emin misin?’ dedim. ’E, görünmemek benim elimde! Hala oraya, buraya saklanabiliyorum..!’ dedi gülerek. İşte o zaman anladım Kleopatranın hiçbir zaman Kleopatra olmadığını ve olamayacağını... Ve mısırlıların şu bir hafta içinde kraliçelerini çok az göreceklerini. Ona kafamı salladım.. Birden kolundaki saate baktı ve mırıldandı: ’Ups! El’e bu saatlerde beni almasını söylemiştim! Birazdan koltuğunun arkasına gelir!’ Ona niye hep koltuğun arkasından gidip geldiğini soracaktım ki yanağıma hızlı bir öpücük kondurdu ve mırıldandı. ’Bay bay canım!’ Öyle doğal bir şeymiş gibi söylemişti ki ona yanıt verdim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda, bir Mısır kraliçesini arayan ve kendini uzun süre yerine geçtiği Mısır kraliçesi sanan birine hoşçakal demek ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... Bölüm 5 (13 Nisan 2003) Koltuğumda oturuyordum. Zavallı kedimin bacağı yaralı olduğu için (artık o kadar çirkin ve sevimsiz bir mahluk gibi gelmiyordu bana) kucağımda uyuyordu. Ve aklımdan Kleopatra hiç mi hiç geçmiyordu.. Bana verdiği söz üzerine bir hafta beklemiştim.. Ama onun da El gibi beklemediğim bir anda ortaya çıktığını farkettiğimden beri düşüncelerimi olabildiğince ondan uzaklaştırmaya çabalıyordum. O sırada bir kadın omzuma dokundu. ‘Merhaba canım..!’ dedi.. O kadar doğal bir şeymiş gibi söylemişti ki, ona yanıt verdim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda yaralı kedinizin kafasını okşarken yerine geçtiği Mısırlı bir kraliçenin yerini arayan, Mısırlı bir kraliçenin büyük büyük büyük büyük torununun size merhaba demesi ne kadar normalse, bu da o kadar normaldi.. Sonra.. Kleopatra birden konuşmaya başladı: ’Evde kimse var mı?’ Yok anlamında başımı salladım. Devam etti: ’Güzel.. Koltuğunun arkasına geçtiğimde senden beni tutmanı rica ediyorum. Çünkü birazdan El gelecek ve beni Kleopatra’nın yanına götürecek.. Seni de aliyim diyordum...’ Hevesle kafamı salladım ve onun koltuğun arkasına geçmesini izledim. Başıyla tamam işareti yapınca onun kolunu tuttum. Beş on saniye sonra neler olduğunu anlamadan başka bir koltuğun arkasında buldum kendimi. Bu El’in neden bu kadar koltuksever olduğunu merak ediyordum doğrusu.. Kleopatra konuşmaya başladı: ’Bak, oradaki oturan ‘Ben’i görüyor musun? O, bizim sevgili kraliçemiz aslında. İlk gördüğümde ben de şaşırdım ama bu doğru. Biraz dikkatli bakarsan, aramızdaki tek farkın benim ondan biraz daha uzun olmam olduğunu görürsün.’ Onun hakkında biraz daha bilgi verdi. Sonra birden koltuğun arkasından çıktı. Biraz ilerledi ve seslendi: ’Selam Kraliçem!’ Oytun’a baktım. Nasıl bu kadar doğal konuşabilirdi? Sanki her gün yerini aldığı Mısırlı bir kraliçeyi kendi evinde bulup selam verirmiş gibi. Ama sonradan hatırladım onun yeryüzündeki ilk Kraliçelerden biri olduğunu ve aslında 1980 doğumlu olduğunu... Böyle garip geçen neredeyse bir yılın sonunda böyle olayları normal karşılaması bir anda bana da normal geldi... Kraliçe ikizlere dönelim.. Gerçek Kleopatra’ya baktım. Yüzü garip görünüyordu. Oytun bana bakıp ağzıyla ‘Aynı sen!’ diye fısıldadı. Sonradan söylediğine göre onunla ilk karşılaşmamızda ben de böyle bakıyormuşum.. Ne diyeceğimi ya da nasıl bir tepki vereceğimi şaşırdım. Sadece gülümsedim. Ardından koltuğun arkasında kendime rahat bir pozisyon buldum. Oytun konuşuyordu. Sesi muzip olduğu kadar da konuşmayı yürütebilecek ölçüde sertti: ’Beni gördüğüne sevinip sevinmediğin konusunda hiçbir fikrim yok, yerinde olsam ben de sevinmezdim.. Ama söyleyeceklerim var..’ Kleopatra kekeledi. Sanki önündeki onun büyük büyük büyük büyük torunu değilmiş de, kocaman bir devmiş gibi konuşuyordu: ’Şey... Selam varisim!.. Niye.. Niye geldiğini çok merak ediyorum doğrusu..!’ Kleopatra koltuğunda gergin gergin oturuyordu. Oytun da kendini koltuklardan birine attı. Kendini evinde hissettiği belliydi. Çevresini gözden geçirerek konuştu: ’Evimi özlemişim!’ Kleopatra biraz rahatlamış gibiydi. Ama sesi yine de biraz titrekti: ’Güzel bir yer, evet...’ Oytun hiç duraklamadan sordu: ’Senin sarayın bunun gibi onunu cebinden çıkarır! Neden oraya dönmüyorsun?’ ‘Iııım... Şeyy...’ Oytun devam etti: ’Tarihle oynayamazsın. Benim oradaki şaşkın davranışlarımdan kuşkulanıyorlar, şu senin kölelerin!’ Kleopatra kemküm etmeye başlamıştı. Oytun tekrar etti: ’Tarihle oynayamazsın. Ne kadar kot pantolon ve t-shirt giysen de bu çağa alışman çok zor olur ve zaman alır. Aynı şey benim için de geçerli. Sen pizzayı nasıl yiyemiyorsan ben de senin kraliçelere özel yemeklerinden öyle yiyemiyorum.’ Kleopatra’nın yüzündeki umutsuz ifadeden olayı kabullenmek üzere olduğunu anladım. Üzüntüyle başını salladı. Siyah saçları yüzüne gelmişti. Ama onlara dikkat etmeden boğuk bir fısıltıyla konuştu. ’Durumunu anlıyorum.. sevgili varisim. Ben de buraya alışamadım diyebilirim.. Ve durumu kabullenmekten.. Durumu kabullenmekten başka bir çarem yok diyebilirim..’ Sesi bayağı üzgün duyuluyordu. Bir anda Kleopatra’nın yerinde olmayı hiç istemediğimi ve ona acıdığımı hissettim. Oytun da acıyordu. Bu onun yüzünden belli oluyordu: ’Üzüntünü anlıyorum kraliçem...’ dedi saygın bir tavırla. ‘Eski Mısır’a ilk düştüğüm ve geri gelemeyeceğimi sandığım zaman köleleri takmadan tahtıma oturup ağlamıştım. Sonra Esin sayesinde seni bulmaya karar verdim’. Ayağım uyuşmuştu ama doğrulup Oytun’un yanına oturdum. Bir an için kendime bile komik gelen şeyi yaptım sonra. Elimi sallayıp gülümsedim: ’Selam kraliçem!’ Oytun devam etti: ‘Onunla konuşup tanıştım. Seni bulmamda bana yardım etti..’ Bana bakıp gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Kleopatra mırıldandı: ’Anlıyorum...’ Oytun rahat bir şekilde sordu: ’Güzel! Kusura bakma, seni kovmak gibi olmasın ama yolculuk ne zaman?’ Oytun’un yüzünden evine dönebilmenin sevinci okunuyordu. Gözleri her zamankinden de pırıl pırıldı. Kendine su koymak için mutfağa giderken seslendi: ’Oradan geldiğinde üzerinde olan ‘Kraliçe Elbisesini’ giy istersen. Beni pantolonla görünce zaten şaşırıp kalıyorlar.. Haa, bu arada! Halk ve özellikle de şu ‘köleler’ beni abartı yüksekte görmüyor artık. Hatta birkaç garsonla arkadaş bile oldum.’ Kleopatra’nın yüzü aydınlanmıştı: ’Teşekkür ederim!’ Sonra bana döndü: ’Seni daha yakından tanımak isterdim ama...’ Biraz üzgün konuşuyordu. ‘Gitmem gerek... Anlarsın!’ Gülümseyerek başımı salladım: ’Eğer El geri gelirse benim evime de gel. Ailemin yanında görünmeyen Mısır kraliçeleriyle konuşmayı artık başarabiliyorum!’ Güldük. Oytun elinde elbiseyle geldi. Koltuğa oturdu. Sonra sordu: ’Bizi ziyaret edecek misin?’ Kleopatra düşünceli düşünceli konuştu: ’El görünürse ikinize de gelirim.. Umarım... Umarım El gelir..’ Bir saat kadar oturup konuştuk çeşitli şeylerden. En sonunda ben Kleopatra’yı, Kleopatra da beni tanımış oldu. Kleopatra’nın Oytun’dan kişilik olarak pek bir farkı yoktu. Oytun’un es geçtiği somut farklardan biri de birinin saçının doğal olarak siyah, öbürününkininse sarı olmasıydı. Daha sonra Kleopatra gülerek konuştu: ’Kendi yüzyıllarımıza geri dönüp orada ‘kendimiz’ olarak yaşadığımız an görünür olamayız. Bunun için 24 saat boyunca o yüzyılda kendimiz gibi yaşamalıyız.. O zamana kadar ikimiz de Esin’den başkaları için ortalıkta yokuz yani!’ İşte o zaman anladım, tanıdığım hiçbir Kleopatra’nın Kleopatra olmak istemediğini. Ve mısırlıların şu bir gün içinde ne sahte ne de gerçek kraliçelerini hiç göremeyeceklerini.. Güldük.. Ardından El geldi... Üçümüz de onu tutup benim evime geldik. Eve geldiğimde yere çarptığımı hissettim. Oytun koltuğun arkasından çıkarak koltuğuma oturmama yardım etti. Çünkü feci düşmüştüm yere. Bir iki dakika sonra Oytun tekrar koltuğun arkasına geçti. Kulağıma ‘Bay bay canım..!’ diye fısıldadı. O kadar doğal bir şeymiş gibi demişti ki ona yanıt verdim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda, gerçek bir Mısır kraliçesini Eski Mısır’a yollamak ve eskiden Mısır kraliçesi olan birine hoşça kal demek ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... 6. Bölüm (14 Nisan 2003) Ertesi gün sabahleyin birinin beni yumuşakça dürtüklemesiyle uyandım. Dürtükleyen kişi Oytun’du. Sabah beni kaldırmaya gelmişti. Bana ‘Günaydın canım..!’ dedi. O kadar doğal bir şeymiş gibi söylemişti ki, ona yanıt verdim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda eskiden Mısır kraliçesi olan biri tarafından kaldırılmak ne kadar normalse, bu da o kadar normaldi... Sonra... 24 saat dolana bir-iki saat kalana kadar hep Oytun’laydım. Ve neredeyse sürekli konuşup durduk.. Keyifli bir gün ve gecenin geçtiğini söyleyebilirim. Ama sonrası pek öyle gelmedi... Çeşitli şeylerden konuştuk. El’in neden koltukların arkaları arasında gidip geldiğini bulmaya çalıştık.. Bir ailenin Mısır’dan nasıl Türkiye veya İngiltere’ye gidebileceğini düşündük. Ve sonunda Mısır’da İngilizlerin yoğun olduğu dönemlerde bazı Mısırlıların İngiltere(ye gitmiş olabileceğine karan verdik.. Adındaki ilk harflerin, yani ‘Leo’nun, Kleopatra’ya benzemesinin sadece raslantı olduğunu kabul ettik... Kısacası bütün sorulara yanıt getirmeye çalışıp durduk. Gelelim son saatlere.: Başka salakça bir şeyin daha yanıtını bulmak üzere konuşup duruyorduk.. Ve bir anda Oytun sustu. Tam neden sustuğunu sormak için ağzımı açmıştım ki, sordu: ’Esin, sen kaç yaşındaydın?’ ’Onbir.. Onbir buçuk falan.. Niye sordun?’ ’Herhangi bir okulda karşılaşmamız mümkün mü diye düşünüyordum da...’ O an benim de aklıma aynı soru geldi. Bir daha birbirimizi göremeyecek miydik? Endişeyle sordum: ’Evinin semti nerde?’ ’Beykoz... Yakın da değil yani... Ama eskiden bu çevrede otururdum.. Daha önce dediğim gibi.. Beni görecek ve bana yardım edecek birini aramaya eski evimden başlamıştım ya...’ Saate baktım.. Bir saatten az kalmıştı. Konuştum: ’Gitme. Gideceksen de geri dönebilmenin bir yolunu bulalım!’ ’Birşeyler bulmaya çalışırım.. Sana söz veriyorum geri gelebilirsem gelirim.’ Sesinde bir değişiklik farketmiştim. Daha net ve daha gerçek duyuluyordu. Sanki eski yüzyıllardan bu yüzyıla geçiyordu.. 21. yüzyıldaki herkes tarafından görünebilecek bir insan oluyordu... Gerçek Kraliçe Kleopatra’nın dediğine bakılırsa El, aslında Ra’nın eliydi. Ve Ra herkesi kendi yüzyılına, kendi yaşantısına gönderdikten sonra tekrar eski yerini alacak, bir daha hiçbir zaman ne Kleopatra’yı, ne onun bir varisini, ne de herhangi bir başkasını taşıyacaktı.. Kısacası bu onu göreceğim son gündü, son saatlerdi... Hatta... Son dakikalardı... Kleopatra’nın ricası üzerine koltuğuma oturdum. Koltuğun arkasına geçti. Yanağıma bir öpücük kondurdu.. Ve ‘Bay bay canım..!’ dedi. Öyle doğal bir şeymiş gibi demişti ki, ona yanıt verdim. Aslında hiç de normal değildi! Aslında... 21. yüzyılda, eskiden Mısır kraliçesi olan bir kıza veda etmek ne kadar normalse bu da o kadar normaldi... Koltuğumun arkasından uzanıyorsun Bana dokunuyorsun İrkilip dönüyorum Karşımda seni görüyorum... Bakıyorsun, Güzel gözlerin var Göz kırpıyorsun Bakışların içimi delip geçiyor... Kimsin sen? Nasıl geldin buraya? Sırf bana görünmek ulaştıracak mı seni amacına? Neyin nesi o el söylesene bana? Sen bir kraliçe misin? Söylesene bana, sen ciddi misin? Nasıl buldun beni merak ediyorum. Nasıl ulaştın bana. Sırf bana görünmek ulaştıracak mı seni amacına? Başını sallıyorsun Güzel gözlerin var Göz kırpıyorsun Bakışların içimi delip geçiyor... Anlamıyorum neler olduğunu.. 1980 doğumlu olduğunu söylüyorsun Üstelik adın da Leonore. Peki yerine geçtiğin kraliçeyi aramak ne işine yarıyor? Daha dikkatli inceliyorum seni, Saçların doğal bir sarı, burnun sipsivri Sana Kleopatra’lığın yakıştığı besbelli. Niye istemiyorsun orada kalmayı? Çağlar arasında gezip dolaşmayı? Kararlısın ‘Onu bulacağım’ diyorsun Senin yaşında birisinin olamayacağı kadar kararlı. Ama unutmuşum, sen tarihin ilk kraliçelerinden birisin. Sırf bu nedenle odama kocaman kil tabletler bile taşır getirirsin. Dersin sonunda ‘O burada, İstanbul’da yaşıyor. Benim evimde, benim yerime, Ben gidip ona bakacağım, izninle’.. Bir gün yine gelirsin, yanında El ile, Fısıldarsın; ‘Söyleyeceklerim var beni tut hele!’ Ne olduğunu anlamadan bir bakarım evine gelmişim, Kendimi bir koltuğun, senin koltuğunun arkasında buluvermişim. Orada duruyor gerçek Kleopatra, Hadi Oytun, git konuş onunla Gönder onu kendi dünyasına.. İşte bu kadar, o gitti Sen artık 21. yüzyıldaki Oytun oldun. Bilmiyorum, bu iş beni sevindirdi mi? Sana son kez bakmak zorunda kaldığımı hissediyorum Bakıyorsun, Güzel gözlerin var Göz kırpıyorsun Bakışların içimi delip geçiyor..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Esin Yardımlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |