Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Bir : (Özgürlüğe veda) Üniversite yıllarının bitmesiyle iş hayatı başladı . İlk olarak “Bu sabah erken kalkmasam da olur” seçeneğimi toprağa verdim . Zorunda olmamaklarımı törenle uğurladım son yolculuklarına . Plansız ve sevmekten başka bir şey istemeyen aşklarımı gömdüm . “Sevgilim olur musun ?” sözünü korkusuzca söylemelerim de aynı kabirde uzanmış yatıyor . Ne kıyameti var artık ne de mahşeri onların . Bir daha dirilmeksizin kayboldular zamanın içinde ama sorgu sual her gün baştan yapılıyor . Günahları sevaplarından fazla gençliğimin . Onun için pişmanlıklar cehenneminde yanıyor aklıma geldikçe . Aşkımı hiç duymamış sevgililerin hayali başında birer zebani . İki : (Aşka veda) Evlendim . Her gördüğüm çehreye aşık olmalarım tabutunun içinde kefensiz , yalın . “Tanışabilir miyiz ?” demelerimin mezar taşında “Kayıtsız şartsız sadakat” yazıyor ; bir de “Ruhuna Fatiha” . Bu kadın da kim ? Cenaze levazımatçısı mı , mezarlık bekçisi mi ? “Eşin o senin” dedi ukalanın biri . Uyandırdı beni tatlı rüyalarımdan . Biliyorum sersem . Sevdim de evlendim ama cicili bicili aşk paketinin içinden ne de tuhaf bir hediye çıktı . Tekrar paketlemeye çalıştığımda pul kadar ambalajın içine sığmıyor koskoca kadın . Oysa o paketten çıkmamış mıydı ? Üç : (Benliğe veda) Çocuğum oldu . Yetişkin insan olmaktan kaçışımdı arada bir esen deliliklerim ; şimdi biraz daha akıllıca oldular . Sinemalar , barlar , konser salonları , üçüncü sınıf moteller virane artık . Kaçamak tatiller , salaş kıyı lokantalarındaki rakı balık muhabbetleri , kahvaltı zamanını sabah sevişmeleri ile değerlendirmeler , bu akşam iş çıkışı eve gitmeyelimler toplu mezarlarında balık istifi yatan katliam kurbanları . O ağladığı için gün doğumuna karşı ayaktayız . Sarhoş değil , uykusuz . Görmek ne mümkün ? Günün doğduğunu kuşlardan duyuyoruz . Bir de Tanrı’nın nimeti o büyük sevgisi olmasa yavrumun ; katlanılır mıydı üçüncü ölümün acısına ? Dört : (Bedene ilk veda) Yaşlandım . 50 yaş bir zindan karanlığıyla çöktü üzerime . Eğer bu olmasaydı ilk iki ölümü geri döndürebilirdim . “Yürünür mü o kadar yol ? Bir otobüse falan binelim” . “Çilekler de bozuldu . Hiçbirinin eski tadı yok artık” . “Ağaçlar neden eskisi kadar yeşil değil ?” . “Bana amca demesinler diye herkese adımı mı öğretsem acaba ?” . “Sabah öğle akşam , aç karına . Pembe olanlardan . Hayat yine de güzel . Yoksa hala bu balkon demirini aşabilecek kadar mecalim var” . Beş : (Bedene son veda) İşte bu kadar . Dört ölümü bir paketin içine , paketi de musalla taşına koydum . Nasıl da kabulleniliyor ölüm . Belki kaçınılmaz olduğu için ama bence ilk dördü yüzünden . Dört ölüm olmasa bu kadar kolay vazgeçilir miydi hayattan ? Yavaş yavaş , alıştıra alıştıra ölüyoruz . İlk dördünde nasıl ağlamadıysanız şimdi de ağlamayın . Hele şimdi hiç ağlamayın . Çünkü en güzelini yaşıyor bünye . Çünkü beden yok artık . Sıcaktan bunalmak , soğukta üşümek , bel ağrısı , sırt kaşınması , gürültü , pis koku , susuzluk , açlık , bitkinlik , mide bulantısı , nefes darlığı , kulak çınlaması , kötü söz , tıraş olmak , dişçiye gitmek , ağır yük taşımak , beslenmek , yemek yapmak , çamaşır yıkamak , para kazanmak zorunda olmak ve yaşamak zorunda olmak . Hepsi gereksiz birer ayrıntı olarak bedenle birlikte bırakılıyor ıslak ve küf kokulu toprağın altında . En önemlisi beyinle birlikte hafızanın da fosfora ve azota dönüşüyor olması . Ölmekle elde edilen en büyük kâr budur herhalde . Anne , baba , eş , kardeş , evlat , nefret , sevgi , gurur , öfke , aşklar ve hatıralar . İnsana zoraki mutluluklar ve kaçınılmaz acılar veren tüm anılar . Unut gitsin … Herkes anlamalı ki hayat , aile fertlerimizle aynı sofrada dibi çatlak kaselerden çorba içmek gibi bir şey . Sofra kalabalık ama kaşık bir tane . Kaşığı ele geçirebildik mi ne ala … Sıcak ve leziz çorbayı indiriyoruz midemize . Ya kaşığı kaptırınca ? Kasenin dibindeki çatlaktan hayatımızın akıp gittiğini seyrediyoruz ve ölüme yaklaşıyoruz hayata aç bir şekilde . Ölüme yaklaşmak bir kenarda dursun . Ölüm çok kesin bir son . Ya hayatın çok kıymetli dilimlerinin kaybedilmesine ne demeli ? 35 Yaşına geldiğinde ölmemiş bile olsan öncesini doyasıya yaşamadıktan sonra kaşığı eline alıp çorbanın kalan kısmını içmen neye yarar ? Soğumuş , kaymaklanmış , tadı tuzu kalmamış bir 35 yaş sonrası karın doyurmaktan çok mide bulandırıyor ne yazık ki . Bilinçli bir esarete giriyoruz kişisel inisiyatifimizin kaşığını anne , baba , eş ve en çok da çocuğumuza teslim ederek . Hayat çorbası çatlaktan sızıyor ; soğuyor . Üzerinde bağlayan kaymak gibi kırışıyor tenimiz ve titriyor ellerimiz . Sonra biz dört ölümü fark etmeden ve hatta bazısını çoğu zaman isteyerek yaşarken birileri beşinciye ağlıyor bizim yerimize . Söylesenize neden ağlamadınız ilk dördüne .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Faik Murat Müftüler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |