Denizi görmeden martı çığlıklarını duyan mı duyardı çocuk ağlamalarını. Eline gülü aldıktan sonra hırsız diye suçlanan mı bilirdi hapishane duvarlarına yazılan şiirlerin manalarını. Dudaklarından kan akan mı okurdu en içli şarkıları. Peki kim bilirdi gerçekten sevmeyi ve mutlu olmayı? Taş üstünde yürüyüp ayakları kan içinde kalanlar mı yoksa okyanusun tadı dudaklarında kalsın diye karanlık sularda boğulanlar mı?
Neydi duvara kanıyla" Şimdi seni sevdiğime inandın mı?"diye yazdıran. Küçük bir kızın elinden tutan delikanlının bakışlarında mıydı bütün utançlar? O yüzden mi gerçeklerle göz göze gelmek istemezdi bütün insanlar? Utanç mı taşırdı bütün bakışlar? O yüzden mi boşalırdı sağanak sağanak yaşlar? Yürekleri sızlatıp gül bahçesinde uçuşan kelebekleri parçalayan, hayal dünyasında gül bahçesi bırakmayan... Düşüncesizlik mi yoksa sadizm mi? Neydi kan diye akan? Bizi bu kadar ağlatan gönül tahtımıza ulu orta kurulan yürğimizi savaş alınına döndüren kan ve gözyaşı döktüren, karşımıza topla tüfekle çıkıp bütün kalelerimizi dağıtan kral mı kraliçe mi kimdi bunları bize yapan?
Sabahın ilk ışıklarıyla gülümsemeleri unutan, güne simsiyah bir bakışla başlayan, kararan gözleriyle sağanak sağanak yağmurlar bırakan kimdi?
Çocuk gibi ürkek bakan, daha büyüyemeden parmaklarını kapı aralıklarına kaptıran, hep eşikte kalan, kendisine bir sığınak bulamayan, sığındığı tüm yüreklerden kirli bir kan gibi atılan... Kimdi bunları bize yaşatan?
İkiyüzlülük müydü? İnsanlık mıydı merhaba diyemeden tokadı yedirten? Ve Halil İbrahim sofrasından yediği dayakla kalkıp bir daha boğazına tıkanan hıçkırıklar yüzünden tok gezemeyen iyi yüreklilik miydi? İnsanları severken bir av köpeğinin hırıltısını duyan aşk mıydı, sevgi miydi, dostluk muydu? Bütün bunları yaşayan sonra elini kolunu azgın dişlere kaptıran neydi? Kimdi bizi bu kadar ağlatan?
Kimdi
Düşüncesizlik mi yoksa sadizm mi? Neydi kan diye