Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Gizemli sebebi hala açıklanmadı. Düşmanları olabilir, muhtemelen de vardır. Fikirler ve edebiyat iç içedir ve fikirlerin düşmanı boldur her yerde. Ama bir hafta kadar uzak kaldıktan sonra, İZ edebiyatın kıymetini daha bir fark ettim. Geçelim konumuza... Bir yazıyı okuduğumuzda ondan ne anlarız? Cevap garip ama gerçek: En iyi ihtimalle kendi sınırlarımızın izin verdiği kadarını. Anladığımızın miktarı, karşımızdakinin (yazıyı yazan) bizim doğrularımızla ne ölçüde uyumlu olduğu ve ona karşı duygularımızla da ilişkili. Okuyanda yazara karşı duyduğu hayranlık sebebiyle özel bir geçirgenlik durumu da oluşabilir ve bir yerden sonra yazarın görüşlerini kolayca kendi görüşleri gibi içselleştirmeye başlayabilir (transferans). Adı sanı bile olmayan biri olarak benim böyle bir şansım yok elbette, ama Milan Kundera veya Ahmet Altan’ın var. Diğer taraftan toplum tarafından tanınan, kısaca ünlü olarak nitelediğimiz bir yazar, okuyucularında oluşturduğu pozitif duruşu sürdürmek için bir takım tavizler vermek durumundadır. Kısaca kitaplarında politik, felsefi ve ahlakla ilgili görüşlerini toplumun veya okucuyucusunun görüşleri çerçevesinde tırpanlayarak sunmak, yumuşak ve herkesin kabul edeceği kılıflarla bezemek durumundalar. Tarih boyunca fikirlerini tüm çıplaklığı ile ortaya serebilme dürüstlüğü ve şansına çok az yazar sahip olabildi. Neden bu teorik tartışma ile başladım? İki sebeple: İlk olarak anonimite kavramının gerekliliği ve faydaları üzerinde tartışmak istiyorum. Ancak gerçekten anonim olan bir yazar fikirlerini tam bir özgürlük altında ifade edebilir. Anonimite kavramı Nereden çıkardım şimdi anonimite gibi bir lafı da, üstüne bir de tartışmalara giriyorum? Anonimite diye bir kelime TDK’da yer almıyor. Ama alternatifi olabilecek anonimlik kelimesi de TDK’da mevcut değil. Türkçesi var mı, bilmiyorum. Anonim sıfatını sıklıkla kullanıyoruz, fakat çağrıştırdığı kavram yaratıcısının bilinmemesi kadar, eski bir yaratı olmasını da içeriyor. İşin kötü tarafı anonim kavramının TDK açıklamalarından biride çok ortaklılık (anonim şirket gibi). Kavramımızın bununla alakası yok. Bu kavramı ortaya atarken bir yerimden bir kelime sıkıyor, nazik bir deyişle yanılıyor olabilir miyim? Ortada böyle bir kavram olmayabilir mi? Kavram var ve ciddi bir yaygınlıkta yaşamımızda aslında. Günümüzde tamamen yaratan kişiye özel, yeni ve yaratıcısının bilinmediği, bilinmek istemediği, bilinmesinin gerekmediği bir anonimite gezegeninde yaşıyoruz. Bildiğim tüm yabancı dillerde bu kavram var. Basitçe "bir fikrimi ortaya atıyorum, kim olduğumu boşverin, siz bu dediğime ne diyorsunuz" durumu. Kelimeler oluşmadan düşünce ve kavramlar gelişemediğine göre ve dilimizin efendileri bu soruna henüz eğilmediklerine göre, sazı elime alarak İngilizce "anonimity" kelimesini, Türkçe anonimite olarak ortaya atıyorum. Yerine kullanılabilecek başka bir Türkçe kelime bulana kadar. Önerileriniz var mı? İsimsiz, adsız, anonimlik gibi kelimeler kavramı gerektiği gibi açıklamıyor. Ama tıpkı bilgisayar Türkçesi default yerine geçen varsayılan kelimesi gibi zamanla altları doldurulabilirler belki. Yukarıda kabaca kavramın varlığı ve neden bu kelimeyi seçtiğimin üzerinde durduktan sonra, kısaca anonimitenin faydaları üzerinde tartışalım. Kanımca, ancak gerçekten anonim olan bir yazar fikirlerini tam bir özgürlük altında ifade edebilir. William Shakespeare’in gerçekte büyük bir yazar olmadığı, yazılarının ortaya çıkmak istemeyen başka birileri tarafından yazıldığı yolunda görüşler var. Bu gizemli yazarın itibarına zarar gelmesini istemeyen filozof/politikacı Francis Bacon olduğu öne sürülüyor. (Evet, Shakespeare'in eserlerini yaratmak çağında adama itibar getirmiyordu, olsa olsa ahlaki düşkünlük etiketi yapıştırılmasına sebep oluyordu.) Üstelik Shakespeare’in Shakespeare olmasını sağlayanın bu giz olduğunu iddia edenler de mevcut. Haklı olabilirler, yukarıda saydığım sebeplerle. Politik, ahlak ve diğer sosyal baskıların altında kalmadan yazabilmek büyük bir özgürlük olsa gerek. Yüzyılımızda Trevanian bu tür bir anonim yazar olmayı başarabilen az sayıda şanslı kişiden biri olabildi. Farklı bir kişilik olduğu şüphesiz Trevanian’ın. Biz bir kitabın konusunu yan yana getiremezken, adam yazarlar yarattı, kitaplardan öteye. Şu şekilde çalışıyormuş Trevanian, kendi tarifiyle: Önce kitabı yazacak yazarını yaratıyor. Kişiliğiyle, doğruları hatta yanlışları, alışkanlıkları ve onu heyecanlandıran durumlarıyla. Bir süre o yazar olarak yaşamaya başlıyor, şizoid bir süreç olarak niteleyebiliriz, en basit tanımıyla adamın yaşadığını. Daha sonra o yazarın yazacağı kitabın öyküsünü ortaya çıkartıyor. Ortaya çıkan kitapta boru olmuyor, neredeyse tüm yazdıkları dünya çapında çok satanlar olmayı başarmış kitaplar. Daha sonra işin benim açımdan Trevanian'ı gerçekten büyük bir yazar kılan en civcivli kısmı başlıyor. Yarattığı yazarın ortaya çıkarabileceği en iyi romanı yazdığına inandıktan sonra yazarını öldürüyor. Yıllar sonra tamamen farklı bir yazar ve tamamen farklı bir hikaye ile karşımıza çıkıyor Trevanian. Mesela bir casus/macera yazarı olarak ulaşabileceği en üst nokta da süper kahramanlı Şibumi’yi yarattı. Diğer taraftan hiç de kitsch sayılamayacak bir süper kahramandı kahramanı, roman makinalarından çıkma bir kahraman değil, gerçek yaşayan bir kahraman. Yıllar sonra 'Katya’nın Yazı' ile apayrı bir yazar çıktı karşımıza. Kitapta Şibumi’nin yazarı Trevanian’ı arayanlar düşkırıklığına uğradılar, fakat başka bir okuyucu grubu (kabaca 'psikolojik gerilim romanı' sınırlarında gezinenler diyelim) için ilginç bir romandı bu yeni roman. Sonra adamın eski bir profesör olduğu, isminin Dr. Rodney Whitaker olduğu ve yakın tarihlerde ölmüş olduğu haberleri çarptı gözüme internette. Nicholas Seare ve Benat Le Cagot isimleri gibi kendi ismiyle de yazılarının yayınlanmış olduğu söyleniyor. Ama nedense bu profesörün zenci mi beyaz mı olduğu, neye benzediği hakkında bir bilgi veremiyor bu internet kaynakları. Bir site siyah beyaz bir fotoğrafını yayınlıyordu, fakat net bir fotoğraf olmadığı gibi, sitenin hazırlayıcıları da fotoğrafta yer alan iki kişiden birinin Trevanian olması gerektiği iddiasından öteye gidemiyorlar. 20 yy. da doğru dürüst bir fotorafının bile bulunmayışı Trevanian'ı yarattığı süper kahramanlardan biri konumuna yerleştiriyor gözümde. 1984 sonrasında anonimite Ama bunlar geçmişin güzel günlerinden, hoş hikayelerdi. Her saniye üstümüze daha çok kameranın çevrildiği, her iletişim kanalımızın denetlenebildiği günümüzde anonim kalmak için en ufak şansımız bile yok artık. Ve emin olun ki paranoyak bir görüş belirtmiyorum. Geçenlerde benden oldukça yaşlı bir mühendis arkadaşımla sohbet ediyordum. Bana şöyle bir anısını anlattı. 4-5 sene kadar önce kendisini evinden bir İsrail şirketi aramış. Konu eletronik haberleşme ile ilgili spesifik bir detay. Oysa mühendis arkadaşımın bu konu ile hiçbir ilgisi, bilgisi mevcut olmadığı gibi, bu konuda alım yapacak bir konumda da değildi. Bir süre nasıl telefonunu bulduklarını, sonra neden onu aradıklarına anlam verememiş. Ama düşündükçe telefon görüşmesinden yaklaşık 10 yıl önce, bir nick kullanarak yazıştığı bir forumda bu konuda tartışmalarında mevcut olduğunu hatırlıyor. Nasıl bağlantıları kuruyorlar, Türkçe bir forumu da mı takip ediyorlar, yoksa hikayenin tamamı tesadüfler yumağı mı? Bilemiyorum. Günümüzde ve her geçen dakika anonim kalabilme şansımızı biraz daha kaybediyoruz. Diğer taraftan gelişen teknoloji aslında bize daha fazla anonim kalabilme şansı vermiyor mu elimize? Mesela internet? İnternette de, evinizde olduğunuz kadar anonim kalabilme hakkınız var. Kanunlar anonimiteyi tanımıyor, kabul etmiyor. İnternette ne yapsanız bilinebilir, istenirse. Henüz anonim kalarak fikirlerimizi ifade etme hakkına kavuşamadık, umarız gelecek kuşaklar bu tür bir özgürlüğe kanun koruyuculuğunda kavuşur. Öndenetleme meselesi Bir diğer konu ise öndenetleme meselesi. Demokratik ve uygar ülkelerde bireylerin önceden denetlenmeden fikirlerini ifade etme hakları vardır. Yabancı bir ülkenin tartışma forumuna girin, en saçma bir yorumda bulunun. Yorumunuz bir onay gerektirmeden yayınlanacaktır. Eğer yazdıklarınızda ahlaka veya kanunlara karşı bir durum söz konusuysa, moderatör tarafından kısa sürede silinir. Ülkemizde ise önce okunup onaylanması gerekir. Bu öndenetleme ile İZ edebiyattaki ön denetlemeyi kastetmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Burada yazıların belli bir kalite ve kurallar zincirine uygunluk açısından denetlemesi yapılıyor -ki kanımca bu gerekli-. Aksi halde karşımıza daha fazla sayıda okunma değeri hiç olmayan -ben yaptım oldu- yazı(cıkları) çıkardı. Çıksın, çıkmasına belki, ama vakit kaybından başka pratik bir takım sorunlar da ortaya çıkarabilir bu. Anonim kalabilme özgürlüğün yok. Sineye çektik, çağın gereği. Yazıların kurallara uygunluk açısından öndenetlemeden geçecek, tamam buna da bir diyeceğimiz yok, ülkemizin bir gereği. Tamam kendini tanıttın, yazının sorumluluğunu üstüne aldın, kanunlara saygıda kusur etmedin, kimseyi, hiçbir topluluğu rencide etmediğin gibi genel geçer ahlak kurallarına da uygun bir şekilde bir forumda fikirlerini ifade ettin. (Veya diyelim liberal, ilerici geçinen bir gazetenin internet sitesi veya bir haber portalı bir haberine internet üzerinden bir yorumda bulundun.). Yazdıklarında İZ edebiyatın Taci’si gibi değil, cidden anlaşılabilir cümleler kurmaya çaba sarf ettin, güzel bir gramer falan. İmla hatası var mı diye bir kaç kere de gözden geçirdin yazdığın üç beş cümleyi. Bunca çabaya niye girdin? İnsanlara ulaşmak için, cebine para girmeyecek sonuçta. Eee, kurallara uydun, senin de sesin yer alacak mı bir yerlerde? Eğer bir odunsan evet, eğer köşeleri mevcut bir odunsan, büyük ihtimalle hayır. Biz sansürü çok sevdik Neden? Neden olacak biz sansürü severiz. Millet olarak. Fikirlerinizle bire bir aynı düşünmeyenler tarafından sansürlenirsiniz genelde. Sansür kanımıza işlemiştir. Üstelik ilerici, demokratik oldukları görüntüsünü en çok verenler bile pek farklı değildirler. Örnek mi? Radikal gazetesininin internet yayınında bir kaç haberinin altına yorumunuzu eklemeye kalkışın. Ama basmakalıp olmayan, herkesin söylemediği bir şeyler söylemeyi deneyin. Altın makas orada da devrededir. Ama sıradan fikir forumlarında bu nasıl öndenetleme cenderesidir? Yazarsınız yayınlanmaz, basit bir habere yaptığınız basit bir yorum bile birilerinin önünde ölür. Birine gözlerin iyi görmüyor diyebilirsiniz, kulaklarınızın az duyması, hızlı koşamamak. Hepsini kabullenebiliriz Ama haşa yanlış düşünüyorsun demeyiniz. İnsan beyni kendi ürettiklerinin hatasını görememekle sakatlanmıştır. İnsanlar kendi yarattıklarını zannettikleri, aslında konu komşudan ödünç topladıkları, asla sarsılmayacağını sandıkları bir doğrular imparatorluğunun tepesinde oturan krallar halini almışlar. Bir keresinde bir iş görüşmesinde bana Emin Çölaşan okuyup okumadığım soruldu. Berbat bir durum. Adamın dediği her lafın tersini benim düşüncelerim. Üstelik soruyu soran da Çölaşan’ın hayran kitlesinden olmalı, yoksa bu konuyu dalmayacağı meydanda. Kalktım ve müsadesini istedim, görüşmenin sonucunu önceden bilerek. İnsanlar sizi işe bile alırken işinizi ne kadar iyi yapacağınıza bakmazlar, fikirlerinizin kendi yarattıkları imparatorluğun sınırlarında yer almasıdır tek dertleri.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Var Samsa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |