..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Doğa ve Dünya > Oğuz Düzgün




2 Aralık 2007
Genlerdeki Virüsler, Maymun Ayumu ve Budistler  
Oğuz Düzgün
Genlerimizdeki Virüsler ne iş yapar? Budistler Ateist midir? Maymun Ayumu'nun Hafızası'nın Güçlü Olması ne anlama geliyor? Bu ve benzeri sorulara cevaplar..


:CFFE:
Radikal Gazetesi yazarları Sayın İsmet Berkan ve Türker Alkan’ın 02/12/2007 tarihli yazılarını büyük bir ilgiyle okudum.

İki yazarımız da birbirinden değerli gazetecilerdir ve gazetecilik mesleğinde ustadırlar. Bu ustalıkları yazılarındaki üslubun kıvraklığından, yazılarında kendini gösteren içerik ve birikim zenginliğinden de belli oluyor. Kendilerinden gazetecilik mesleğine dair öğreneceğim çok şey olduğu açıkça görünüyor. Bu kıymetli yazarların bazı fikirlerine katılmama hakkım var ama onlara saygıda da kusur etmek istemiyorum. O usta yazarlara öncelikle hürmetlerimi sunuyorum. Bu arada Radikal Gazetesinin demokrasiye, özgürlüklere vurgu yapan yayın anlayışı da her türlü takdiri hak ediyor.

Okuduğum yazılarda çok güzel tespitler yakaladım. Ancak basit bir inanlı olarak da asla kabul edemeyeceğim ifadeleri de müşahede ettim.

Sayın Türker Alkan, Namık Kemal ZEYBEK’in “Kimse Ateist Olamaz!” şeklindeki hükmünü eleştirmiş. Buraya kadar her şey normal. Ben de Namık Kemal ZEYBEK bey'in bu hükmüne Alkan Bey gibi katılmıyorum. Zira insanlar kendilerini nasıl kabul ediliyorlarsa öyle hükmolunmak zorundadırlar. Kelam ilminde küfr-i mutlak (pozitif ateizm) olarak adlandırılan ıstılah, Allah’ın varlığını inkâr edenlerin inançlarını/inançsızlıklarını ifade eden bir terimdir.

Eğer fikren “Allah’ın varlığı inkâr” edilemez olsaydı kalın kalın Kelam kitaplarının bu konuya odaklanarak Allah’ın varlığını ispat etmeye dönük, Hudus, İmkan, Silsile, Nizam, İntizam vb. delilleri ortaya koymaları düşünülemezdi. Demek ki şüphelerinin ıstıraplarına yenilen, ya da kişisel yaşantılarındaki bazı olumsuz deneyimlerinden yola çıkan bazı kişilerin Allah’ı inkâr etmesi mümkün. Bu inkarların bilinen örnekleri ise on binlerle.. Hem zaten bu inkârlar olmasaydı ne mükâfattan ne de mücazattan, yâni dünyanın elmas ve kömür ruhları ayrıştıran sınama evi olmasından da bahsedemezdik ki, bizim (Hıristiyan, Yahudi bütün imanlıların) imanımızın temeli bu imtihanın varlığında düğümlenmiştir. Bu dünya imtihan meydanı olduğuna göre insanlar seçimlerinde serbesttir. Bir dâr-ı mükâfat ya da mücâzatta (ceza ve mükafat mekanında) bu seçimlerinin karşılığını göreceklerdir. Bütün dinlerin temeldeki inanışı bu doğrultudadır. Ancak bütün insanların bir inanma meyli ile yaratıldıkları da bilinen bir gerçektir. Elbette Yunus yürekliler bu mükafatlardan hurilerden, cennetlerden öte sadece ve sadece Allah'ı arzularlar. "Bana seni gerek seni" derler. Bu da ayrı bir mevzu tabii ki. Yani Sayın Alkan’ın da bahsettiği “beyindeki inanç merkezleri” bir gerçeği ifade ediyor. Bir Yaratıcıya inanma insanlar için fıtri bir ihtiyaç. Bu ihtiyaç karşılanmadığında ortaya çıkan psikolojik bunalımlar da apaçık ortada.

Bu meseleyi böyle ortaya koyduktan sonra gelelim Türker Alkan’ın yazılarındaki kabul edemeyeceğim noktalara. Bir kere sayın Alkan, “Tanrı inancı olmayan Budistleri de katacak olursanız dünyada milyarı aşan ateist var bildiğim kadarıyla” diyerek birkaç yanlış bilgisini ortaya koyuyor.

Budistlerin tamamı bildiğimiz manada ateist değillerdir. Bütün Budistler mânevi değerlere, cinlere, meleklere, hatta cennete, cehenneme (karma inancıyla açıklıyorlar) inanırlar. Budistler Tanrı yok demezler. Threvada (Hinayana-Küçük Araba) Budistleri dışında Tanrının ya da Tanrıların varlığından bahsetmeyen başka da Budist bir topluluk yoktur. Hatta bu Budizm kolunda da yaşantı düzleminde halk arasında Tanrısal ve mistik inanışlar yaygındır. Hatta onların saklı inancına göre Buda adeta bir Tanrıdır. Şu Nirvana ya da Karma denilen inançların ateistlikle ne alakası vardır? Öte dünyaya, meleklere, cinlere inanan Buda’ya ibadet edenler ateist olabilir mi? Aslında Budistlerin “Ateist” olduğu görüşü bazı insanların kendilerini rahatlatmak için tutundukları gerçek hayatta karşılığı olmayan bir iddiadan ibarettir. Bir de Budistlerin “Tanrı Tanımaz” oldukları inanışını yayanlar arasında bazı Hıristiyan misyonerleri de var. Onlar bu yolla Budistleri kendi dinlerine çekme çabası içindeler. İki kesim de Budistlerin Tanrı Tanımaz olduklarını yayarken kutsal metinlerindeki belirsiz ibarelerden istifade ederler. Ancak yaşantıdaki Budizm o teknik Budizm'den oldukça farklıdır.

Ateist oldukları iddia edilen şu Budistlerin uhrevi alemi hatırlatan mabetlerinde kutsal metinlerini büyük bir vecd içinde okuduklarını bilmeyen yok gibidir. Ya Buda’nın heykeli önündeki ibadetlerine ne demeli? Eğiliyorlar, kalkıyorlar, adaklar sunuyorlar, Tanrılarının hem de tek Tanrılarının huzurunda ibadet ediyorlar. Onlar Buda’nın Kutsal Sözlerini dinlediklerinde Cennete gideceklerine (Nirvana’ya ulaşacaklarına) açıkça inanıyorlar. Üstelik Budistlere tek tip bir inanç biçmek hiç mümkün değil. Mesela Japon Budizm’i, örneklerinden oldukça farklı bir Budizm inanışı öngörüyor. Moğolların Budistliğiyle Uygurların Budistliği bütün bunlar birbirinden oldukça farklı inanışlara sahip Budizm örnekleri. Japonya’da Omoto Dini mensuplarının kendilerine ait kutsal kitapları var. Bu Kutsal kitaplara baktığınızda bir Tanrı’ya hem de Tek olan bir Tanrı’ya inandıkları açıkça görülüyor. Yani Budistler de öyle ya da Kitap ehli sayılırlar. Yani Budistlerin ilk olarak Batı’da ortaya çıkan sistemleşmiş Ateizm fikriyle hiçbir alakaları yoktur. Wikipedia internet ansiklopedisinde Ateizm aşağıdaki gibi tanımlanıyor:

Ateizm veya Tanrıtanımazlık, Tanrıların varolmadığını kabul eden ve dinsel öğretiyi kabul etmeyen felsefi görüştür.

Yani pek çok dini öğretiye hem de Ateistlere göre hurafe kabul edilebilecek pek çok mânevi inanışa sahip Budistlerin buradaki Ateist tanımına nasıl uydurulduğunu anlamak mümkün değil. Daha önceki Dalay Lamaların ruhlarının Kenzin Gyatso adlı bir beşere geçtiğine inanan Ateist olabilir mi? Budistlerin Dalai Laması olan Tenzin Gyatso’nun bir duasına bakalım:

O protector Chenrezig, compassionately care for
Those who have undergone myriad hardships,
Completely sacrificing their most cherished lives,
bodies, and wealth,
For the sake of the teachings, practitioners,
people, and nation. (http://www.dalailama.com/page.21.htm)
Bakın bu duaları eden Dalai lama daha sonra ne söylüyor:
As far as the Muslims are concerned it is appropriate for them to have complete devotion to Allah while praying in the mosques. This is also the same with Buddhists who are completely devoted to the Buddha when they pray in Buddhist temples. (http://www.dalailama.com/page.122.htm)
Dalai Lama bu sözleriyle kısaca
" Müslümanların câmilerde Allah'a ibadet ve dua etmeleri gibi Budistler de Budist Tapınaklarda Buda'ya ibadet ve dua ederler" diyor...
Bu durumda ya Dalai Lama yalan söylüyor ve bütün inançlarıyla çelişiyor. Budizmi adeta çiğniyor. Ya da insanlar Budizm'i yanlış tanıyorlar. Birinci şık bize göre imkansız gibi gözüküyor. Ancak Budizm'in yanlış tanındığı ve tanıtıldığı tespitine katılmamak mümkün değil. Bunu söylerken elbette Budizm'in mükemmel bir din filan olduğunu da iddia etmiyorum. Bize göre en mükemmel din İslam'dır. Tabii ki teknik bakımdan Budizm'de tanrı inancına çok da fazla değinilmemiştir. Ancak bu durum Buda'nın Allah'ın varlığını kabul etmediği anlamına gelmez. O belki de zaten bilinen bir gerçeği çokça tekrarlamaktan ziyade ahlak öğretilerine önem verdi. O zamanda ihtiyaç buydu. Hindistan'ın kast sistemi ve o dönemde içine düştüğü ahlaki bunalımlar da bunu açıkça gösteriyor. Bir de kadim Hint kültüründeki tanrılar enflasyonunua başkaldıran birisi de olabilir Buda. Bu yönüyle o Tanrı kavramını reddetmekten öte Tanrıların çoğulluğunu ortadan kaldırmak istemiş olabilir. Sanıyorum ki yakında Budizm'deki Tanrı inancındaki boşluklar teknik bakımdan da İslam'ın Allah inancıyla doldurulacak. Dalai Lama gibi Budist liderler bu imana çok yakın görünüyor. Ancak fiiliyatta Tanrı ya da Tanrılar inancının Budistler arasında sarsılmaz bir iman esası gibi yaygın olduğunu bir daha söylemeye gerek yok sanırım.

Dalai Lama, yukarıdaki duasında Koruyucu Chenrezig’e yani Merhametli olan Tanrı’ya yakarıyor . Chenrezig bütün Budistlerin kabul ettiği bir Tanrı ya da Tanrıça.. Bu Tanrı’ya Kuan Yin, Bodhisattva Avalokitesvara, Merhamet Bodhisattvası gibi isimlerle yakarılıyor tüm Uzak Doğu’da ve dünyada. Elbette Tanrı mantığı her dinini farklı olabilir. Ancak bu farklı anlayışlardan yola çıkarak bu din Tanrı Tanımaz bir dindir demek demogojiden başka bir şey değil. Eğer bu din Tanrısız bir dinse, bu dine inananların yaptıkları bütün ibadetler, ettikleri bütün dualar boşu boşuna mı ediliyordu? Yani bu inananlar bir ya da birkaç Tanrı’ya yakardıkları halde Budizmle alakası olmayanların bu dini Tanrı Tanımazlıkla itham etmesi doğru bir yaklaşım değildir. Hiçbir Budist kesinlikle ve kesinlikle Ateist değildir. Her bir Budist bir Müslüman kadar dinine ve de adı neyse Tanrısına, Tanrılarına bağlıdır. Samimi bir Budist olmadan, Budistlerin içinde yaşamadan bu gerçeği anlamak imkansızdır. Bize sadece bir ahlak öğretisi olarak tanıtılan yapma Budizm aslında Seküler dünyanın insanlığa sunduğu Tanrısız bir din teklifi. Yoksa bu aslından uzaklaştırılmış Budizme dayalı çeşitli felsefelerin gerçek Budizmle hiçbir alakası yok. Yaşanan gerçek Budizm radikal bir Budizmdir. Hayatın her yönüne müdahele eder.Tabii ki her inanç içinde çıkabileceği gibi bu insanlardan Ateist olanlar çıkmış olabilir. Bu insanların görüşüne de saygı duymak gerekir elbette.

Hani şu Omotocu’ lardan bahsetmiştim. Budizm ve Şintoizm karışımı bir din görünümünde olan Omotoculukta Tanrı inancı kesinlikle vardır. Deguchi Onisabura’ya nazil olduğuna inanılan şu “Tanrısal İşaretler” adlı Kutsal Metinlere bir bakalım:

Bölüm 1/ 4. ve 5. ayetlere Ayetlere bakalım:

4- Gerçekte bu yazılanları yazan Onisaburo değildir. (Bu Kutsal kitabı) Asıl yazan Onisabura’nın elini kullanan Tanrı’dır.

5- Onisaburo’nun söylediği ve yazdığı bütün sözler ebedidir. Çünkü bu sözlerin tamamı Tanrı’dan gelmektedir.
(Kaynak Metin: http://www.oomoto.jp/enSignpost/)

Görüldüğü gibi bizlere ezberletilen her bilgi doğru olmayabilir. Buna göre dünyadaki Ateist sayısı biraz azaldı demektir. Peki Budistlerin Tanrı’ya ibadet ettiklerini nerden bileceğiz diye sorulabilir. Youtube denilen bir video paylaşım sitesi var bildiğiniz gibi. Bu sitede Budist tapınakların ve içinde ibadet eden inananların görüntülerini çoklukla bulabilirsiniz. Bunlardan birisinin linkini hemen verelim aşağıda:

http://youtube.com/watch?v=lX-1J7OzDF4&feature=related

Şimdi bu linkteki rüku, kıyam, secde görüntülerini görüp bu insanların dua etmekte olduklarını anlamamak mümkün değildir. Bırakın bu görüntüleri Dalai Lama’nın yardımcısının bizzat bana gönderdiği bir e-mektupta edilen dualar Ateist bir insanın edeceği türden dualar değil. Yani artık kimse Budistlerin Ateist olduğu kandırmacasına alet olmamalı. Kutsal metinlerinde Tanrı adı yok filan gibi savunmalara da kimse girmemeli. Çünkü din yaşantıdır. Kutsal kabul edilen metinlerin rağmına da olsa insanlar bir değeri inanç olarak benimsemişlerse bu artık dini bir inançtır. Onların bu inançlarını terk etmesi dinlerini terk etmeleri kadar zordur onlar için. Bugün hakiki İslam’ı yaşadıklarını savunan bütün farklı mezhep mensupları da kendilerine göre doğrudurlar. Mesela Başörtü’nün Kuran’da emredildiğine inanan için bu inancı uygulamak bir kesinliktir. Buna inanmayan bu tespitinde gerçekten samimiyse elbette kendi tercihini yaşamakta özgürdür. Ancak ne inananın ne de inanmayanın muhalifini “din dışı” ya da “yanlış” görme gibi bir hakkı yoktur.

Kafamızdaki Budizm inanışını da yaşantıdaki Budizm inanışı yerine koymaya kimsenin hakkı yoktur, olmamalıdır da. Dinler onlara inananların yaşantılarından öğrenilir. Yanlış da olsa, mantıksız da olsa inanılan dini inanç inananı için o dinin bir parçasıdır.

Yine kafalarda var olan bir Budizm yanılgısı da Budistlerin devlet işlerine karışmadığı şeklinde ileri sürülen savdır. Halbuki Budistler hayatları pahasına da olsa devletin Budizm geleneklerine saygılı olmasını, bu dinin inançlarına göre yönetilmesini isterler. Sanırım Myanmar örneği bu durumu belgelemiştir. Tibetli Budist Lider Dalai Lama’nın ülkesinin bağımsızlığı uğruna Çin’e karşı yürüttüğü pasif direnişi de kimse görmezden gelmemeli. Demek ki Budistlerin en önemli Din Adam’ı devlet kurma, siyaset, hukuk ve benzeri pek çok dünyevi konuyla ilgileniyor. Bu devlet kurma davası uğruna, gitmediği, gezmediği yer kalmıyor. Neyse bu konu bahsimizden hariçtir. Biz asıl meselemize dönelim isterseniz.

Enel’Hak (Ben Hakkım) diyen Hallac-ı Mansur ilahi cezbe halinde bu sözü söylediği için mazurdur. O kendisince elbette haklıdır. O bir gerçeği Hakke-l Yakin yaşamıştır. Onu cezalandıranlarsa zahire, kanunlara göre hareket eden kurumsallaşmış otoritenin temsilcileridir yani devlet görevlileridir. Bu tür haklılığı tartışılabilecek cezalandırmalar her devirde çeşitli şekillerde de olsa görülebilir. Kanunlara dayalı bu cezalandırmayı belli inanç mensuplarına mal etmek yanlıştır. Çünkü Hallac-ı Mansur’un görüşleri tasavvuf yoluyla bütün inanç şubelerine bir şekilde yayılmıştır. Bugün Müslümanlar arasındaki yaygın kanaat Hallac-ı Mansur’un samimi bir Müslüman olduğu, bir cezbe anında bu sözleri söylediği için suçsuz olduğu şeklindedir.

Ancak bu meselenin Ateistlikle hiçbir alakası yok. Hallac-ı Mansur “Heme Ost” diyor yâni Her şey Allah’dır, önermesinde bulunuyor. Bu inancın neresinde Ateizm var anlamak mümkün değil. Vahdet-i Vücud inancı maddeyi de ortadan kaldıran, sadece Allah’ın varlığının sabit olduğunu savunan tasavvufi bir inanç. Umarım sayın Alkan bu inancı savunanların da Ateist olduğunu düşünmüyordur. Çünkü bu durumda paradoks uçurumundan yuvarlanmaya başlarız. “Ene-l Hak” diyen Hallac-ı Mansur’un bu sözü sadece ve sadece Allah’ın varlığının açık bir delili olabilir. Çünkü Hallac-ı Mansur Allah’ın varlığını gördüğünü hatta hâli olarak yaşadığını ifade etmiştir. Herhangi bir Ateist’in böyle bir inancı savunamayacağı apaçıktır. Hallac-ı Mansur’un bu inanışı sadece ve sadece inananların imanını kuvvetlendirir.

Sayın Alkan yazısının sonunda Allah’la bir empati yapmayı da ihmal etmemiş. Bir kere şunu hatırlayalım. İnsan “sonludur” Allah ise “Sonsuzdur”. O halde sonlunun “Sonsuzu” tam olarak bilmesine imkan yoktur. Kesin olarak bilmediğimiz konularda ise önlem almak en akıllıca olanıdır. Biz “Sonsuz Olanı” ancak onun bize kendini tanıttığı kadar tanıyabiliriz. O “Sonsuz Varlık” Kutsal kitaplarıyla, elçileriyle bize kendini tanıtmıştır. Ne demiş sayın Alkan:
“Haa, Tanrı'nın 'Neden bana inanmadınız' diye ateistleri cehennemde kaynar kazana atıp haşlama yapacağını da hiç sanmıyorum doğrusu.”
Ancak sayın Alkan, Allah’ın eylemlerinin bizim sanılarımızın çok ötesinde olduğunu düşünmeli. Kâinattaki her şeyi Yaratan, idare eden Allah’sa, insanlara, canlılara hastalık veren, onları öldüren ve çeşitli sıkıntılarla imtihan eden de Allah’tır. Bu gibi olaylar bize göre kötüdür. Ancak İlahi bakış açısına göre bu olayların bir hikmeti ve muhakkak iyi birer yönü olduğuna inanırız. Çünkü Allah kullarına zulmetmez. Pek çok Kuran ayetiyle sabit olan Cehennem’in varlığı da melekut cihetinde asla zulüm değildir. Suçlunun hapse atılması nasıl adaletse, Allah’ın öte dünyada bazılarını cezalandırması da bundan daha büyük bir adalettir. Allah sadece sonsuz Merhametli değildir. O sonsuz Âdildir. Yine O’nun diğer bir ismi “Müntakim” yani “İntikam Alan”dır. Bu sıfat da onun diğer sıfatları gibi mutlaktır. Adalet sıfatı mazlumun hakkını zalimden almayı gerektirir. Yine Adalet sıfatındandır ki uçak kazasında, depremlerde ölen insanlar, bu kısa süreli acılarına mukabil sonsuz mükafatlar göreceklerdir. Bütün bu gerçekler Kutsal kitaplarda ya da din adamlarınca açıklanmıştır.

Bu gerçeklerin harici görüşler ise bir tahminden, temenniden öteye geçemez. Çünkü ölüm gerçektir ve asla dönüşü olmayan bir yolculuktur. Bu durumda onu hafife almamak, sonrasında görülebilecek her türlü zararı önleyebilmek için tedbir almak gerekir. Ateistlerin inandığı gibi sonrası yokluk ise kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Ancak bu yokluk düşüncesi bir ömür ıstırap içinde yaşamımızı sağlar o kadar. Belki eğlenceler, alkol ya da izmler bizi belli bir yaşa kadar uyuşturur. Ancak bir an gelir ki dönüşü olmayan gerçeği iliklerimize kadar hissederiz. Hayat uçağı her an ölüme doğru düşüştedir. Bundan daha büyük bir gerçek ise yoktur. Peki bu durumda en akıllıca olan davranış, muhtemel tehlikeyi savmak adına önlem almak değil midir? Sonrasını düşünmeden yaşamak yerine bütün kâinatla irtibatımızı koparacak olan ölüm anının sonrası için de hazırlansak olmaz mı? Orası için de bir şeyler biriktirsek, tedbirlerimiz alsak doğrusunu yapmış olmaz mıyız?

Allah’ın kendini yok sayanları, oluşturduğu bütün sanatlarını, yarattığı bütün güzellikleri görmezden gelenleri, hatta kendi zatına ve kendisini sevenlere hakaretler yağdıracak, onlara zulümler yapacak kadar ileri gidenleri bu iddialarından ve eylemlerinden ötürü cezalandırıp cezalandırmayacağını düşünmek yerine, onun sıfatlarının sonsuzluğunu düşünüp Merhameti gibi, Ceza Vericiliğinin de mutlak olduğunu anlasak ona inanmasak da “ya varsa” ihtimalini de göz ardı etmesek daha iyi olmaz mı? Sonuçta o Sonsuz Varlığa gerçekte hiçbir zarar verecek güce sahip değiliz. Bu mutlak bir gerçek. Ona olan küskünlüklerimiz, kırgınlıklarımız ya kendi sonsuzluğumuzu mahvediyorsa ne olacak? Cehennem azabı hakkında da böyle düşünmeliyiz. Dönüşü olmayan bir yolculuğa gidiyorsak sonsuzluğumuzu neden tehlikeye atıyoruz ki? Tedbirimizi alsak ve can-ı gönülden Allah var desek ne kaybederiz ki? Sonsuz bir azap çekme ihtimalinin yanında “Allah var” demenin sonsuz ölçekte rahatlatıcılığının yerini hangi felsefe ya da izm tutabilir?

Ama şu da bir gerçektir ki herkes inanıp inanmama özgürlüğüne sahiptir dünya düzleminde. Ateist de olsa, Deist de olsa, başörtülü de olsa ya da başörtüsüz de olsa herkes özgürce yaşadığı, özgürce tartıştığı ve özgürce inandığı zaman dünyamız bir cennet numunesi olacaktır. Bu durumda en azından dünya saadetini elde etmiş olacağız. Bu gerçek inanan ya da inanmayan herkesi kapsayan mutlak bir gerçektir.

Gelelim Sayın İsmet Berkan’ın alıntıladığı görüşlere.

Yıllar önce, insan beyninin kendi evriminin bütün izlerini içinde taptaze taşıdığına dair bir araştırma okumuştum. Buna göre, mesela fare korkusu, yılan korkusu, sürüngen korkusu, karanlık korkusu gibi kimi temel korkularımız aslında bize uzak atalarımızdan, belki insan bile olmayan atalarımızdan kalmışlardı.
Uzak atamız, sürüngenler tarafından avlanan bir hayvandıysa, biz bugün sürüngenden korkuyorduk vs.

Anladığım kadarıyla yukarıdaki görüşler İsmet Berkan’ın çeşitli araştırmalardan yola çıkarak serdettiği görüşler. Benim Sayın İsmet Berkan’a değil ama bu araştırmaları yapanlara birkaç sözüm olacak. Sonuçta bu görüşler Sayın Berkan’ın değil bazı araştırmacıların görüşleri. Bu görüşleri ortaya atan araştırmacılar söylemleriyle kendi görüşlerini çürüttüklerinin farkında değiller.

İnsanlığın insan bile olmayan uzak ataları bazı hayvanlardan korktuğu için biz bu hayvanlardan korkuyormuşuz. Peki o uzak atalarımız ilk ortaya çıktıklarında hiç bir hayvandan korkmuyorlar mıydı? Onlar korku nedir bilmeyen yaratıklarsa hayatiyetlerini nasıl devam ettirdiler de evrim bugüne kadar geldi? Korku yaşamı devam ettirmeye yarayan bir araçtır aslında. O uzak atalarımızın yaşamı devam ettiyse onlar da düşmanlarından korktular, kaçtılar ve yaşamlarını böyle devam ettirdiler demektir. Bu durumda ilgili iddia kendini nakz eder. Ya da onlar da bu hayvanlardan korkuyordularsa onlara kimden miras kalmıştı bu korkular? Peki bu kendilerinden korkulan yaratıklar hiç evrim geçirmediler mi? Fareler, yılanlar, sürüngenler hep aynı korkulan yaratıklarsa onlar evrimleşmemiş demektir. Onlar evrimleşmediğine göre evrim iddiası tamamen çuvallar. Bizim uzak atalarımız dönemine kadar gidiyorsa farelerin, yılanların ve de sürüngenlerin varlığı bizim ya da diğer canlıların onlardan türediği de iddia edilemez. Çünkü aynı dönemde birlikte yaşamışlar demektir bu canlılarla. Üstelik bu canlılar hiç değişmeden halen bugün de yaşamaktadırlar. Milyonlarca yıldır aynı kalmıştır o zaman bu fareler, yılanlar ve sürüngenler.

Üstelik bu inanış yerine Bezm-i Elestteki (Ruhlar Alemi) Kalu Bela inanışı kabul edilse daha tutarlı olmaz mı? Yani bu da bir inanç o da bir inanç sonuçta. Biri milyonlarca yıl öncesindeki bilinmesi imkansız sanal gerçekliklerle temellendiriyor düşüncelerini ve sonuçta sonsuzluğu elde etmek gibi bir kazanımı da yok. Diğeri en azından Kalu Bela kavramına inandığında sonsuzlaşacağını düşünüyor. Bu da onu mutlu ediyor. Aynı mantıkla içimizdeki “Sonsuz Yaşam” isteğine ya da diğer ulvi duygulara baksak “Sonsuzluktan” geldiğimizi anlamayacak mıyız?

İnsanlar dişlerini gösteren ve bağıran bir maymundan korkarlar. Onun kendilerini ısırabileceğini düşünürler doğal olarak. İnsanoğlunun uzak atalarından birinden korkması ne üzücü. Halbuki evrim inanışına göre belki de o korktuğu maymunlar arasında yaşamıştı ataları. İnsanlar yok edici robotlardan da korkarlar. Ne sorunu vardı robotların uzak atalarımızla anlamak mümkün değil.

Beynin evrimleşmesi meselesi ise bir iddiadan ibaret. Hiçbir bilimselliği yok bu iddianın. Beyin gibi yüzde doksanı sıvı olan bir yumuşak et parçasının tamamen tesadüfi sebeplerle nasıl böyle şuurlu çalışabildiğini kim açıklayabilir? Üstelik bir kafatası ile de koruma altına alınmış o yumuşak ama önemli bir parça. Peki beynin öneminin farkında olan kimdir de onu bir kafatası ile kuşatmıştır? Ya da onu ayakların altına değil de yukarı koyan kimdir? Bu akıllıca seçimleri kim yapmıştır? Şuur, evrim halkalarının son duraklarından biriyse öncekiler şuursuz demektir. O halde şuursuz olan varlıkların, atomların, hücrelerin şuuru böyle akıllıca nasıl oluşturduklarını kim açılayabilir? Görme kabiliyetinin “g”sine sahip olmayan atomların hiç işi yok muydu da gözlerimizi tam görecek şekilde dizayn ettiler? Bu canlı ya da cansız varlıklar gözü böyle düzenlice yapma ilmini nasıl biliyorlardı? Tesadüfen oluştuysa bu şuur, duyma ya da görme eylemleri o halde bu tesadüf şimdi neden susmuştur? Şimdi neden olasılık hesapları hep farklı sonuçlar verir? Şimdi neden tesadüfen bir uçak, kamera ya da araba oluşmaz? Tesadüf adı üstünde şuursuzdur, sel ya da patlama gibidir. Onun düzeni, üstelik de en mükemmeli doğurması mümkün değildir. Tesadüfün sonuçları her zaman için olumsuzdur, tahriptir ya da yokluktur. Milyarda bir ihtimal tutsa bile diğer ihtimallerin oluşturtacakları düzensizlikler ve kaoslar o düzenli sonucu ortadan kaldırır. Üstelik bu tesadüfün her an devam etmesi mümkün müdür? Öyle bir tesadüf ki her saniye doğurduğu düzenlerle, intizamlarla devam ediyor. Tesadüfte bir tek aksi hareket bütün düzeni yok eder ortadan kaldırır.

Bir düzen milyarlarca yıldır her saniye devam ediyorsa orada bir seçimden, bir şuurdan bahsetmek gerekir. Akıllı bir Varlık bilinçli seçimler yapmaktadır. Bu varlık ışık gibi, elektrik her an her yerde olabilir. Bu nedenle onun milyarlarca farklı işi bir arada yapması bir tek işi yapması kadar kolaydır. O aynı anda milyarlarca farklı varlığı görür, onlarla konuşur. Bir web sitesine mesela Facebook’a milyonlarca insanın aynı anda girmesi ve bir şeyler yazması gibi, O Sonsuz Şuur Sahibi de trilyarlarca farklı varlık katagorilerine aynı anda yetişir. O web sitesi aynı anda milyonlarca kişiyle konuşur, onların görüşlerini kabul eder. Aynı görüntüler milyonlarca farklı ekranda görülür. Bunun gibi de her an her yerde hazır ve nazır olan bir Sonsuz Varlığın kainatta böyle hükmeder. Bu akla en yakın ihtimaldir.

Bir de araştırmacılar uzak atalarımızın yendiği bazı virüslerden bahsetmiş. Bu virüsler genlerimizde dondurulmuş bir şekilde duruyorlarmış. Biz de bu virüsleri bir koleksiyon olarak taşıyormuşuz. Peki gerçekten bu virüsler uzak atalarımızdan kalıntıysa aşının, ilacın olmadığı bir dönemde o virüslerle nasıl mücadele edebilmişiz? Bildiğimiz kadarıyla HIV virüsü maymunlardan insanlara geçmiş bir virüstü. Eğer maymun uzak atalarımızdan birisiyse bizim daha önce yendiğimiz bu HIV virüsünden hiç etkilenmemiz gerekiyordu. O halde bu virüsle mücadele etmek yerine uzak atalarımızın seçtiği yolu seçelim ve bu HIV virüsünü genlerimizde depolayalım. Peki bu durumda biz kimin uzak atası olarak kalacağız yok olduktan sonra? İlacın aşının olmadığı o dönemlerde de atalarımız tamamen yok olmadan bu bulaşıcı virüslerle nasıl mücadele etmişler? O virüsleri etkisiz hale getirecek merhamet sahibi bir şifa verici gerekli değil mi? Merhametten yoksun tesadüf ya da sebepler zinciri hayatın devam etmesine neden yardım etsin ki? Bu gibi cansız, akılsız tesadüfi unsurların hayatın, kainatın böyle düzenlice devam etmesinden ne beklentileri olabilir?

Bir önemli nokta daha var… Genlerimizin yüzde 8’inin virüslerden oluştuğu iddiası doğru olabilir. Ancak buna dayalı söylenenler yani bu durumun evrime yeni kanıt olduğu ifadesi bir yorumdan ibarettir. Bu yorum asla bilim değildir. Zira vücudumuzda o virüslerden daha çok su var, elementler ve çeşitli madenler var. O halde uzak-yakın atalarımızdan daha azınlıkta olması gereken uzak-uzak-uzak atalarımızın, taşın, toprağın ya da suyun kalıntıları neden bu kadar fazla vücudumuzda? Bu durumda “Biz insanı sudan ve topraktan yarattık” diyen Sonsuz Varlık daha inanılası değil mi? Genlerin yüzde 8’ini oluşturan o pasif virüslere dikkat çekip genlerdeki sonsuz ilmi ve tasarımı görmemek doğru mudur? Yüzde 2’si protein yüzde 8’i ise adeta cansızlaştırılmış virüslerden oluşuyorsa bu genlerin bu durumda şunu da düşünmeli değil miyiz? Bu akılsız proteinler ya da iş yapamaz durumdaki virüsler böyle akıllıca tasarlanmış Adenin, Guanin, Sitozin ve Tinin gibi dört harften oluşan şu ilim yüklü DNA kütüphanelerini nasıl oluyor da oluşturabiliyorlar? Üstelik oluşturmakla kalmıyorlar kromozomları da adeta sayıyorlar. Hangi cansız virüs ya da hangi protein sayı saymayı bilebilir? Yani insanın kromozom sayısının 46 olması gerektiğini bilen ve sonra da bu kromozomları sayısına uygun yerli yerince yerleştiren proteinler midir yoksa o pasifleştirilmiş virüsler midir?

Tabii ki herkes görüşünü, düşüncesini ve de inancını özgürce beyan edecek. Ancak bir okur olarak ben de, beni tatmin etmeyen görüşlerin bana göre tutarsız olduğunu ya da bu görüşleri inandırıcı bulmadığımı söyleme hakkına sahibim. Ancak bu görüşlerimi elbette kimseye zorla kabul ettiremem. Şunun bilinmesi gerekir ki, artık öyle her bilimsel jargonla ifade edilmiş bilgiyi bilim olarak kabul etmemeliyiz. Onları sorgulamalıyız. İnançları, düşünceleri ve de her şeyi sorgulayan insanoğlu çağın kendisine dayattığı bu gibi fikirleri de bir iman esası gibi kabul etmek yerine özgürce sorgulayabilmelidir. O araştırmacılar da bence artık bu gibi inançlarını sorgulamalılar.

Bu iddiaları ortaya atan Michael Specter da olsa, Richard Dawnkins de olsa, bu gibi görüşlerin sahipleri hangi unvana sahip olurlarsa olsunlar söyledikleri deneysellikten öte, olabilirlerle devam eden yorumlar, görüşler olduğuna göre ben de ilgili konular hakkında kendi yorumlarımı yapma hakkına sahibim diye düşünüyorum. Bu konuda hiç kimseyle tartışacak değilim. Ancak gerekirse bu konuda kendini en yeterli hisseden bir Profesörle adil bir tartışma ortamı ayarlanabilirse, kendi görüşlerimin doğruluğunu haykırmaktan kaçınmam. Çünkü bu alan bilimsel bir alan değildir. Sadece yorumların, inançların ya da görüşlerin öne sürüldüğü mantık önermeleriyle yol alınan bir alandır gördüğüm kadarıyla. Araştırmacıların iddiaları bunu açıkça ortaya koyuyor. Kimse kimseyi hipnotize etmeye çalışmasın!

AYUMU'NUN BELLEK UYUMU:

Ayumu adlı bir maymun insan hafızasını sollamış. Bazı hayvanların elbette insandan daha gelişmiş özellikleri vardır. Bir insan Baykuş ya da Kartal kadar iyi göremez. Yine Yarasalar radar benzeri duyuş sistemleriyle insanlardan daha üstündürler. Papağanların kelimeleri taklit etme yeteneği binlerce yıldır bilinen bir gerçektir. Köpekler sadakatte pek çok insandan daha öndedir. Hatta Karga gibi bazı hayvanlar çok zekidirler. İnsanlar bedensel özellikleri itibariyle kuşlar gibi gökyüzünde uçamazlar. Gergedan ya da Goril kuvvetçe insanın kat kat fevkindedir. Bazı Hayvanlar insandan daha uzun ömre sahip.

Evet insanın bazı özelliklerinin çokça üstünde özelliklere sahip yaratıklar vardır yer yüzünde. Demek ki Maymunlar da hafıza yönünden üstün bazı özelliklere sahip. Belki bu özellik onlarda olması gereken, yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli bir özellik. Ya da insanlık ileride Maymunların bu özelliğinden çeşitli şekillerde istifade edecek. Ancak şu da bir gerçek ki Ayumu'nun hafızasının gücünü ortaya koyan deney insanlar tarafından gerçekleştiriliyor. Sayıları seçenler, bilgisayar düzeneklerini hazırlayanlar ve sonuçları dünyaya açıklayarak şaşkınlıklarını gizlemeyenler yine insanlar. Maymunlar daha önce hiç böyle bir iddiada bulunmalıdılar. Binlerce yıldır bilhassa Hindistan gibi yerlerde insanlarla içli dışlı yaşayan Maymunlar hiç bir zaman evler yapalım, insanlar gibi tapınaklar inşa edelim ya da teknolojiyi geliştirelim demediler. İnsanların medeniyetlerini taklit ederek onları geride bırakmayı hiç bir zaman düşünemediler. Çünkü onlar Hayvan mahiyetine sahipler. İnsanlar ise bütün canlılardan ve de hayvanlardan ap ayrı bir tür olduklarını geçmişte ve bugün geldikleri her ileri noktada gösteriyorlar. İnsanlar düşünüyorlar, yazıyorlar, inanıyorlar, teknolojiyi oluşturuyorlar. Herhalde insanı insan yapan en büyük özellik ne hafızası ne de başka özellikleri..Onun akıllı bir varlık olması, konuşabilmesi ve duygularını özgürce ifade edebilmesi onu diğer bütün canlılardan farklı kılan bir özellik.

Elbette bize göre bütün canlıların bir yaratılış gayesi var. Bu bakımdan Maymunlar, Yılanlar, Domuzlar, bitkiler ve bütün canlılar saygıyı, sevgiyi hak ediyorlar. Bize göre bütün hayvanların da kendilerine has cevherleri yani ruhları var. İslam inancına göre bütün hayvanlar, canlılar hatat cansızlar lisan-ı halleriyle ibadetlerini yapıyorlar. Bu inanışa göre bir karıncayı dahi haksız yere öldürmek onun ibadetini engellemek olacaktır. Çiçeklerin dahi koparılmasını hoş görmeyen bir kültüre sahipiz. Onların öldürülmesiyle ibadetlerinin son bulacağına inanırız. Belki de Yunus'un, Hacı Bektaşi Veli'nin ve diğer erenlerin binlerce kez dillendirdiği bu gerçeklerden oldukça uzaklaştık. Bu nedenle yollarda gördüğümüz ezilmiş kedi ve köpek görüntülerini artık kanıksadık. Hiç birimiz bu katliamları nasıl önleriz diye düşünmüyoruz. Karayollarında nasıl bir proje yapalım da kedi, köpek ve diğer canlıların ölümünü en aza indirgeyelim diyen yok. Ya da ekolojik dengeyi zir ü zeber eden böcek ve arı katliamlarımıza ne demeli? Bu katliamın izleri uzun bir yolculuk sonrası arabaların camları ve farları silinerek yok ediliyor. Ancak kimse de böceklerin yaklaşmayacağı far sistemleri geliştirelim demiyor. Osmanlı'nın Câmilere inşa ettiği kuş evlerini unuttuk. Aç sokak köpeklerini beslemek için ciğer dağıtımını başlatan bir medeniyetin çocukları olduğumuzu unuttuk.

İnsanın ruhu ise bütün canlılardan daha üstün. İnsanı hayvanlardan ayıran en büyük özellikse onun aklının, ruhunun ve bütün özelliklerinin farkında olması. Bu farkındalık onun kâinat hakkında düşünmesini ve bütün canlıların vazifelerini anlamasını sağlıyor. Bu anlayış insanı daha da büyütüyor. Ya da hiç bir canlının düşünemeyeceği yanlışları yaparak insan daha da küçülüyor. Esfel-i sâfilinden ahsen-i takvime kadar çok farklı makamlar arasında gidip gelebilen tek canlı, insan. Bu durum da insanın seçilmişliğini, ayrıcalığını ve farklı vazifeleri olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

İnsanın yüz milyonlarca yıl önce ne olup olmadığıyla uğraşmak yerine onun şimdi ne olduğuyla ilgilensek daha iyi olmaz mı? Milyonlarca yıl önce ne idiysek idik. Şimdi ise çok farklı bir varlığız.

Belki de uzak atalarımızdan birinin hayvan olduğunu kabul ettiğimizde yaptığımız bütün yanlışlarımızın mazur olacağını düşünüyoruz. Çünkü sonuçta bir hayvanız. Hayvan ise ne yaparsa mubahtır. Yaptıklarımız tamamen içgüdüsel olacak. Öldürme, fuhuş, savaşlar, zulümler böylelikle hayvansı doğamızın bir gereği olarak görülecek. Bu kabul de insanlığın çöküşünü doğuracak.
Bizim en büyük kaybımızsa ruhumuzdaki, bedenimizdeki bütün güzel özellikleri tesadüfen kazandığımızı varsaymamız olacaktır. Bu durumda inançların, dinlerin insana yüklediği o büyük misyon, o yüce nitelik birden bire boşu boşunalığa, hiçliğe yuvarlanacak. O maymunun hücrelerindeki, gözündeki kılcal damarlardaki, beynindeki sinirlerdeki o müthiş düzen, arının küçücük bedenindeki, kanatlarındaki ve minnacık beynindeki o devasa düzen ve bütün cosmosu kapsayan o müthiş düzen bizce idam edilmemeli. Bütün bu düzenleri oluşturan Düzenleyici'nin o Sonsuz Varlığı görülmeli. O görüldükten ve anlaşıldıktan sonra insanın yüz milyonlarca yıl önce nasıl bir varlık olduğu sorusunun çok da büyük bir önemi yok. Çünkü o zaman bütün bu kâinatın ne için yaratılmış olduğu anlaşılmış olacak. Bütün bu hücrelerdeki, atomlardaki muhteşem düzenin sırrı çözülecek. Öldükten sonra ne olacağımızı, nereye gideceğimizi anlayacağız. Belki de en çok bu düşüncelere ihtiyacımız var.

Belki de insanı insan yapan yapan bu düşünme yetisi. İnsan kâinattaki bütün bu düzeni düşünc yoluyla okuyabilecek bir şahit olarak gönderildi. Bu kâinatın düzenleyicisi bütün sanatlarını onun önünde teşhir ediyor. O hem kendi güzelliklerini kendisi seyrediyor hem de insana bu güzellikleri seyrettiriyor. Ayumu örneğiyle "Ayumu'nun hafızasını bir bilgisayarın RAM'i gibi belki de ondan daha mükemmel oluşturan Programcı ne Akıllı!" dememizi istiyor olamaz mı?
Hem insandaki özellikler pek çok hayvandan daha aşağıysa kendi fikrimizin ürünü yollara neden bu kadar güvenelim? Bizden daha akıllı olan, bizim ve kâinatlarımızın bütün özelliklerini çok düzenli; güzel bir şekilde her an oluşturan o Sonsuz Akıl Sahibinin aklına neden güvenmeyelim? Bir Maymun bile bizim hafızamızı solluyorsa O Sonsuz Aklı yok sayan bazı düşüncelerimizin doğruluğundan neden şüphe etmeyelim?




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın doğa ve dünya kümesinde bulunan diğer yazıları...
Noel Baba Türk Mü?
Evrim Kuramı Hakkında Düşünceler - 1
Hayatın Anlamı
Bir Fantastik Kurgudur Kâinat
Süper Amcaları Arı Soktu!
Dünyaya Sesleniş
Atamız İda mı?
Yağmur İstiyoruz!
Yüreksel Cehennemleşme
Almanya'da Olmayan Türk Liseleri

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Fâtih İstanbul'u Kaç Yaşında Fethetti?
Mevlid Kardeşliği
Kâfiyelerin Birliği
Kemençe Kimin?
Baklava'nın Kökeni
Kurân'ın Kökeni Sümerde mi?
Şiir Düşünceleri
Amerika Osmanlı Tarafından Keşfedilseydi?
Medeniyet Bestemizin Notaları
Evliya Menkıbelerinden Türk Fantastik Edebiyatına

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sen Var Ya Sen! [Şiir]
Çakkıdı Çakkıdı [Şiir]
Bâlibilen Dilinde Şiir [Şiir]
Üç Boyutlu Şiir [Şiir]
Miraciye [Şiir]
Sağanak Sen Yağıyor [Şiir]
Bülbüller Şehri İstanbul [Şiir]
Türkçe Hamile Beyanlara [Şiir]
Burası Sessiz Biraz [Şiir]
New Orleans'lı Siyahi Kirpiklerin [Şiir]


Oğuz Düzgün kimdir?

Yazar edebiyatın her alanında çalışmalar yapıyor.

Etkilendiği Yazarlar:
Bütün yazarlardan az çok etkilendi. Zaten insanoğlunun özelliği değil midir iletişimde bulunduğu varlıklardan etkilenmek?


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.