Mektubum sanırım fazla uzun oldu, çünkü daha kısa yazmak için yeterince vaktim yoktu. -Pascal |
|
||||||||||
|
Dün gece, arnavutkaldırımıyla kaplı sokaklarda yürüdüm yürüdüm, uzun uzun seni düşündüm, içimde derin bir hüzün. Bir gizdin sen, bir derince iz; olamazdım sensiz. Sen benim çok güzelim, çok özelim, güç aldığım gizli elimdin. Ana caddeye çıktım. Işıl ışıl vitrinleri seyrettim. Mankenlerin üzerindeki yeni kreasyonlara baktım. Yürüdüm bulvar boyunca adım adım, sana geliyordum bilmeden; sürükleniyordum sana doğru, biliyordum ama bir kez daha bildiğimi bilmediğimi anladım. Senin çok sevdiğin ve benim de sen çok sevdiğin için çok sevdiğim, bulvar cafesine oturdum. Garson tanıyordu artık, biliyordu sana geldiğimi. İki Bordo şarabı dolu bardağı getirip sessizce bıraktı masamıza. Anlıyordu o da, susuyordu, saygı gösteriyordu bana. Sana içtiğimi, sana geldiğimi, seni seyrettiğimi, seninle konuştuğumu biliyordu. Senin, 'şarap mezesiz içilir,'dediğini unutmamıştı ve ben sipariş vermeden kendiliğinden iki bardak Bordo şarabı getiriyordu. Kibar bir insandı, bu zamanda nesli tükenen. Artık beni yadırgamıyordu. Alışmıştı. Kimbilir belki onun da bir yanı noksandı. Bir yudum senin bardağından içtim, bir yudum benim. Her zamanki gibi nefisti şarap. Hep seni seyrediyordum, gözlerinin derinliğinde eriyordum. Şimdi kimbilir kiminlesin, nerde? Eğer düşmeseydim ayrılıklarla derde; seninle çok mutlu olurdum, olur olmaz her yerde. Uzun uzun bir hüzün içimde, acısı ayrı, sancısı ayrı bir biçimde. Sahi mutluluk neydi? Yoksa aldatıldığımız bir masal mıydı? Var mıydı mutluluk, neredeydi, nasıl bir şeydi bu yıllardır unuttuğum? MUT, MUTLU, MUTLULUK... Bunların anlamı neydi? Nerede ve kiminleydi, kimler bulmuş, kimler yitirmişti? İnsanları ardından koşturan, aslında hiç yakalayamadığımız veya içimizde duran, ancak çıkaramadığımız bir masal mıydı? Bir gizdi, bir derince iz...( Benim mutluluk sebebim sendin, ben olamazdım sensiz! ) Soyut bir kavramdı, somut olsa herkes yakalar ve herkes mutlu olurdu. Tel örgüye takılanın pantolonu yırtılıyordu, atlayabilene birşey olmuyordu, aslında kural buydu. Ancak basite indirgemeden, doğasını zedelemeden bilmek gerekirdi. Neydi mutluluk? Mutluluk insanlık tarihinden beri gündemini korumuştu, hep gündemdeydi, hiç inmemişti. Kimler gelmiş, kimler geçmişti; ama mutluluğun peşinden herkes koşmuştu. Çok az kişi yakalamış, ya da yakaladığını sanmış, aslında aldanmıştı. Peki, neydi mutluluk? Çinliler, Mayalılar, eski Anadolu uygarlıkları, Babilliler, Sümerler, Mısırlılar ve eski Yunanlılar hep mutluluğu aramışlardı. Hepsi birer birer göçmüştüler dünyadan, bize somut bir belge, bir iz, bir prospektüs bırakmamışlardı. Bunların birçoğu tanrı olduklarını iddia etmişlerdi, ancak ölümlü oldukları görülmüştü, hiçbiri ölümsüzlüğü yakalayamamıştı, hiçbiri ölümsüz değildi, gerçek tanrı değillerdi ve insanları aldatıyorlardı. Olimpos dağına oturmakla, aşk tanrısı, güzellik tanrıçası olmakla bitmiyordu. Hepsinin bir masal, bir düş olduğu anlaşılmıştı günümüzde. Ancak esrarlarını hala koruyorlar ve insanlar büyük bir ilgi duyarak araştırıyorlardı. Örneğin Çin' de BUDDHA bir devrim yaratmıştı yüzyıllardır. Buddha' nın öğretisi günümüzde bile ilgiyle izleniyor, Budist tapınaklarını ve keşişlerini izlemek için dünyanın dört bir yanından insanlar Çin' e, özellikle Tibet yaylalarına, yüksek dağlara, kuş uçmaz kervan geçmez, yolu izi olmayan dağlara gidiyorlardı, araştırıyorlar ve hayran kalıyorlardı. Bir gizdi, bir derince iz. Eski Yunan Mitolojisinde tanrı ve tanrıçalar mutlu olduklarını sanıyorlardı, bir süre sonra öldüklerinde ölümsüz olmadıkları anlaşılmakla birlikte mutsuz yanları da anlaşılıyordu. Örneğin, aynı kadını seven iki tanrı, ya da aynı erkeği seven iki tanrıçanın ordularını savaşa sokarak mutluluk aradıkları, gerçekte insanları mutsuzluğa sürükledikleri anlaşılmıştı. Binlerce insanın ölümüne neden olmuşlardı. İrice bir yudum senin bardağından içtim, irice bir yudum benim. Bardaklar boşalmıştı. Garson görmüş, yeniden iki bardak Bordo şarabı getirmişti. Başım hafifçe dönüyordu, ancak acım dinmiyordu; neydi mutluluk? Mut eski bir Mısır kraliçesiydi, tanrıça olduğu söylencesi de vardı. Halkını refah içinde yaşatıyordu; orada yaşayanlara ise MUTLU deniliyordu, yani oralı anlamına gelen. Sanırım mutluluk sözcüğü buradan türemişti. Peki, mutluluk neydi? Mutluluk, yaşantısından keyif alan, hoşnutluk duyan, hayatından memnun olan, bir sıkıntısı, acısı, sancısı, kederi olmayan anlamına geliyordu değişe değişe. Ayrıca, baht, talih, şans, uğur anlamına da geliyordu. Bunlar mıydı mutluluk, hayır değildi; kısmen mutluluğun anlamı buydu, tamamen değildi, olamazdı. O zaman her isteğini elde etmiş bir zengin nasıl oluyor da bir aşk acısı yüzünden bir ömür mutsuz olabiliyordu? Bu sav da çürümüştü. Neydi mutluluk? Aslında tam bir mutluluk yoktu, kısmen mutluluk vardı. İsteğini elde etmekti mutluluk, almaktı, vermekti, çok şey bilmekti, başkası için yaşamaktı, hayatını yüksek bir ideolojiye adamaktı. Bir de dinler mutluluğu vardı, çok yüksek bir öğretiydi, gerçek mutluluk dindeydi, ancak insanlar pek uymuyordu. Ya ben? Ben uyuyor muydum dini öğretilere. Hayır, hiçbir isteğini yerine getirmemiştim dinin. Uymamıştım, aykırı bir yaşamım olmuştu. Doğrusu buydu, gizlenmemeliydi, Tanrı herşeyi bilen ve görendi, saklasanız ancak kendinizi kandırırdınız, açıkça söylenmeliydi. Yorulmuştum mutluluğu aramaktan. Sen benim unutulmazımdın, vazgeçilmezimdin. Bir senin bardağından, bir benim bardağımdan irice bir yudum şarap aldım. Başım dönüyordu, acım dinmiyordu, ben mutsuzdum, sensizdim, kimsesizdim, uzay boşluğunda bir zerreciktim. Gözlerine bakıyordum, eriyordum, bitiyordum sana, ben burada olmaktan mutluydum. Ben seninle olmaktan mutluydum, ben seninle mutluydum. Sen benim diğer yarımdın, ben seninle tamamdım. İkimizin bardağını içtim. Bordo şarabı bitmişti. Başım dönüyordu, acım dinmiyordu. Ben seni seviyordum. Başkasıyla olamazdım, yapamazdım. Garsondan hesabı istedim. Yüklüce hesaba yüklüce bir bahşiş bıraktım. Garson zarif bir insan, çok saygılıydı. Fransızlar zarif insanlardı.Hemen bir taksi çevirdi, kapıyı zarifçe açtı. Ben bindim ve şoföre Le Marais semtine gitmesini söyledim. Bulvarda bulmuştum mutluluğu, ben seninle mutluydum. Sahi ben mutlu muydum? Şu anda mutluydum, mutlu olduğumu sanıyordum; oysa mutluydum, eğer mutluluk buysa... ERDEN ERKİN... MUTLULUK NEDİR?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ERDEN ERKİN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |