..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Aşk eski bir masaldır ama her zaman yepyenidir. -Heine
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Fantastik > Esin Yardımlı




20 Ocak 2002
Tabiat Teyze  
Esin Yardımlı
Buzul çağdayken Tabiat Ana'nın işi bayağa bi zordu... Yazın bile her taraf buzlara kaplı olunca tabii ki de zor olacaktı... Hem karayı, hem havayı kontrol etmek... Zaten Buzul Çağı da Tabiat Ana gece uyurken başlamıştı...


:BGID:
Buzul Çağı’ndayken Tabiat Ana'nın işi bayağı bi’ zordu... Yazın bile her taraf buzlarla kaplı olunca tabii ki de zor olacaktı... Tabiat Ana işinde zorlanıyordu.. Hem karayı, hem havayı kontrol etmek... Zaten Buzul Çağı da Tabiat Ana gece uyurken başlamıştı...

Tabiat Ana'nın bir kardeşi, bir de kızı vardı... E, bu kadar iş arasında ne kızına bakabiliyordu ne havaya... Hâla çiçeklerle, toprakla ve ağaçlarla uğraşıyordu... Annesiyle babası gittiğinden (Deniz İşletmelerinde Fırtına bölümünde çalışıyorlardı ve kuzey kutbuna transfer edilmişlerdi..) beri iki iş de ona devredilmişti ve o iki tarafla da uğraşamıyordu...

Sonunda bir karar verdi... Kardeşini ve kızını yukarda tanıdık bir buluda gönderdi. Onlar oradan havayla, yağışlarla ve rüzgarla ilgileneceklerdi. Buzul Çağı da atlattıklarında Gül aralarında gidip gelecekti, keyfince...

Böylece kardeşini ve kızı Gül'ü yukarı gönderdi. Kendisi toprakla, kardeşi de havayla uğraşmaya başladı... Sonunda Buzul Çağı’nı atlatmayı başardılar. Çoğu canlı bundan memnun kalmıştı. Her ne kadar ekvatordaki yerlerinden olan kutup ayılarının ve penguenlerin keyfi pek memnun olmasa da artık yediveren gülleri dışındaki çiçekler bile açmaya başlamışlardı..
Tabiat Ana dünyaca ünlü bir kişiydi... Doğa’nın onlara verdiği evrim geçirme yeteneği sayesinde insanlar, hayvanlar, böcekler ve bitkiler akıllandıkça ağızlarından Tabiat Ana lafı, Tabiat lafı daha da bi’ düşmez oldu... Tabiat Ana düşündü... Çocukların sevdiği karı yapan, yağmuru yağdıran kişi, biricik kardeşi hiç mi bilinmeyecekti yani?
E, böyle olunca telefonda konuştular (bayağı bi’ fatura yazan bir konuşma olmuştu) ve Tabiat Ana ile Tabiat Teyze olmaya karar verdiler.

Daha sonralarda Tabiat Ana bir daha Buzul Çağı olmasın diyerekten mevsimleri temsil eden birilerinin olmasını istedi. Bir kez daha bu sorunları yaşamak istemiyordu, ki hakkı da vardı. Tabiat Teyze'yle uğraşarak dört tane konforlu meşe ağacı yaptılar... Bu ağaçları doğal hızda büyümelerine bırakmadılar tabii.. İnsanlar bunları gördü ama takmadı... Zaten onlar neredeyse hiç bir şeyi takmazdı doğayla ilgili... Ağaçların üzerine de '1867-68 yılları arasında Bilmemne Paşa tarafında diktirilen bu ağaç...' yazan tabelalar kondurdular ki, insanlar ağaçları kesmesin, budamasın..
Sıradan bir parktı burası... Normal, aşırı sıradan bir park... Sonra.. Bu dört ağacın hemen karşı tarafına ve yanına bir iki bank yerleştirdi insanlar...

Daha sonraki günlerde Tabiat Ana ve Tabiat Teyze bir olup, dört tane yaprak ailesini ikna ettiler. Bunlar mevsimlerin temsilcileri olacaklardı. Her mevsimde dört ağaçtan birinde yaşayan yaprak ailelerinden biri ağaçların karşısındaki bankın altındaki Yaprak Yığını’na (Temsilci Sarayı’na) gidip o mevsim boyunca Tabiat Ana ve Tabiat Teyze'ye rapor vereceklerdi, cep telefonuyla.
Ama yaprak aileleri sonralarda tutturdular, ünlü olmak isteriz, soyadımızın olmasını isteriz, bir sürü hizmetçilerimizin olmasını isteriz diye...

Tabiat Ana ve Tabiat Teyze n'apsın... Onları ünlü de yaptılar, (Çam ağaçları arasında bir dedikodu yayarak) hizmetçi de buldular (Çam ağaçlarının arasında dedikodu yayarken aylak aylak dolaşan ve iş yapmak isteyen bir sürü palamut görmüşlerdi, işi de onlara verdiler)...
Ama en büyük sorunu soyadı bulmak çıkardı... Hepsi soyadının Yaprak'la bitmesini istiyordu. Sonunda karar verdiler. Her aile kendine ait olan tek bir mevsimi temsil edecekti. Soyadlarsa sırayla şöyleydi.

İlkbahar temsilcilerinin soyadı Gülyaprak oldu. Kral ve Kraliçe Gülyaprak mutlu ve hoş bir çiftti. Yumuşak ve sevecen yapraklardı. Palamutları da iyiydi, ama biraz dikkatsiz ve düzensizlerdi..

Yaz temsilcilerinin soyadı Günyaprak'tı. Kral ve Kraliçe Günyaprak son derece sakin, iyi kalpliydi... Ama palamutlar... Bak, işte onlar çok serttiler... Aşırı serttiler... Ve kabaydılar... Evet, evet çok kabaydılar... Üstelik sevecen ve iyi kalpli de diillerdi... Krallarını ve Kraliçelerini sevmezlerdi...

Sonbahar temsilcilerinin soyadıysa Kuruyaprak oldu. Kraliçe Kuruyaprak son derece öfkeli, sinirli ve durmadan bağıran bir yapraktı. Kocası Kral Kuruyaprak ise tam tersi kibar, sessiz hatta biraz ezik bir tipti. Palamutları da şöyle böyleydi işte..

Kış temsilcilerinin soyadı da Buzyaprak oldu. Kral Buzyaprak son derece sevecen, dost canlısı ve hoşsohbetti. Ama Kraliçe Buzyaprak adına yakışacak kadar soğuk bir kadındı. Durmadan aksilik çıkarırdı.. O soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesiyle bağırıp dururdu..

İlk başta sayıları biraz az olan palamutlar ne yazık ki pek işe yarayamıyordu.. Sonunda her aile başına ellişer palamut hizmetçi oldu...

Ama bu hizmetçileri toparlayacak ve sorumluluklarını üstlenecek bir kahyaya da ihtiyaç vardı. Bu yüzden de her ailenin birer Kahya Palamut'u oldu. Tabii bütün Kahya Palamut’ların da kendilerine özgü kişilikleri vardı.

Tabiat Ana ve Tabiat Teyze bütün bu işler tamamlanınca derin birer ‘oh’ çekiyorlardı ki... Ama ‘oh’larını yarıda kesmeleri gerekti. Çünkü Kraliçe Günyaprak'tan bir telefon geldi. Kraliçe Günyaprak diyordu ki, Kahya Palamut'u hiç bir işi yapmıyormuş, palamutlar da bu nedenle hiç söz dinlemiyormuş.. Bunlara müfettiş kılıklı tipler gerekiyormuş... Anca öyle düzene girerlermiş...

Tabiat Ana ve Tabiat Teyze bütün oh çekmelerini bir yana bırakıp işe koyuldular yine... Dört mevsim içinde de kendini hep iyi hisseden ve canlı kalan tek bir ağaç türü vardı... Çam ağacı...
Bütün seçkin Kozalak ailelerinin ağaçlarına duyuru astılar... ''GMT' (Görevli Mevsim Tertipleyicileri) Elemanı Aranıyor' diye... İnsanlar bunları gördü ama takmadı... Zaten onlar neredeyse hiç bir şeyi takmazdı doğayla ilgili...
Duyuruyu gören üç yaşını aşmış kozalakların çoğu geldiler buluşma noktasına... Orada Tabiat Teyze'yi gördüler. Tabiat Ana'nın kiraz ağaçlarıyla bir işi çıkmıştı ve gelememişti... Sonra Tabiat Teyze kendi düşüncelerine göre aralarından görevlerine en iyi şekilde uyacaklardan dört tane seçti.
Sonra bu dört kozalak adlarını ve soyadlarını seçtiler... Kişiliklerine uygun adları vardı... Kişiliklerini de kendileri seçtiler... Adları kişiliklerine uygun olsun diye... Bir de orada yapacakları işi her ayrıntısına kadar söylediler... Ki, Tabiat Teyze ve Tabiat Ana neler yaptıklarını görsün de... Kötü olup olmadıklarını anlasın...

Kışın Buzyapraklara gidecek olan kozalağın adı Dolu Yüzvermez'di. Kendisine Yüzvermez Bey demelerinden hoşlanacaktı... Ve her kış gelip Buzyaprakları kontrol edecekti. Hiç kimseye yüz vermeden dolaşıp, yaprakların tozlu olup olmadığına bakıp, yerlerin cilasına göz atıp evine gidicekti. Ve bir sonraki kışa kadar rahat rahat oturacaktı.

Tabiat Teyze, Dolu Yüzvermez'e biraz kuşkuyla da olsa baktı... Çok durgundu... İçinden de tam Kraliçe Buzyaprak gibi... diye düşündü... Tabiat Ana'ya telefonda danıştı.. Onun da onayını aldıktan sonra Dolu Yüzvermez her kış gidip söylediklerini yapacağına dair söz verdi.. Sonra bir buzkütlesi gibi, hoşçakal bile demeden kendi çamına gitti.. (o yanlız yaşıyordu)

İlkbahardakinin adı da Rüzgar Şengül'dü. Ona her türlü şeyi demelerine alışık olacaktı.. Adından da anlaşılacağı gibi çok iyi kalpli, neşeli bir kozalaktı... Kraliçe Gülyaprakla da çok iyi anlaşacaktı. Herşeyi çarçabuk gözden geçirip, hemen onun yanına oturacaktı. Bir çay içip, sohbet edip de gidicekti... Tıpkı rüzgâr gibi...

Tabiat Teyze'nin gözü bu kozalağı tutmuştu... İyi biriydi ve Kraliçe Gülyaprak'la çok iyi anlaşacağına bakılırsa ilkbaharda çok sorun yaşanmayacaktı... Tabiat Ana'yı yine aradı... İyi bir kozalak hakkında kesin bir karar verdiyse bile onu aramalıydı... Ne de olsa ablasıydı...

Yaz için gelecek olanın adıysa Güneş Uyur'du. Tembel bir kozalaktı ve çok uyurdu evinde. Günyapraklarla ne çok iyi anlaşacaktı, ne de çok kötü. Anlaşacaktı işte... Temsilci Sarayına gittiği zaman bolcasından esneyecekti. Sonra giderken de neleri beğenmediğini neleri beğendiğini söyleyecekti. Sonra esneye esneye evine gidecekti...

Tabiat Teyze hiç yoktan iyidir diye düşündü. O olmasaydı kimbilir n'olacaktı? Tipi zaten adından belliydi. Soyadı kulağa hiç de hoş gelmiyordu. Öylemesine seçildiği belliydi... Yine de bi ablasına danıştı... Belki o kesin bir karara varırdı.. O da çelişkiye düştü... Sonunda karar verdiler... Güneş Uyur, Günyaprakların GMT'den gelen elemanı olacaktı.

Sonbaharda gelecek olan ise Yağmur Mızmızoğlu'ydu. Her türlü şeye öfkelenecekti ve çok öfkelenince ağlamaya başlayacaktı. Ona ne denirse hoşuna gidecekti. Belki hoşuna gitmeyecekti ama hoşuna gidermiş gibi davranacaktı. Aslında hoşuna gitmeyen şeyler vardı ama bir sürü olduğu için...

Tabiat Teyze ona başka bir konuya geçmesini söyledi... Yağmur Mızmızoğlu da burnunu çekip burada haksızlık olduğunu, kimsenin onu dinlemediğini, ve eğer böyle yapılmaya devam ederlerse çekip gideceğini söyledi...

Tabiat Teyze özür diledikten sonra da devam etti.

İstedikleri adı kullanacaklardı onun için. O da mızmız mızmız, her an ağlayabilirmiş gibi bir surat ifadesiyle aralarında dolaşacaktı palamutların. Sonra Kral Kuruyaprak ve Kraliçe Kuruyaprak'a şikâyetlerini öfke ile bildirip, hıçkırıklara boğularak Temsilci Sarayı'nı terkedecekti.

Tabiat Teyze artık yorulmuştu.. Kardeşini aradı. O da aynı şeyi dedi.. Ona da tamam dediler ve Tabiat Teyze, Gül'ü yandaki parktan alıp eve döndü. Daha sonra Tabiat Ana eve geldi..

Bütün bu olaylar bittikten sonra işte... Tabiat Ana ve Tabiat Teyze derin ve upuzuun birer 'oh' çektiler. Kimse de bu 'oh'larını yarıda kesmelerine neden olmadı.. Mevsimlerde bazı küçük aksaklıklar oluyordu yine. Ama artık o kadar da takmıyorlardı. Biraz doğallığın doğada işe yarayacağını düşünüyorlardı. Haklı da çıkmışlardı...

Ama n'olursa olsun... Sıradan bir krallık, bir imparatorluk ya da bir ülke bile bu kadar uğraşarak kurulmamıştır... Onlarda belki her şey düzen ve disiplin içindeydi ama... Hiç birinde doğanın bir parmağı yoktu... Doğal bir şekilde...
Bölüm 1
Kraliçe Kuruyaprak son bavulunu da kapatırken öfkeli bir sesle kocasına seslendi:

’Biraz çabuk olsana!’

Kocası oflana puflana yanıt verdi:

’Kâhya Palamut’u bulamıyorum, bulsam hemen bavullarını taşıttıracağım, merak etme sen..’
Kahya Palamut o sırada odadan içeri girdi. Küçük bir reverans yaptı. Ardından kırkdokuz buçuk meşe palamudu (bir tanesi şapkasını kaybetmişti..) içeri doluştu. Kâhya Palamut ve kırkdokuz buçuk meşe palamudu (bir tanesi şapkasını kaybetmişti..) bir reverans daha yaptılar. Sonra Kâhya Palamut kibarca sordu:

’Benden bir isteğiniz var mı acaba’
Kral Kuruyaprak kibarca bir şey rica edecekken Kraliçe Kuruyaprak kocasını ittiği gibi Kâhya Palamut’a çıkışmaya başladı:

’Senin kadar geç kalan bir hizmetçi ilk defa görüyorum’
Kâhya biraz duraklayıp durumu anlamaya çalıştı. Mantıklı bir cevap arayıp buldu ve söyledi:
‘Ama ben kâhyayım...’
’Olsun! O da hizmetçidir! Şimdi yıkıl karşımdan!’

Kâhya Palamut bu lâf üzerine bir anda yere yığılıverdi. İki meşe palamudu kollarından, iki meşe palamudu da bacaklarından yakaladı. Dört meşe palamudu salondan ayrıldı. Büyük salonda sadece kırkbeş buçuk meşe palamudu (bir tanesi şapkasını kaybetmişti..) kalmıştı. Hepsi bir iki iş yapmaya koştu. Yirmi küçük meşe palamudu Kraliçe Kuruyaprak’ın bavullarını taşımaya başladı. Dokuz buçuk meşe palamudu (bir tanesi şapkasını kaybetmişti..) son temizlik işleriyle uğraşıyordu. İki küçük meşe palamudu da Kral Kuruyaprak’ın bavullarını taşımaya koştu..
Bu sırada Kral Kuruyaprak cep telefonunda Tabiat Teyze'yle konuşuyordu:

’Ne? İlk kar yarın mı? İyi o zaman.. Şşşt... Palamut! Koş haber ver Buzyapraklara, yarın gelsinler... Efendim? Kiminle mi konuştum? Meşe palamuduyla. Buzyapraklara haber versin diye. Dii mi teyzeciğim... Evet onlarda zaten komşuluk yok ki... Buzdolabı gibiler. Onlara selam verirsin. Onlar sana karşılık verm... Peki peki... Olur teyzeciğim olur... Hadi sana da... Bak karım burdan sana el sallıyor...’ Kraliçe Kuruyaprak o sırada aksi bir şekilde konuşuyor ve elini kolunu sallayarak palamutlara emirler yağdırıyordu.. ‘Tamam teyzeciğim... Tamam... Tamam... Tamam görüşürüz!’

Eğer o gece, ilk karın yağmasına birkaç saat kala parkta birazcık dolaşmak isteyen biri olsaydı Yaprak Yığını’ndan (Temsilci Sarayı’ndan) kırkdokuz buçuk meşe palamudunun (bir tanesi şapkasını kaybetmişti..) ve iki kurumuş yaprağın çıktığını ve sağdan ikinci meşeye gittiğini görürdü...

Sabaha doğru, ilk kar yağmadan hemen önce parkta birazcık dolaşmak isteyen biri olsaydı da asker gibi sıralanmış elli meşe palamudu ve iki buz kesmiş yaprağın en sağdaki ağaçtan çıktıklarını ve Yaprak Yığını’na (Temsilci Sarayı’na) yöneldiğini görseydi.
Bölüm 2
Tabiat Teyze sallanan koltuğunda oturmuş yanındaki pofuduk koltuktan henüz büyümemiş olan bulutları alıp ufalıyor ve bir kovaya dolduruyordu. Yani kar yağdırmak için hazırlık yapıyordu. Yanında daha başka bir sürü kocaman kova vardı ve içleri tepeleme kar taneleriyle (yani minik bulutların ufalanmış halleriyle..) doluydu. Arada bir de kovadan bir avuç alıp dünyaya serpiştiriyordu. Tabiat Ana’nın bulunduğu yer bir buluttu. Dev, kocaman bir bulut.
Tabiat Teyze pofuduk koltuktaki bulutlara şöyle bi baktı. Ve aralarından küçük bir bulut olan Bulu'nun ona bakmakta olduğunu farketti. Bulu seslendi:
‘Tabiat Teyzeeeee?’
‘Ha yavrum?’ dedi Tabiat Teyze..
‘Ben... Bundan sonra bir daha dünyaya inmeyecek miyim? Arkadaşlarımdan biri artık bu iş için çok büyüdüğümüzü söylüyor.. Doğru mu bu?’
‘İnmeyeceksin ya! Sen büyüdün... Yani, neredeyse kocaman bir bulut olmak üzeresin. Her kış seni görünce “Aman da benim Bulu'cuğum ne kadar da büyümüş” demiyor muyum sana? Bak küçücük bulutlar var burada. Sen aralarında gerçekten çok büyük kalıyorsun.. Ama merak etme sana yine iş düşecek. Sonbaharda yağmur yine gökten iniyor..! Ve yağmuru büyük bulutlar yağdırıyor...’

‘Ne yani... Ben de mi yağmur bulutu olucam’
‘Evet...’
Tabiat Teyze bir pencereden aşağı baktı, bir de bulutlara. Hım.. Ufak bulutlar bayağı bi’ azalmıştı. Sonra bahçede oynayan Gül’e seslendi:
‘Güüül! Gülcüüüüüm! Yavrum bana birazcık minik bulut getirir misiiiin?’
’Tabii, teyze!’

Gül hemen küçük bulutların üstünde oynadığını gördüğü bir buluta atladı. Üç beş minicik bulutu yakaladığı gibi evin durduğu buluta koştu. Eve girince teyzesine sordu:

’Nereye koyayım bunları?’
Tabiat Teyze yanındaki koltuğu gösterdi:
‘Hemen şuracığa koy işte...’
Gül bulutları koyup Bulu’yla biraz konuştu... Çıktığı sırada Tabiat Teyze yeni gelen bulutları ufalamaya başlamıştı bile.
Tabiat Teyze bulutları ufalamayı saat beşe kadar sürdürdü... İlk kar hemen gelmeliydi çünkü.. Kraliçe Buzyaprak düzensizlikten ve gecikmelerden nefret ederdi... Hemen telefon açar; o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesiyle şikayet etmeye başlardı... Tabiat Teyze bunları düşünürken Bulu sordu:

’Çocukların oynayacağı kadar çok mu kar olacak?’
Tabiat Teyze dalgın dalgın mırıldandı:

’Hı-hı...‘
Bölüm 3
Kahya Palamut kocaman ve kuru çınar yaprağını çeke çeke açtı. Kraliçe Buzyaprak soğuk soğuk içeri girerken kocası ona baktı. Hafifçe burun kıvırdı. Karısının kendisi gibi sevecen, dost canlısı ve hoşsohbet olmamasına bir kez daha öfkelendi.

İlk kar başlamıştı. Dışarda kalan palamutlar da apar topar içeri girdiler. Anlaşılan Tabiat Teyze ufalama işini bitirmişti. Çünkü kar ciddi ciddi yağıyordu. Şiddetleniyordu. Ufak kar tanelerine dikkatli bakınca Kahya Palamut, Bulu'nun ağzını seçiverdi. Bu ağız keyifle şarkı söylüyordu.

Son palamutlar da içeri girince Kahya Palamut kocaman ve kuru çınar yaprağını çeke çeke kapadı. Sonra kendi odasına çekildi..

Kral Buzyaprak ve Kraliçe Buzyaprak da odalarına gittiler.. Kahya Palamut bavullarını odalarına getirdiğinde Kraliçe Buzyaprak onu biriki azarlayıp dışarı gönderdi. Şimdiyse eşyalarını yerleştiriyorlardı. Kraliçe Buzyaprak'ın o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesi duyuldu:

’Kahya Palamuuuuuut! Nerdesiiiin? Bana telefonumu getir!!!’
Kahya Palamut, Kraliçe Buzyaprak’ın o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesini duyunca gözlerini açtı... Yine ayakta uyumuştu...
Yorulmuştu o...

Çok yorulmuştu...

İlk önce Yaprak Yığını’nı (Temsilci Sarayı’nı) temizlemişti. Yerdeki büyük ağaç kabuğunun cilasını yenilemiş, her yaprağın tozunu almıştı. Onun gibi bir meşe palamudu için bayağı büyük işlere kalkışmıştı. Ama yapmıştı. Tek sorun...

Çok, ama çok yorulmuştu Kahya Palamut.
Birazdan da GMT'den (Görevli Mevsim Tertipçileri’nden) Dolu bey gelecekti. Kimseye yüz vermeden yaprakların tozlu olup olmadığına bakacak, kimseye yüz vermeden yerlerin cilasını gözden geçirecek ve kimseye yüz vermeden Kahya Palamut'a Kral Buzyaprak hakkında sorular soracaktı.

Kahya Palamut kendini Dolu Beyin sorularına hazırlıyordu. Ne diyecekti adama? Bildiği kadarıyla GMT'den gelen tipler hep soyadlarıyla çağrılmayı severdi. Neydi bunun soyadı? Düşün oğlum düşün! Babası ondan önce Kahya Palamut'luk yapmıştı. Ne derdi ona ipucu olarak? N'apardı Dolu Bey? Yüz vermezdi... Tamam şimdi hatırlamıştı. Adamın adı Dolu Yüzvermez'di.

Derken içerden Kahya Palamut’un düşüncelerini bölen bir ses duyuldu. Kraliçe Buzyaprak bağırıyordu. Onun o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesi duyuldu:

’Kahya Palamuuuuut!!!! Cep telefonumu getiiir!!!’

İçerden bir iki tangırtı duyuldu. Kahya Palamut nefes nefese geldi. Elinde küçük bir cep telefonu duruyordu. Dolabın tepesindeki cep telefonunu alana kadar iki kere düşmüştü. Kral Buzyaprak merakla karısını süzüyordu. Hımm... Cep telefonunu onun için istemişti de... Kimi arayacaktı bu şimdi... Derken karısının o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesi duyulmaya başladı:

’Tabiat Ana? İyi günler. Sağolun. Siz? Yaaaa. Vah vah. Sizi uyandırdıysam bağışlayın ama... Ne? Tabii ki. Evet. ...ama ilk kar yağmaya başladı. Dikkatli olun. Bu kar öyle çocukların... Ne? Peki. Tamam. İyi o zaman. İyi günler.’

Bu soğuk konuşma bitince Kral Buzyaprak derin bir soluk aldı. Aslında o ne babasına ne de ailesindeki diğer yapraklara benzerdi. Sevecen, dost canlısı ve hoşsohbetti o. Tabiat Ana'yı da severdi. Kardeşi Tabiat Teyze'yi de... Hele şu Gül vardı... Teyzesi dışarıdayken telefona hep o bakardı... Şirin kızdı şu Gül! Tıpkısının aynısı kadar benzerdi Tabiat Ana’ya.. Düşüncelerini Kraliçe Buzyaprak’ın o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesi böldü:

’Kocacığım? Tabiat Ana'nın sesini duydun mu?’

’Evet... Her zamanki gibi sevecen ve sıcak bi...’

’Ayy... Ay! Onun sesi bana çok yapay geliyor! Öyle bir sesi var ki...’

Kral Buzyaprak eşyalarını yerleştirmeye başladı. Evlendiği günden beri... Onu sevdiğini düşünmeye kendini zorladığı günden beri... Her işinin arkasında aynı fon müziği vardı... Karısının o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesi ve o soğuk ve cırtlak, içe işleyen sesin yakınmaları...

’Ayy! Kocacığım! Artık sen beni sevmiyorsun galiba!’

’Yok canııım!! Hiç öyle olur mu?’

Bu her konuşmanın sonuna doğru Kral Buzyaprak dalıp ıslık çalmaya başlayınca yapılan bir dialogtu. Bir iki laf atışması.. Sonra her şey yine aynı... Ama şansına tahtına geçince walkmanını alır içine sevdiği bir pop grubunun kasetini koyar ve kendinden geçerdi..

Kocaman ve kuru çınar yaprağının yanındaki zil öttü...
Bölüm 4
Kahya Palamut kibar bir sesle (Dolu Yüzvermez beyi bekliyordu..) sordu:

’Hayrola, kimsin?’

’Palamut!’

Kahya Palamut kocaman ve kuru çınar yaprağını dışa doğru kıvırdı.

’A, canııım.... Nerelerdeydin? Böyle karda kışta... Senin gibi palamutların dışarda dolaşması çok tehlikelidir...’

’Ben de şapkamı düşürmüştüm.. Çıktım dışarı aramaya başladım. Bi’ de üstüne fırtınaya yakalandım... Ne kadar kötü olmuş dii mi? Tam şapkam...’

’Kötü mötü anlamam ben! Temsilci geliyor düzelt yakanı, paçanı! Çabuk! Hadi len!’

Meşe palamudu bir anda yok oldu. Nefes nefese arkadaşlarıyla birlikte kaldığı odaya koştu. Aynaya bakıp gömleğinin yakasını düzeltti. Paçalarına baktı. Sonra onları da düzeltti. Bir ara kravatına gözü ilişti.. Hımmm... Abicim, yamuk bu kravat... Düzeltmeli insan bunu... Ama... Kahya Palamut ne dedi? 'Yakanı, paçanı düzelt' dedi. Kravattan da hiç mi hiç söz etmedi...

Palamut ilgilenmedi yamuk kravatıyla. İlgilenmek istedi. Onu çekiştirip, çözüp yeniden bağlamak istedi. Ama sorun şuydu. Kahya Palamut'un emrinden çıkmazdı o. 'Yakanı, paçanı düzelt' dediyse ve kravattan söz etmediyse gravatını düzeltemezdi. Bu iş bu kadar basitti. Hem... İşi mi yoktu ki... Kravatını düzeltsin?..

Aslında... Oğlum gel sen, şu kravatı düzelt... Ayvayı yiyeceksen ye, dayağı da yiyeceksen ye, hapı da yutacaksan yut. Ama sen sen ol, şu kravatı düzelt.

Palamut elini kravatına götürdü. Aşağı çekiştirdi. Çözdü, yeniden bağladı. Odadaki aynaya baktı. Biraz daha aşağı çekiştirdi.

Kocaman ve kuru çınar yaprağının yanındaki zil öttü...

Kahya Palamut normal bir sesle (palamuda çok kızdığından sesini kontrol edememişti..) sordu :

’Hayrola, kimsin?’

’Yüzvermez bey.’

Kahya Palamut yutkundu.. kocaman ve kuru çınar yaprağını dışa doğru kıvırdı.

’Şeyyy... İyi günler! Biz de sizi bekliyorduk! Buyrun, içeri buyrun... Burası da biraz kirli ama..’ Çevresine baktı Kahya Palamut.. Yaprakların hepsi verniklenmiş, yerlerdeki kuru ağaç kabukları cilalanmış ve en küçük toz kapı dışarı atılmıştı ya, neyse... ‘...olsun! Dışarsı çamurlu, isterseniz gelip elinizi yıkayın... Buyrun buyrun... Gelin!’

Yüzvermez bey, Kahya Palamut’un yanında kimseye yüz vermeden ellerini yıkadı. Üstündeki çam iğnelerini topladı. Sonra kimseye yüz vermeden palamutların odalarını bir bir gezdi. Yaprakların parlaklığına baktı. Kimseye yüz vermeden yerin cilasına baktı. Toz aradı, ama bulamadı. Şimdi yapılacak son iki şey kalmıştı. Büyük salona yani Kral ve Kraliçe Buzyaprak'ın bulunduğu salona gitmek ve Kahya Palamut'a kralından memnun olup olmadığını sormak. Büyük salona girdiler...

’OOH YEEEEE!!! UOUUUU!! BEYYYBİİİ!!’

Kaskatı kesilmişti Kahya Palamut... Stresli stresli yakasını çekiştirmeye başladı. Anlaşılan Kral Buzyaprak şarkıya kendini bayağı kaptırmıştı. Kraliçe Buzyaprak da orda yoktu. Migreni tuttuğu için yatağına biraz uzanmaya gitmişti.

Yüzvermez Bey, Kahya Palamut'a baktı. Kuşkuyla sordu:

’Iııı... Şeyyy... Kralınızdan memnun musunuz? Baştan söyleyeyim onun yerine bir başkasını atayabilirim. Yeter ki siz isteyin...’

’Şöyle diyeyim... Ben kralımdan gayet memnunum. Böyle yapsa da. Ne de olsa benim ailemdeki palamutlardan bir tanesi Günyapraklar'ın kardeşinin palamutlarındandır. Gördüğünüz gibi disiplinli olduğum bütün saraydan belli oluyor. Ama Buzyapraklar gibi soğuk diilim hiç. Kraliçem soğuktur. Fakat kralım da benim gibidir. Bu benzerliğimizden dolayı ben kralımdan çok ama çok memnunum...’

Kahya Palamut’un ağzı kurumuştu. Mutfağa gidip su içmek için izin istedi. Mutfağa giderken avukat olsaydı kaç tane dava kazanabileceğini düşündü durdu.

Yüzvermez bey hayatında ilk defa birine gülümsedi. Bu şanslı kişiyse Kahya Palamut'du. Yüzvermez bey gülümsedi ona. Sonra güle güle dedi. Doğrusu bu ondan hiç beklenmezdi. Kahya Palamut gururlanmıştı. Çok ama çok gururlanmıştı.. Kahya Palamut, Yüzvermez bey tam giderken sordu:

’Yüzvermez bey?’

’Hı?’

’Sizi bu kadar güldüren şey nedir acaba?’
‘Temel bir gün perdeleri ütülerken camdan aşağı düşmüş!!’
Bölüm 5
Tabiat Teyze telefonda konuşuyordu:

’Tabii... Tabii olur. Ha, bak bu arada Tabiat Ana... Sen şu Gülyapraklar'ın Kahya Palamut'uyla konuşsana... Palamutları pek bi’ kullanıyormuş... Evet.. Evet... Hani böyle.. Bi teklif getirmiş onlara... E, palamutları bilirsin canım... Onlar hayır nedir bilmezler... Neyse. Kızınla konuşmak ister misin? Tamam. –Gül! Gel bak annen seninle konuşacakmış!’

’Geliyorum, teyze!’

Apartopar eve daldı Gül. Telefonu aldı. Konuşmaya başladı:

’Alo? Anne? Nasılsın? Ben de... Dün aşağı baktım da... Biraz daha Mor Salkım koyar mısın? Buzyapraklar’ın ağaca biraz az gelmiş de... Evet... Dii mi? Tamam... Tamam! Görüşürüz... Hayır.. Sahi mi! –Harika..! ..Tamam, görüşürüz!’

’Seni bu kadar sevindiren nedir?’

’Ağaçlara sarmaşık gülü koyacakmış!’

’İyi iyi... Hadi sen koş biraz polen toplayıver...’

’Olur.’

Gül dışarı çıktı. Yerde bulabildiği bütün güneşte kurumuş bulut kırıntılarını önlüğüne koymaya başladı. Bir yandan da yandaki bulutların konuşmalarını dinliyordu. Besbelli ondan, annesinden falan bahsediyorlardı. Dinlemedi onları. Konuşurlarsa konuşsunlar... Onun hakkında zaten kötü şey söylenemezdi. Annesi hakkında da. İçi rahattı onun...

Sonra aşağı bakmak için bulutlardan birini birazcık deşti. Çok hafif ve saydamımsı bir bulut tabakasının altından dünyaya baktı. Mor salkım dördüncü ağaçta çoğalmış ve sarmaşık gülleri ağaçlara sarılmaya başlamıştı. Bulutu düzeltti. Üstüne ayağıyla bastı, sonra da önlüğündeki polenleri dökmemeye çalışarak teyzesine götürdü..

’Al, teyze...’

Tabiat Teyze polenleri (yani bulut kırıntılarını) aldı. Camdan dışarıya, aşağıya, dünyaya bakmaya başladı. Tamaam... Şurada bir uçurtma vardı işte... Gül de camdan baktı. Uçurtmayı gördü. Kocaman, Superman resimli kırmızı bir uçurtmaydı bu. Tabiat Teyze uçurtmaya seslendi:

’Pardon... Bakar mısın?’

Uçurtmadaki Superman kafasını kaldırıp baktı. Bir eli yukarda yumruk gibiydi. Öbür eli de yumruk gibiydi ama dümdüz aşağı bakıyordu. Sordu:

’Efendim?’

’Şeyy... Rica etsem şu polenleri gördüğün ağaçlara verir misin?’

’Tabii, olur.’

Tabiat Teyze polenleri Superman’in pelerinine döktü. Superman dikkatle alçalmaya başladı. Bir çocuk sesi duyuldu:

’N'oldu uçurtmaya? Anne! Gel bak uçurtmaya!’

’Bilmem? Çıtası kırılmıştır herhalde, çek bakalım...’

Superman hızlı hızlı alçalırken Tabiat Teyze arkasından seslendi:

’İyi paylaştır ama! Sonra kabak benim başıma patlıyor!’

’Olur, olur..’

Superman iyice aşağıya indi. Sonunda pek seçilemez oldu. Ama ağaçlardan aşağı beyaz beyaz polenlerin döküldüğü belli oluyordu...
Bölüm 6
Tabiat Ana da canla başla çalışıyordu. E, kolay değildi ki... O kadar çiçek açtırmak, sarmaşık uzatmak, ağaçları çiçeklendirmek...

Sarmaşıkları uzatmak... Hadi o kolaydı da... Çiçekleri, özellikle de menekşe ve gülleri topraktan çıkarmak, çiçeklerini açtırmak bayağı zordu. Tabiat Ana menekşe tohumlarını topraktayken öyle pohpohlamak zorunda kalıyordu ki, resmen dilinde tüy bitiyordu.

’Aman ne de güzel olursun sen... Mor şöyle... Kadife gibi... İstemez misin şu hemen yanındaki gibi bir çiçek olmayı?’ Bir yandan da yandaki son derece alçakgönüllü ve hemen açmış bir menekşeyi gösteriyordu.

’Yok istemem... Hem arılar didikler beni!’

’Hayır canıım... Arılar senin gibi güpgüzel çiçekleri hiç bi zaman didiklemez, balını almaz...’ Bir yandan da arıların menekşelerden bal toplayıp toplamadığını hatırlamaya çalışıyordu

’Tamam o zaman. Yukarı çıkıcam, bi şöyle bakıcam sonra beğenmezsem geri dönücem...’

’Olur... ‘

Tabii her menekşede olduğu gibi o da bir daha aşağı inmedi...

Ama hadi, menekşeleri çıkardı, sarmaşıkları uzattı diyelim... Daha ne güller, papatyalar ve ağaçlar var... Çok uğraşıyordu o çooook!

İşte bu günlerde de kiraz ağaçları kapris yapıyordu:

’Çiçekleri çıkartırsak çıkartırız! Bu sana mı kalmış?’

’Ama o çiçeklerle öyle güzel gözüküyorsunuz ki!’

’Eeee?’

’Iııı... Şeyy... İnsanların gözleri kamaşıyor!’

’Bundan bize ne?’

’O zaman sizi kesmiyorlar! Çiçek açmazsanız, “Bu ağaç ölü..!” deyip sizi keserler!’

Kiraz ağaçları da apar topar çiçeklerini açmaya başladılar...

Bu iş bazı kişilere kolay geliyor olabilir. Ama yanılıyor o bazı kişiler... O bazı kişiler?.. Önünüze, her gün suyu verilen bir çiçek alıp, onu kurumaya ikna edebilir misiniz?
Bölüm 7
Güzel, sıradan bir gündü. (ama bahar aylarından bir gün) Palamutlar yine çok çalışmışlardı. Tam öğlen yemeğinden sonra masayı toplayacaklardı ki, çok yüksek bir ses gelmeye başladı. Homurtulu, gırıltılı bir sesti. Palamutlar kendi aralarında konuşmaya başladılar.

-N'oluyo?

”Deprem diil en azından... “

“Ama kötü...”

-Anlayan var mı?

-Nerden geliyo bu ses?

-Sanki... Bi’ dakka... Bu gün hangi gün?

-On yedisi, pazar... N’alaka..
-Bi şeyi değiştirmez canım.. Sadece sordum..!

-...Susun be!!! diye bağırdı Kahya Palamut

Salonu bir sessizlik kapladı. Herkes şaşkın şaşkın Kahya Palamut'a bakıyordu. Gürültü devam ediyordu. Dışardan geliyordu. Ama n'olduğunu kimse ama kimse bilmiyordu.

-Ben size konuşun demediysem karşımda konuşmamanız gerektiğini size kaç kere söyleyeceğim?

-Sanırım üç kez yeterli...

-Hayır ordaki anlamaz...

-Ne? ben mi?

-Hayır senin yanındaki...

-Susun! Şimdi içinizden birinin çıkıp ne olduğuna bakmasını istiyorum. Hemen!

Palamutların hepsi şapkalarını ellerine alıp kapıya doğru koşmaya başladı. Ama o sırada gürültü kesildi. Kahya Palamut hepsinin gözlerinin içine kinci ve nefret dolu bakışlar attı. Palamutlar da bezelye yavrusu gibi kaçıştılar.

-Sen ordaki!

-Kim? Ben mi?!

-Evet sen!

-Ben bi'şey yapmadım!!!

Kahya Palamut kızarıp bozarmaya başlamıştı.

-Hayır, çık git bak bakiim!! Neymiş...

Homurtular ve hırıltılar yükselmeye devam ediyordu. Başka bir kraliçe olsa (mesela Kraliçe Kuruyaprak) hemen Kahya Palamut'a gider kızardı. Ama bu sefer öyle olmadı. Çünkü Kraliçe ve Kral Gülyaprak son derece sakin, iyi kalpli yapraklardı. Ve onlara hiç yakışmayan bir Kahya Palamutları vardı. Kahya Palamut çok sertti. Neyse...

Palamut şapkasını alıp çıktı. Kocaman ve kuru çınar yaprağını bütün gücüyle itti. Ama kocaman ve kuru çınar yaprağı bir türlü açılmadı. Bir kez daha bastırdı bütün gücüyle. Kocaman ve kuru çınar yaprağı açıldı açılmasına da... Şimdi önünde kocaman bir canavar duruyordu. Parlak, yeşil, kabuklu ve homurtular çıkaran, kocaman bir canavar.. Bir palamuttan asla beklenmeyecek bir çığlık attı palamut. Sonra şapkasına daha da çok sarıldı ve Kahya Palamut'un yanına döndü.

-Kahya Palamut! Kahya Palamut!

-Ne var len?

-Yeşil - kocaman, homurtular - canavar - yaratık - dev, büsbüyük - gürültülü!!!

Bu palamut henüz yeniydi.. Hiç bir şeyi de bilmiyordu. Kahya palamut da zaten bu yüzden seçmişti onu. Bol bol kızabilmek için.

-Sen şimdi... Bize, kaldırım temizleme aletinin geldiğini mi söylüyorsun?

-Sanırım..

Kahya Palamut tam ağzını açıp palamudu azarlamaya başlayacaktı ki palamutlardan biri bilgiç bilgiç konuşmaya başladı:

-Zaten ayın onyedisindeysek bu doğaldı... Ben tahmin etmiştim...

-Ama ayın on yedisinde diiliz ki...

-O bana öyle dedi!

-Kim!

-Ordaki! Kızarıp bozaran var ya!

-Tahminde bulunmuştum...

-Peki ayın kaçındayız?

-Yirmi yedisiii. Bununla ne ilgisi var?

-Ayın onyedisi diil de yirmiyedisindeysek...

Kahya Palamut da durumu kavrayıverdi. Yaz başlıyordu! Doğru ya... Ondokuz mayıs töreni yapılmıştı. Hatta okuldan dönen iki çocuk kavga ederken az daha Yaprak Yığını’nı (Temsilci Sarayı'nı) eziyordu... Hem GMT'den (Görevli Mevsim Tertipçileri’nden) de biri gelmişti... Neydi adı yaa... Yok hatırlayamadı... Hem ne umrundaydı ki? Sonra sesini temizlercesine öksürdü. Ve bağırdı:

-Bavullarınızı toplamaya başlayın, ben sizi bilirim, üç-dört gün bile size yetmez!!!

Palamutlar apar topar odalarına gittiler. Ve o sırada olan oldu.. Palamutlardan biri turuncu-siyah çizgili çorabını kaybettiğini farketti. Ve turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemledi..
Palamutlar zayıf bünyeli bitkiler oldukları için normalde üç dört saat sürecek bir sersemleme onlarda üç dört gün sürerdi. Ve o üç dört gün geçti. Baharın son saatlerine herkes bavullarını ellerine alıp apar topar gittiği sırada, kim kirli ve katlanmamış bir çarşafı, kirli ve katlanmamış çarşafın üstündeki bavulu, yerdeki turuncu-siyah çizgili çorabı ve turuncu-siyah çizgili çorabı ararken başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan bir palamudu farketsindi ki?

Neyse... Gece o gece, herkes soldan ikinci ağaca gitti, bavulunu yerleştirdi ve Temsilci Sarayı'ndakilerden çok daha rahat olan yataklarına yerleşti. Yazın başladığı ilk gün Kral ve Kraliçe Günyaprak ve onların palamutlarıyla Kahya Palamut'u dışında üç ağaçtaki palamutlar da, Kahya Palamutlar da, Krallar ve Kraliçeler de tatile çıkıyordu. Bizim kafasını vurmuş olan palamut ise orada çıkamayacağı tatili düşünüyordu. Tabii ki rüyasında...
Bölüm 8
-Bu da kim ya, böyle?

-Durun kıpırdanıyor...

-O senin kuruntun.

-Kıpırdanıyor, çünkü deprem oluyor...

-Hadi be sen de! Deprem meprem olmuyo! Oluyorsa neden biz sallanmıyoruz?

-Bak, hakkaten kıpırdadı...

-Ciddiymiş be!

Bu konuşmalar da neydi... Turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut düşünmeye başladı... Bizimkiler gitmişti anlaşılan.... Tüh be... Güzelim tatili kaçırdık... Şimdi işin yoksa gel burda bir mevsim daha çalış... İşin mi yok oğlum senin? Yat yattığın yerde... Durumunu ağır göster... Acile göndersinler... Orda kuş sütüyle beslenirsin... Gerçi pek bir tadı yoktur ama... Sonuçta... Gerçek olmayan şeyin ne tadı vardır ki... Boşversene... Belki arkadaşlarından bikaçı kalmıştır... Yok ya... Gitti bizim Mısır tatili... Ne güzel leyleklerin pençeleri arasında şapkasının altına giren rüzgarı hissedecekti şimdi... Güneşin altında... Keşke o turuncu-siyah çizgili çorap olmasaydı... İşi mi yoktu da o çorabı arıyordu?

Hadi oğlum sen kalk en iyisi... Kalkıp da ne yapacam ki?... Kalk sen canım, bi çaresini buluruz...

-Ay n’ooldu bana?

-Bayılmışsın sanırım.

-Yok bayılmamıştım. Sersemlemişim...

-İyi o zaman bir şeyin yoktur ağabisi... Bir an seni acile götürmeyi düşünmüştük de...

Turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut bir anda çok üzüldü. Şimdi acile gitmeyecek miydi? Hem zaten kuş sütünün tadı yoktur ki diye avutmaya çalıştı kendini.

-Peki ben şimdi n'apıcam?

-Kalacaksın ağabisi... Bizimle çalışacaksın.

-Kurtulma şansım yok mu?

-Boş bir ağaçta sıcak bir mevsimde yaşamak istiyorsan buyur git yani... Ama bizden söylemesi ağabisi, burası daha iyi olur.

-Peki... dedi turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut.
Bari sersemlediğine deysindi... Ayağını gösterip sordu:

-Turuncu-siyah çizgili çorabımı gördünüz mü?

-Al işte burada....

Tamam... Artık sersemlediğine deymişti... Çünkü çorabını bulmuştu. Ama bir çorap için de bir mevsim çalışmak... Bak işte o deymiyordu...
bölüm 9
Kral ve Kraliçe Günyaprak son derece sevecendi... Kahya Palamutları da çok iyiydi. Ama diğer palamutlar... Bak işte onlar çok serttiler... Aşırı serttiler... Ve kabaydılar... Evet, evet çok kabaydılar... Üstelik sevecen ve iyi kalpli de diillerdi... Krallarını ve Kraliçelerini sevmezlerdi... Kahya Palamut'u da sevmezlerdi... Ve turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş palamutları da hiç mi hiç sevmiyorlardı... Turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut işte bunları anlamıştı orada şimdiye kadar kaldığı süre içinde. Yani bi buçuk ayda...

Önünde kötü geçecek bir buçuk ay daha olduğunu kavradı turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut. Daha önünde çoook zaman vardı..
Burada sevdiği dört kişi vardı turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemlemiş palamudun.. İkisi Kral ve Kraliçe Günyaprak, öbürleri de Kahya Palamut'la bir başka Palamut. O palamut diğerlerine benzemiyordu. Aksanı bile farklıydı bu palamudun... Ve sürekli 'Ağabisi' lafını kullanıyordu.

Sürekli 'Ağabisi' lafını kullanan palamutla beraber yerleri silip eşyaların ve duvar yerine geçen yaprakların tozunu alıyordu turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut... Her zamanki gibi bir gündü... Dolu bir gün...

Ertesi gün bir ay on dört gününün kaldığını kavradı turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut. Daha önünde biraz daha az çoook zaman vardı.

Yine koridorlardaki ufak temizliklerle uğraşmaya başladı turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut.. ve derken Kahya Palamut'un odasındaki telefon çalmaya başladı. Ortalıkta hiç kimse, ama hiç kimse yoktu... Turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut dışında... Sanki telefon onu çağırıyordu... Çelişkiye düştü turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut. Sonra odaya girdi... Telefonun ahizesini kaldırdı.... Ve... Ve... 'Alo??' dedi.

Tabiat Ana da 'Alo??' dedi

-Ben turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemleyen palamudum!

-Aaaa, sen misin? Kahya Palamut bana senden bahsetti...

-Hıı...

-Eee? Nasılsın bakalım?

-Ben mi? İyi işte... Nasıl olabilirim ki?

-Mesela kötü... Ben bir çorap yüzünden Mısır'a gidemesem bayaaa bi üzülürdüm ve kötü olurdum... Hele de yanlarında kaldığım palamutlar senin yanındakiler gibi sert olsa... Şimdiden terketmiştim burayı!.. Ya da belki terketmeyi düşünüp vazgeçmiştim...

-Evet... Ben de en başlarda gitmeyi düşündüm... Ama bir palamut var... Hep 'Ağabisi' lafını kullanan bir palamut... O, Kahya Palamut falan... Evet... Öyleler... Ama insan bi süre sonra alışıyo... Evet, evet!.. Ayağımda şu anda...

Konuşmaları böyle sürüp gitti. Sonra Tabiat Ana onu her gün arayacağına söz verdi. Tabiat Ana her palamudun durumunu bilirdi. Ve turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpmış bir palamudun moral desteğine ihtiyacı olduğunu tahmin etmişti.. Ne çok şey bilirdi şu Tabiat Ana!

Sonraki günlerde turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını duvara çarpıp sersemlemiş olan palamut günleri saymaktan vazgeçti... Ne yararı vardı ki?

Sonbahar yaklaşmaya başladı.... Yaprak Yığını’nın (Temsilci Sarayı’nın) önünde biriken yaprakları toplamaya gelen adam onları farketmeden diğer yaprakları süpürmeye başlamıştı. Zaten neyi farkederdi ki insanlar? Yazın son günleri olduğu için çocuklar da çevrede pek bi çoktu... Sonra... Yaz bitti. Tam otuz ağustos gecesi saat beş buçukta elli bir tane palamut, Kahya Palamut ve Kral ile Kraliçe Günyaprak Yaprak Yığını’ndan (Temsilci Sarayı’ndan) çıkıp soldan ikinci ağaca yöneldiler. Tam ağaçlarının kapısı yerine geçen kocaman ve kuru meşe yaprağını çeke çeke açacakları sırada turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba çarpıp sersemleyen palamut Kahya Palamut'a, 'Ağabisi'yi her lafında kullanan palamuda, Kral Günyaprak'a ve Kraliçe Günyaprak'a hoşçakal dedi...

Diğer palamutlarsa homurdandılar.. Onlar Kral ve Kraliçe Günyaprak'a hiç benzemezlerdi çünkü... Onlar çok serttiler... Ve kabaydılar... Evet, evet onlar çok kabaydılar... Üstelik sevecen ve iyi kalpli de diillerdi.. Kraliçe ve krallarını sevmezlerdi...
Ama turuncu-siyah çizgili çorabını ararken başını dolaba vurup sersemlemiş olan palamut onları takmadı... Takmaması gerektiğini biliyordu... Onlara da hoşçakal dedi ve soldan üçüncü ağaca yöneldi. Biraz zor da olsa soldan üçüncü ağacın kapı görevi gören kocaman ve kuru meşe yaprağını çeke çeke açtı... İçeri girdi ve kapıyı kapattı....
Bölüm 10
Tabiat Teyze sonbahar için hazırlanmaya başlamıştı. Telefonla konuşuyordu hep.... Hem de hiç durmadan..

E, kolay iş miydi bu kadar çok rüzgâra gidecekleri yerleri söylemek?..

Poyraz kuzey Amerika ve Türkiye'yi pek görmediğinden yakınıyordu. Tabiat Teyze de ona bir krokide (kocaman bi krokide) geçeceği, duracağı, sertleşeceği yerleri gösterdi. Poyraz memnun bir şekilde yola koyulurken Tabiat Teyze, Kasırgayla tartışmaya başladı. O da Amerika'dan bıkmıştı. İlle de başka yer diye tutturmasına hak verdi Tabiat Teyze... O yüzden onu Sahra çölüne aktardı... Gidişini görmek bile istemiyordu... Bütün bulutları mikserden geçmiş gibi yapmanın nesi zevk veriyordu ki ona?

Çok işi vardı çooook! Bir yandan Tabiat Ana ile telefonda konuşuyor bir yandan da Avustralya'nın neresinde yağmur yağsa, neresinde çiçek açsa diye düşünüyordu... Sonunda Sydney’deki parklara çiçek açtırmaya karar verdi..

Tabiat Teyze, Tabiat Ana yaprak kurutmakla çok uğraşmasın diye ilk karı erken yağdıracaktı. Bu yüzden küçük bulutlar ufalanmaya başlamıştı bile.

Küçük bulutlar bu sene Norveç ve civarına gitmeyi pek istemiyordu... Onlar birazcık turistik alan görmek istiyordu... Çoğusu İstanbul'u merak ediyordu... Ama İstanbul'un buzul çağını yaşamayı haketmediğini düşünen bazı bulutlar piramitler ve Eiffel kulesiyle yetineceklerini söylediler...

Tabiat Teyze, Hortum'u tropik bölgelere gönderdi... Biraz dağıtmasını, kurtlarını dökmesini de söyledi... Oraya istediği kadar zarar verebilirdi.. Çünkü Tabiat Teyze, Tabiat Ana'nın orada çiçek açtırmayı ne kadar çok sevdiğini biliyordu... Oradaki devasa ağaçları daha da uzatmak bile zevk veriyordu ona..
Tabiat Teyze her bi’şeyi her bi’yere gönderdi... Ama Tabiat Ana n'apıyordu? Onun da işleri vardı... Onun da zor görevleri vardı... Ağaçları yapraklarını dökmeleri için ikna etmek gibi... Onlara dil dökmeliydi... Şimdi neden olduğunu hatırlamıyordu ama, kışın ağaçların yapraksız kalması gerekiyordu... Nedendi acaba? Düşünmeye çalıştı... Ama meşe ağacı sustuğunu görünce sordu:

-Hayrola?! Çenen düştü de bulamıyor musun??

Hımm... Nerde kalmıştı Tabiat Ana?.. Ha, evet... Konuşmaya devam etti..

-O su size gerekecek diyorum... Demiş miydim?.. Neyse... Yapraklarınız özgür olmak istiyor. İnan bana be!.. Iııı... Hem kışın kar ya da yağmur yağmazsa... Iııı... Susuz kalırsınız!.. Cidden!

Meşe ona pek inanmıyordu...

-Çam ağaçlarının iğneleri peki? Onlar n'aptı da biz yapmadık?

-Sen sanıyor musun ki, üzerinde iğneler bulundurmak kolay iş, can acıtmıyor?

-Hıı...

Tartışmalar böyle sürüp gidiyordu... Tabiat Ana da bir yandan büyük bir kitaptan yapraklar ve ağaçlar arasındaki ilişkiyi anlatan bir bölümü okuyordu...

Sonunda işler bitti... Tabiat Ana'nın da dilinde tüy bitti ama neyse... Her şey sonbahara göre ayarlandı. Sonbahar da geldi...

İnsanlar Yaprak Yığını’nın (Temsilci Sarayı’nın) yanından geçtiler... Soldan üçüncü ağaca diğer palamutlar da geldi... Turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamut kocaman ve kuru meşe yaprağını biraz zor da olsa ite ite açtı... Sabah saat sekizde hepsi ağaçlarındaydı...
bitiş
Sonbahar gelmişti... Kraliçe Kuruyaprak, Kral Kuruyaprak, Kahya Palamut ve kırk dokuz buçuk meşe palamudu (Bir tanesi şapkasını kaybetmişti) kapı yerine geçen, kocaman ve kuru çınar yaprağından içeri girdi... Daha sonraki günlerde arada bir Kraliçe Kuruyaprak'ın 'YIKIL KARŞIMDAN!!' diye bağrışı, Kahya Palamut'un yere düşerken çıkardığı ses ve kırk beş buçuk palamudun (Bir tanesi şapkasını kaybetmişti) Kahya Palamut'u taşıyan dört palamudu seyrederkenki konuşmaları Yaprak Yığını’nın (Temsilci Sarayının) dışından bile duyuldu.

Daha sonra kış geldi... Sonbaharın son gününde saat beş civarında Kraliçe Kuruyaprak, Kral Kuruyaprak, Kahya Palamut ve kırk dokuz buçuk meşe palamutu (Bir tanesi şapkasını kaybetmişti) Yaprak Yığını’nın (Temsilci Sarayı’nın) kapı yerine geçen, kocaman ve kuru çınar yaprağını açıp dışarı çıktı.

Biraz sonra en sağdaki ağacın kapısı açıldı.. Ve asker gibi dizili elli tane palamut, Kral Buzyaprak, Kraliçe Buzyaprak ve Kahya Palamut düzen, disiplin içersinde Yaprak Yığını’nın (Temsilci Sarayı’nın) kapısının önünde durdu.. Kahya Palamut, kocaman ve kuru çınar yaprağını çeke çeke açtı.. Kraliçe Buzyaprak içeri soğuk soğuk girerken Kral Buzyaprak karısına baktı.. Hafifçe burun kıvırdı.. Karısının kendisi gibi sevecen, dost canlısı ve hoşsohbet olmamasına bir kez daha öfkelendi...

Daha sonraki günlerde Yaprak Yığını’nın (Temsilci Sarayı’nın) dışından bile duyulabilecek bir şekilde bağırdı Kraliçe Buzyaprak.. Çevredekiler hep o soğuk ve cırtlak, içe işleyen ses ve o sesin yakınmalarını duydu... Bu sesten özellikle papatyalar rahatsız oldu... Her zamanki gibi... Çünkü Yaprak Yığını’nın (Temsilci Sarayı’nın) altında durduğu bankın hemen dibine dikilmişlerdi onlar..

Daha sonra Yüzvermez bey geldi... Palamutlar yine kravatlarını düzeltip düzeltmeme konusunda çelişkiye düştüler.. Bir kısmı ayvayı yemeyi kabullenip gravatlarını çekiştirdi.. Sonra çözdü ve yeniden bağladı... Sonra biraz daha çekiştirdi.. Yüzvermez bey Kraliçe Buzyaprak'ın baş ağrıları yüzünden uzandığını öğrendi... Kafasından bunun kaçıncı baş ağrısı olduğunu hesaplamaya çalıştı...

Sonra büyük salona girince Kral Buzyaprak'ın yeni kasetindeki ritme uyarak ayaklarını sandalyesine vurduğunu gördü... Geçen senekinden daha normal gözükse de Yüzvermez bey, Kahya Palamut'a yine eğer kralını beğenmiyorsa hemen yerine başka bir kral atayabileceğini söyledi... Yüzvermez bey çıktığında Kahya Palamut bırak avukatı, yargıç bile olabileceğini düşündü...

Kış bitti ve ilkbahar geldi... Kraliçe Gülyaprak, Kral Gülyaprak, Kahya Palamut ve elli tane palamut Yaprak Yığınından (Temsilci Sarayından) içeri girdi... Turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemleyen palamut bu sene rahattı... Çünkü ilkbaharın sonunda turuncu-siyah çizgili çorabını kaybetmediği için turuncu-siyah çizgili çorabını aramadı.. Bu yüzden başını dolaba da çarpmadı... O yüzden sersemlemedi... Ve yazın ilk günlerinde bir leyleğin pençeleri arasında şapkasının altına giren serin rüzgârı hissede hissede Mısıra doğru uçtu...

Yazın Kraliçe Günyaprak, Kral Günyaprak, Kahya Palamut ve elli tane palamut Yaprak Yığını’nda (Temsilci Sarayı’nda) oturdu... Turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamudun diğerlerinden daha yakın ve sıcak bulduğu palamut bu sene turuncu-siyah çizgili çorabını aradığı sırada başını dolaba çarpıp sersemlemiş olan palamudu çok özledi... Onun dışında diğer kırkdokuz palamudun arasında büyük bir kavga çıktı ama olacak o kadar... Sonuçta burası bir krallık değildi.. Ve yapmacık bir düzen ve disiplin yoktu... Burada doğanın bir parmağı vardı... Doğal bir biçimde... Ve doğal olan bir yerde de doğal olarak olan tartışmalara doğal olarak biraz olsun yer vardır...



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın fantastik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Öğrendim Ki, Kleopatra Hiç Bir Zaman Kleopatra Değilmiş...
Aslında Sevimli Yaratıklar
Prenses ve Ejderha..! 1. Bölüm
Prenses ve Ejderha..! 2. Bölüm
Prenses ve Ejderha..! 3. Bölüm

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bir Öykü
Kül
Kedix ve Köpex
Aydınlıktaki Karanlık ve Karanlıktaki Aydınlık
Yanlış Adım
Suyun Üzerindeki Adımlar
Aleyda
Karanlığın Getirdikleri
Ateş, Damla ve Hiç
Bedensiz Ruhlar

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Düş [Şiir]
İlkler... [Şiir]
Buzul Çağı [Şiir]
Nokta [Şiir]
Kitap Kahramanı [Roman]
Gelecekten Dönüş... Giriş [Roman]
Bir Kavanoz Vişne Reçeli [Deneme]
Sevgili Okurum... [Deneme]
Orman İneği... [Deneme]
Ağabiler Üzerine Bir Araştırma [İnceleme]


Esin Yardımlı kimdir?

. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Gördüğüm, tanıdığım, hayal ettiğim, yapıtını okuduğum herkes.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Esin Yardımlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.