Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Hastalığımı ilk öğrendiğimde, ölüm kavramıyla ilk kez karşılaşan bir çocuk gibi tepki vermiş ve anlamamıştım. Ardından daha yetişkince davranıp sırasıyla: İnkâr etmiş, öfkelenmiş, pazarlığa girişmiş, bir süre depresyonda kalıp sonunda kabullenmiştim. Doktor, bana yapılabileceklerden ve buna rağmen olacaklardan bahsettiğinde bana biçtiği ömrü de kabullenerek çıkmıştım muaynehaneden. Ölümümü ve ne zaman olacağını öğrendiğimden midir bilinmez, bir süre hayalet gibi dolaştım ortalıkta... Ardından içimdeki hayvan kontrolü ele aldı. Sanırım doğumgünümdü. Savaşmaya karar verdim. Geçici bir zafer kazandınsa da kaleyi içten fethetmiş olan bu hastalığı yenmek için çok geç kalmıştım. Şimdi, benim "bekleme odası" dediğim hastane odamda kaçınılmaz olanı karşılamaya hazırlanıyorum. Şişman hemşire Fatma, içeri giriyor. Birazdan yapacağımı bildiği espirilerden ürkerek... - Fatma! Bi şarkı söylesene! - Nerden çıktı şimdi? - Artık bitsin istiyorum. Sen şarkı söylemeden olmazmış. - Yerinde olsam ağrı kesicilerini veren birine karşı daha dikkatli konuşurdum. - Yerimde olsan, bana büyük bir iyilik yapmış olurdun. Değişelim mi? Sen ben ol, ben de sen! - Benimle "senli benli" konuşmamalısın. - Saygı görmek için "ağırlığını" koymaya mı karar verdin? - Bu son espirin iyi değildi. - Ya bu; İsmini kim koydu? Yarı Türk yarı İngiliz bir kâhin mi? Fat-ma! Ama kehanet gerçekleşmiş. - Tamamdır. Al bakalım şu ilacı. - Tadı rezalet! Kanser olmam yetmemiş olacak bir de boğazımı ağrıtarak inancımı sınıyor. Sağol tanrım! Seni tasavvufi olmayan bir aşkla sevmek istiyorum! - O kadar da kötü değil tadı. - Damak zevki konusunda benden daha tecrübeli olduğun ortada. - Pekala gidiyorum. Yarına kadar iyi bişeyler bul. Şişmanlık espirileri eskisi kadar iyi değil. - Hoşçakal Fatma! Teşekkürler. - :) Beyin tümörleri çok ilginç. Bazıları insanda geçici yetenekler ortaya çıkartabiliyor. Mesela algılamada, hayal gücünde vs. Tabii ilerki aşamalarda beynin içinde başka bir canlı yaşayıp büyüdüğü için sorunlar ortaya çıkıyor. Konuşma, algılama, iletişim yetileri zayıflıyor. Hatta hafıza bile... Bazen merak ediyorum. Hani şu film var ya; The Thing (ŞEY)… Bulaştığı her canlıyı ele geçiren ve mutasyona uğratıp, abuk subuk bir et yığınına dönüştüren uzaylı canlı ile ilgili film... Acaba kanserli bir hasta teorik olarak kansere rağmen yaşarsa, büyüyen ve vücudu ele geçiren mutasyona uğramış hücreler (tümör) yeni ve muhtemelen iğrenç-korkunç bir canlıya dönüşür mü? Sanırım bu düşünce de artan (yoksa "büyüyen" mi demeli?) hayalgücümün bir eseri... Bu gelen doktorum. Kendimden sonra en çok üzüldüğüm kişi. Babamı bağırsak kanserinden kurtaramaması yetmemiş olacak ki tanrı, onu, beni de kurtaramamakla cezalandırıyor. Ondan rol çalıyorum: - Bugün nasıl hissediyorsunuz bakalım? - Bu soruyu doktorun olarak ben sormalıyım. - Pekala... İhanete uğramış hissediyorum. Kendi hücrelerim tarafından... Şimdi teröristlerin yaşadığı eve neden "hücre" dediklerini anlıyorum. - Boğazların nasıl? - Montrö'ye ihtiyaçları var. - :) Ameliyat konusunu düşündün mü? - Üzgünüm. Ellerim titriyor. Benden cerrah olmaz artık. - Ciddi ol biraz! Korkuyor olman normal. Bu yüzden şakaya vuruyorsun. Bu senin başetme yöntemin, anlıyorum. Ama... - Lütfen! Umudederek kaybedecek vaktim yok. Savaşma aşamasını geçtim artık. Şimdi yenilgiyi kabullenme zamanı. Kamikaze tarzı bana göre değil. - Peki. Sen çok özel birisin. Baban gibi... - Ölecekmişim gibi konuşma. Biliyorum zaten! - :) Ama sen daha komiksin! - Hem daha komik hem daha genç! - Akşam tekrar geleceğim. - Ben ve Tüm-Ur burda olacağız. - Tüm-Ur? - Yeterince büyüdü. Ona isim verdim ben de... - :) Görüşmek üzere. Ailem ( annem ve iki ablam) üzerindeki etkisi yıkıcıydı. Durumumun, benim üzerimde bu kadar etkisi olmasının nedeni de buydu. Üzülmeleri çok acı veriyor, suçlu hissettiriyordu. Ne kadar çabuk biterse o kadariyi olacak gibime geliyordu, onlar için... Ben de sanırım kızgınlığımı sert şakalar yaparak dışa vuruyordum. Annemi de kansere kurban verecektik neredeyse. Yıllar evvel geçirdiği sarılık, karaciğerinde, kansere dönüşebilecek bir hasar bırakmıştı. Menapoz kontrolü sırasında tesadüfen ortaya çıkınca tedaviye (o sıralar henüz deneyseldi tedavi) başlandı. Ve tanrıya şükür (yoksa"rağmen" mi) onu kurtardık. Dolayısıyla onu üzmek istemiyorum. Haftada 3 kez gelmesine izin veriyorum. Ciddiyim! Bensizliğe alışmalı. Küçük ablam ise istediği kadar gelebiliyor. Aman anneme söylemeyin! Bu gelen ablamdır büyük ihtimal... - Nasılsın bakalım kardeşlerin en güzeli? - Kardeşler hızla ölüyordu. Birinciliği bana verecekler! - Sana kitap getirdim. - Nasıl bişey? - Kanserden yavaş yavaş, acılar içinde ölen bir gencin hikayesi. - :) - Ee hep sen mi durum komedisi yapacaksın durumunla ilgili? Yüzüncü Ad adında bir kitap. Bir seyyahın, tanrının 100. adını bulmak için çıktığı yolculuğu anlatıyor. - İlginç... Daha da ilginci tanrının tek olduğunu idda eden bir dinde o tek tanrının 99 adı olması bence... Zira "ad" koymanın altındaki temel amaç; "ayrım" yapmaktır. Benzerlerin içinden birini, diğerlerinden ayırabilmek için isim veririz. Ee madem Tek Tanrı var, o halde bırak 99 ismi hiç ismi olmaması gerekmez mi? - Ona bakarsan senin benden çok yaşaman gerekiyor ama lazım olduğunda bu dünyada hiç mantık bulamazsın! - Bu yüzden senin ziyaretime gelmeni seviyorum. Şimdi annem veya öbür ablam olsa, oturmuş zırlıyorlardı. Espirilerime "öyle deme" "ayıp" günah" gibi sıfatlar ekliyorlardı. - Eee herkes senin kadar cesur olamıyor. - Ben mi? Esas sensin cesur olan! Geçen gün giydiğin bluzu ben asla giyemezdim mesela... - Elimde kalın bir başucu kitabı var ve senin başında da buna uygun bir uç! Giyim zevkime laf etmesen iyi olur! - Tamam da bu hastanede kalbi zayıf olan hastalar var. "Heartbreaker" tarzın tehlikeli olabilir. - Tehlike benim göbek adım! - Ben "Melek" sanıyordum.Şimdi anlaşıldı hangi melek! Tanrının adını yaymaya çalışmalar, ücretsiz kitap dağıtmalar... Ne oluyor bakıyim? Yeni bir din mi doğuyor? - OKU! Kitabı yani... - :) Burası dağbaşı değil! - En çok böyle karşılıklı saçmalamalarımızı özliycem. - Yooo... Saçmalamak senin görevin. Abla olan sensin; Abla, bla, bla, bla... - Aşkolsun! Yaramı deştin! Ama o da senin görevin; Kardeş, deş, deş, deş... Hepsi gittiler. Son çıkandan ışığı kapatmasını istedim. Karanlıkta oturmayı seviyorum. Kim bilir belki de anne karnındaki huzurlu ortamı anımsattığı içindir, bilinç altıma... Hastane odamı rahme benzetiyorum. Şu kablolar göbek bağı olmalı. Ölüme doğmayı bekleyen bir bebeğim şimdi... Bu odadan çıkardıklarında ölmüş olacağım ve hayata doğanlardan farklı olarak, ben değil, diğerleri ağlayacak. Ölü doğmak, yaşamaya doymadan ölüme doymak gibi kafiyeli düşünceler ve çağrışımlar uçuşuyor hastalıklı beynimde. Üşüme geliyor. Bacaklarımı ısıtan beyaz örtüyü yukarıya çekiyorum. Yakında üstümü tamamen örtecek. Ölüm ve üşümek. Bugüne dek soğuk hep bana yaşadığımı hissettirmişti. Artık sadece ölümün ensemdeki nefesini aklıma getiriyor. Mezarım yeni beşiğim olacak yakında. Soğuk ve karanlık bir beşik... Normal beşikten tek farkı oraya konduktan sonra kimsenin beni sallamayacak olması. :) Dipnot: Osmanlı: "Hasta Adam" anlamında kullanılmıştır. Not Yet Finished But The End
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |